Bir an durakladıktan sonra ekledi: “Çektikleri sıkıntıya değmez bu.”

Потом прибавил:


- И все напрасно...

Bulduğumuz kuyu Sahara Çölünün bilinen kuyularından değildi. Sahara Çölü’ndeki kuyular kumda açılmış çukurlardan ibarettir. Ama bizim bulduğumuz kuyu kasabalardaki kuyulardandı.

Колодец, к которому мы пришли, был не такой, как все колодцы в Сахаре. Обычно здесь колодец - просто яма в песке. А это был самый настоящий деревенский колодец.

Oysa etrafta kasaba filan yoktu. Düş gördüğümü sandım.

Но деревни тут нигде не было, и я подумал, что это сон.

“Ne kadar garip” dedim küçük prense, “her şey hazır durumda. Makara, kova, ip, hepsi hazır.”

- Как странно, - сказал я Маленькому принцу, - тут все приготовлено: и ворот, и ведро, и веревка...

Güldü. Makarayı çevirmeye koyuldu. Uzun süredir çalışmamaktan paslanmış olan makara, inlemeye başladı.

Он засмеялся, тронул веревку, стал раскручивать ворот. И ворот заскрипел, точно старый флюгер, долго ржавевший в безветрии.

“Duyuyor musun?” dedi küçük prens. “Kuyuyu uyandırdık. O da şarkı söylemeye başladı...”

- Слышишь? - сказал Маленький принц. - Мы разбудили колодец, и он запел...

Onun yorulmasını istemiyordu.

Я боялся, что он устанет.

“Bana bırak” dedim. “Senin için fazla ağır.”

- Я сам зачерпну воды, - сказал я, - тебе это не под силу.

Kovayı ağır ağır çektim ve kuyunun kenarına bıraktım. Kovanın içindeki su hala titriyordu ve makaranın sesini hem kulaklarımda, hem de titreyen suda duyabiliyordum. Güneşin titrek ışıltılarını görebiliyordum.

Медленно вытащил я полное ведро и надежно поставил его на каменный край колодца. В ушах у меня еще отдавалось пенье скрипучего ворота, вода в ведре еще дрожала, и в ней играли солнечные зайчики.

“Bu sudan içmek istiyorum” dedi küçük prens, “bana biraz su verir misin?”

- Мне хочется глотнуть этой воды, - промолвил Маленький принц. - Дай мне напиться...

İşte şimdi onun ne aradığını anlamıştım!

И я понял, что он искал!

Kovayı dudaklarına dayadım. İçerken gözleri kapalıydı. Bir bayram şekeri kadar tatlıydı bu su. Diğer besinlerin hepsinden farklıydı. Yıldızların altında yapılan bir yürüyüşten, makaranın şarkısından ve kollarımın emeğinden dünyaya gelmişti. Kalbe faydalıydı. Bir armağandı sanki. Küçük bir çocukken Noel’de aldığım hediyenin güzelliği Noel ağacının ışıltısından, kutlamanın müziğinden, gülümseyen yüzlerin sıcaklığından gelirdi.

Я поднес ведро к его губам. Он пил, закрыв глаза. Это было как самый прекрасный пир. Вода эта была не простая. Она родилась из долгого пути под звездами, из скрипа ворота, из усилий моих рук. Она была как подарок сердцу. Когда я был маленький, так светились для меня рождественские подарки: сияньем свеч на елке, пением органа в час полночной мессы, ласковыми улыбками.

“Senin yaşadığın yerdeki insanlar,” dedi küçük prens, “bir bahçenin içinde binlerce gül yetiştiriyorlar ve yine de aradıklarını bulamıyorlar.”

- На твоей планете, - сказал Маленький принц, - люди выращивают в одном саду пять тысяч роз... и не находят того, что ищут...

“Doğru, bulamıyorlar” dedim.

- Не находят, - согласился я.

“Ve aslında aradıkları şeyi tek bir gülde, ya da bir avuç suda bulabilirlerdi.”

- А ведь то, чего они ищут, можно найти в одной-единственной розе, в глотке воды...

“Evet, haklısın” dedim.

- Да, конечно, - согласился я.

“Ama gözler göremez. İnsanın kalbiyle bakması gerekir.”

И Маленький принц сказал: - Но глаза слепы. Искать надо сердцем.

Suyu içmiştim. Nefesim yerine geldi. Güneş doğarken kumun rengi bal rengine dönüşmüştü. Bu renk çok hoşuma gidiyordu. Peki ama bu hissettiğim acı da neydi?

Я выпил воды. Дышалось легко. На рассвете песок становится золотой, как мед. И от этого тоже я был счастлив. С чего бы мне грустить?..

Yumuşak bir sesle: “Sözünde durmalısın” dedi yanıma otururken.

- Ты должен сдержать слово, - мягко сказал Маленький принц, снова садясь рядом со мною.

“Hangi söz?”

- Какое слово?

“Biliyorsun. Koyunuma bir ağızlık yapacağını söylemiştin. Çiçeğime karşı sorumluluğum var. Onu korumalıyım.

- Помнишь, ты обещал... намордник для моего барашка... Я ведь в ответе за тот цветок.

Ona bir ağızlık çizmek için cebimdeki kağıtları çıkardım. Resimleri görünce gülmeye başladı küçük prens ve:

Я достал из кармана свои рисунки. Маленький принц поглядел на них и засмеялся:

“Baobapların biraz lahanaya benzemiş” dedi.

- Баобабы у тебя похожи на капусту...

“Ya?”

Вот как!

Oysa ben baobaplarımla gurur duymuştum!

А я-то гордился своими баобабами!

“Çizdiğin tilki... kulakları... sanki biraz boynuza benziyorlar ve çok da uzunlar.”

- А у лисицы твоей уши... точно рога! И какие длинные!

Yine gülmeye başladı.

И он опять засмеялся.

“Haksızlık ediyorsun küçük prens” dedim. “Unutma ki, daha önce daha önce sadece iki boa yılanı çizmiştim.”

- Ты несправедлив, дружок. Я ведь никогда и не умел рисовать - разве только удавов снаружи и изнутри.

“Olsun. Bunlar yeterli. Çocuklar anlayacaktır” dedi.

- Ну ничего, - успокоил он меня. - Дети и так поймут.

Ben de kurşunkalemle bir ağızlık çizerek ona verdim. Verirken yüreğim sızladı.

И я нарисовал намордник для барашка. Я отдал рисунок Маленькому принцу, и сердце у меня сжалось.

“Benim bilmediğim planların var senin...”

- Ты что-то задумал и не говоришь мне...

Ama cevap vermedi küçük prens. Onun yerine bana:

Но он не ответил.

“Biliyorsun, Dünyaya inişim... Yarın Dünyaya inişimin yıldönümü” dedi.

- Знаешь, - сказал он, - завтра исполнится год, как я попал к вам на Землю...

Sonra ekledi: “Buraya çok yakın bir yere inmiştim.”

- И умолк. Потом прибавил:


- Я упал совсем близко отсюда..

Yüzü kızardı.

- И покраснел.

Ve bir kez daha, nedenini bilmediğim bir acı kapladı yüreğimi. Fakat zihnimde bir soru belirmişti.

И опять, бог весть почему, тяжело стало у меня на душе. Все-таки я спросил:

“Yani sekiz gün önce seninle burada karşılaştığım sabah, insanlardan binlerce kilometre uzakta tek başına dolaşıp durmanın bir nedeni mi vardı? Ait olduğun yere mi dönüyordun?”

- Значит, неделю назад, в то утро, когда мы познакомились, ты не случайно бродил тут совсем один, за тысячу миль от человеческого жилья? Ты возвращался к месту, где тогда упал?

Küçük prens yine kızardı.

Маленький принц покраснел еще сильнее.

“Belki de yıldönümü nedeniyle geldin buraya, ha?”

А я прибавил нерешительно:


- Может быть, это потому, что исполняется год?..

Yine kızardı küçük prens. Sorularıma cevap vermemişti. Ama yüzünün kızarması “Evet” anlamına gelmez miydi?

И снова он покраснел. Он не ответил ни на один мой вопрос, но ведь когда краснеешь, это значит "да", не так ли?

“Ah, sevgili dostum, sanırım biraz korkuyorum” dedim.

- Неспокойно мне... - начал я.

Rahatlatıcı bir sesle: “ Şimdi çalışmalısın. Motorunun yanına gitmelisin. Ben seni burada bekleyeceğim. Yarın akşam yine gel...” dedi.

Но он сказал:


- Пора тебе приниматься за работу. Иди к своей машине. Я буду ждать тебя здесь. Возвращайся завтра вечером...

Ama içim rahatlamamıştı. Tilkiyi hatırladım. İnsan birinin kendisini evcilleştirmesine izin verirken, bir parça da ağlamayı göze alıyor demektir.

Однако мне не стало спокойнее. Я вспомнил о Лисе. Когда даешь себя приручить, потом случается и плакать

26.

Kuyunun yanında eski, taş bir duvar yıkıntısı vardı. Ertesi akşam oraya geri döndüğümde, uzaktan, küçük prensimin bu duvarın üzerinde oturduğunu gördüm. Ayaklarını aşağı sarkıtmıştı. Şöyle diyordu: “Unuttun mu? Burası değildi.”

Неподалеку от колодца сохранились развалины древней каменной стены. На другой вечер, покончив с работой, я вернулся туда и еще издали увидел, что Маленький принц сидит на краю стены, свесив ноги. И услышал его голос.

Biriyle konuştuğu belliydi.

- Разве ты не помнишь? - говорил он. - Это было совсем не здесь.


Наверно, кто-то ему отвечал, потому что он возразил:

“Evet, evet. Tam bu gün. Ama burası doğru yer değil.”

- Ну да, это было ровно год назад, день в день, но только в другом месте...

Ona doğru yürümeyi sürdürdüm, ama halen konuştuğu kişiyi ne görebiliyor, ne de duyabiliyordum. Küçük prens bir kez daha cevap verdi: “Evet, tabii. Ayak izlerimin nerede başladığını görürsün. Beni orada bekle. Bu gece orada olacağım.”

Я зашагал быстрее. Но нигде у стены я больше никого не видел и не слышал. А между тем Маленький принц снова ответил кому-то:


- Ну конечно. Ты найдешь мои следы на песке. И тогда жди. Сегодня ночью я туда приду.

Şimdi duvardan sadece yirmi metre uzaktaydım, ama hala hiçbir şey göremiyordum. Küçük prens yine konuştu: “Zehirin iyi bir zehir midir? Bana çok uzun süre acı çektirmeyeceğinden emin misin?”

До стены оставалось двадцать метров, а я все еще ничего не видел.


После недолгого молчания Маленький принц спросил:


- А у тебя хороший яд? Ты не заставишь меня долго мучиться?

Durdum. Yüreğim sızlıyordu. Ama hala ne olduğunu anlamamıştım.

Я остановился, и сердце мое сжалось, но я все еще не понимал.

“Şimdi git” dedi, “aşağı ineceğim.”

- Теперь уходи, - сказал Маленький принц. - Я хочу спрыгнуть вниз.

Bunun üzerine bakışlarımı aşağı, duvarın dibine çevirdim ve orada gördüğüm şey havaya sıçramama neden oldu. İnsanı birkaç saniye içinde öldürebilecek sarı bir yılan, başını küçük prense doğru kaldırmış, öylece duruyordu orada.

Тогда я опустил глаза да так и подскочил! У подножья стены, подняв голову к Маленькому принцу, свернулась желтая змейка, из тех, чей укус убивает в полминуты.

Silahımı almak için elimi cebime götürdüm ve koşmaya başladım. Ama çıkardığım sesi duymuş olacak ki, başını indirip kumların üzerinde kaymaya başladı yılan. Ve pek de acele etmeden, taşların arasında gözden kayboldu.

Нащупывая в кармане револьвер, я бегом бросился к ней, но при звуке шагов змейка тихо заструилась по песку, словно умирающий ручеек, и с еле слышным металлическим звоном неторопливо скрылась меж камней.

Küçük prensimi tutmak için tan zamanında yetiştim. Onu kollarıma aldığımda yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm.

Я подбежал к стене как раз вовремя и подхватил моего Маленького принца. Он был белее снега.

“Bu ne demek oluyor?” diye sordum. “Neden yılanlarla konuşuyorsun?”

- Что это тебе вздумалось, малыш! - воскликнул я. - Чего ради ты заводишь разговоры со змеями?

Boynundaki altın renkli fuları çözdüm. Alnını hafifçe ıslattım ve içmesi için ona biraz su verdim.

Я развязал его неизменный золотой шарф. Смочил ему виски и заставил выпить воды.

Artık soru sormaya cesaret edemiyordum. Bana ciddi bir ifadeyle baktı ve kollarını boynuma doladı. Kalp atışlarını duyabiliyordum. Sanki tüfekle vurulmuş bir kuşun gittikçe yavaşlayan kalp atışları gibiydi.

Но не смел больше ни о чем спрашивать. Он серьезно посмотрел на меня и обвил мою шею руками. Я услышал, как бьется его сердце, словно у подстреленной птицы.

Bana: “Motorundaki arızayı bulmana sevindim. Artık evine gidebilirsin” dedi.

- Я рад, что ты нашел, в чем там была беда с твоей машиной. Теперь ты можешь вернуться домой...

“Bunu nereden biliyorsun?”

- Откуда ты знаешь?!

Aslında bu haberi vermeye geliyordum. Çok umutsuz olmama rağmen, motoru tamir etmeyi başarmıştım.

Я как раз собирался сказать ему, что, вопреки всем ожиданиям, мне удалось исправить самолет!

Sorumu yanıtlamadı.

Он не ответил, он только сказал:

Sadece “Bugün evime dönüyorum” diye fısıldadı.

- И я тоже сегодня вернусь домой.

Sonra üzüntüyle ekledi: “Evim çok uzakta... Oraya gitmek çok zor olacak...”

Потом прибавил печально: - Это гораздо дальше... и гораздо труднее...

Beklenmedik bir şey olacağını hissedebiliyordum. Onu bir çocuk gibi kollarımda sımsıkı tutuyordum. Ama o sanki ellerimden bir uçuruma doğru kayıyordu ve ben bunu engelleyemiyordum...

Все было как-то странно. Я крепко обнимал его, точно малого ребенка, и, однако, мне казалось, будто он ускользает, его затягивает бездна, и я не в силах его удержать...

Bakışları ciddiydi ve uzaklarda kaybolup gidiyordu.

Он задумчиво смотрел куда-то вдаль.

“Bana verdiğin koyun yanımda. Kutusu da yanımda. Ve ağızlığı da...” dedi.

- У меня останется твой барашек. И ящик для барашка. И намордник...

Buruk bir gülümseme yayıldı yüzüne. Uzun bir süre öylece bekledim. Vücut ısısının giderek arttığını hissediyordum.

Он печально улыбнулся.

“Küçük dostum benim, sen korkmuşsun...”

Я долго ждал. Он словно бы приходил в себя.


- Ты напугался, малыш...

Elbette korkmuştu! Ama yavaşça güldü.

Ну еще бы не напугаться! Но он тихонько засмеялся:

“Bu gece çok daha fazla korkacağım” dedi.

- Сегодня вечером мне будет куда страшнее...

Bir kez daha, içimde onarılmaz bir acı duydum. Bu gülüşü bir kez daha duyamayacağımı düşünmek bile istemiyordum. Buna dayanamazdım. Gülüşü, çölün ortasında bir su kaynağı gibiydi benim için.

И опять меня оледенило предчувствие непоправимой беды. Неужели, неужели я никогда больше не услышу, как он смеется? Этот смех для меня - точно родник в пустыне.

“Küçük prens, gülüşünü tekrar duymak istiyorum” dedim.

- Малыш, я хочу еще послушать, как ты смеешься...

Ama o bana : “Bu gece, Dünyaya ineli tam bir yıl oluyor. Gezegenim, geçen yıl Dünyaya indiğim yerin tam üstünde olacak bu gece.” dedi.

Но он сказал:


- Сегодня ночью исполнится год. Моя звезда станет как раз над тем местом, где я упал год назад...

“Küçük prens, lütfen bunun sadece kötü bir rüya olduğunu söyle bana” dedim, “şu yılan hikayesinin be gezegenine geri döneceğinin...”

- Послушай, малыш, ведь все это - и змея, и свиданье со звездой - просто дурной сон, правда?

Ama sorumu yanıtlamadı küçük prens. Onun yerine bana:

Но он не ответил.

“En önemli şeyi gözler göremez” dedi.

- Самое главное - то, чего глазами не увидишь... - сказал он.

“Evet, biliyorum...”

- Да, конечно...

“Su için de aynı şey geçerli. Makaranın çıkardığı sesi hatırlıyor musun? İşte tam da bu makara ve ip yüzünden, bana verdiğin bir yudum su müzik sesi gibi güzeldi. Çok tatlıydı...”

- Это как с цветком. Если любишь цветок, что растет где-то на далекой звезде, хорошо ночью глядеть в небо. Все звезды расцветают.

“Evet, biliyorum...”

- Да, конечно...

“Geceleri yıldızları izlersin. Benim yaşadığım yarde her şey jo kadar küçük ki, sana gezegenimi gösterebilmem imkansız.

- Это как с водой. Когда ты дал мне напиться, та вода была как музыка, а все из-за ворота и веревки. Помнишь? Она была очень хорошая.

Ama böylesi daha iyi. Çünkü içlerinden birinde benim yaşadığımı bileceksin. Hepsini seveceksin. Hepsi senin dostun olacak. Ve sana bir hediyem var...”

- Да, конечно...


- Ночью ты посмотришь на звезды. Моя звезда очень маленькая, я не могу ее тебе показать. Так лучше. Она будет для тебя просто - одна из звезд. И ты полюбишь смотреть на звезды... Все они станут тебе друзьями. И потом, я тебе кое-что подарю...

Bir kez daha güldü.

И он засмеялся.

“Ah, küçük prens! Benim sevgili küçük prensim. Gülüşünü duymak çok güzel!”

- Ах, малыш, малыш, как я люблю, когда ты смеешься!

“Aslında benim hediyemdi bu... tıpkı su için olduğu gibi.”

- Вот это и есть мой подарок... Это будет как с водой...

“Anlamıyorum...

- Как так?

“Yıldızlar, başka başka insanlara farklı şeyler ifade ederler. Bazıları için sadece gökyüzünde titreyen ışıklardır. Yolcular içinse, bir rehberdirler. Bilim adamları için fikir kaynağıdırlar. Şu benim iş adamı içinse zenginlik. Ama herkes için sessizdirler. Sen hariç...”

- У каждого человека свои звезды. Одним - тем, кто странствует, - они указывают путь. Для других это просто маленькие огоньки. Для ученых они - как задача, которую надо решить. Для моего дельца они - золото. Но для всех этих людей звезды - немые. А у тебя будут совсем особенные звезды...

“Ne demek bu?”

- Как так?

“Geceleri gökyüzüne baktığında, yıldızlardan birinde benim yaşadığımı ve orada gülüyor olduğumu bileceksin. Bu yüzden sana sanki bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Bütün dünyada yalnızca senin gülen yıldızların olacak. “

- Ты посмотришь ночью на небо, а ведь там будет такая звезда, где я живу, где я смеюсь, - и ты услышишь, что все звезды смеются. У тебя будут звезды, которые умеют смеяться!

Ve bunu söyledikten sonra yine güldü.

И он сам засмеялся.

“Ve üzüntün geçtiğinde – çünkü zaman bütün acıları iyileştirir- beni tanıdığına memnun olacaksın. Daima benim dostum olarak kalacaksın. Benimle birlikte gülmek isteyeceksin. Be zaman zaman, sadece bunun için gidip pencereyi açacaksın... Gökyüzüne bakarken güldüğünü gören arkadaşların buna çok şaşıracaklar. Sen de onlara: “Ah, evet, yıldızlar beni hap güldürürler” diyeceksin. Onlar da senin deli olduğunu düşünecekler. Görüyorsun, sana ne kadar kötü bir oyun oynadım...”

- И когда ты утешишься - в конце концов всегда утешаешься, - ты будешь рад, что знал меня когда-то. Ты всегда будешь мне другом. Тебе захочется посмеяться со мною. Иной раз ты вот так распахнешь окно, и тебе будет приятно... И твои друзья станут удивляться, что ты смеешься, глядя на небо. А ты им скажешь: "Да, да, я всегда смеюсь, глядя на звезды!" И они подумают, что ты сошел с ума. Вот какую злую шутку я с тобой сыграю...

Ve bir kez daha güldü.

Он опять засмеялся.

“Aslında ben sana bir sürü yıldız değil de, kahkaha atabilen bir sürü zil vermiş gibi oldum.”

- Как будто вместо звезд я подарил тебе целую кучу смеющихся бубенцов... И он опять засмеялся. Потом снова стал серьезен:

Yine güldü. Sonra ciddileşti. “Bu gece... biliyorsun... gelme...”

- Знаешь... сегодня ночью... лучше не приходи.

“Seni bırakmayacağım.”

- Я тебя не оставлю.

“Dışarıdan acı çekiyormuşum gibi görünecek. Ölüyormuş gibi görüneceğim. Bunu görmeye gelme. Hiçbir işe yaramaz bu...”

- Тебе покажется, что мне больно. Покажется даже, что я умираю. Так уж оно бывает. Не приходи, не надо.

“Seni bırakmayacağım” dedim Endişelenmişti.

- Я тебя не оставлю.

“Sana böyle söylememin nedeni, biraz da yılan yüzünden. Sana zarar vermemeli... Yılanlar hain yaratıklardır. Zevk için insanı sokabilirler.”

Но он был чем-то озабочен.


- Видишь ли... это еще из-за змеи. Вдруг она тебя ужалит... Змеи ведь злые. Кого-нибудь ужалить для них удовольствие.

“Seni bırakmayacağım” dedim.

- Я тебя не оставлю.

Sonra birden rahatladı. “Yılanlar sadece bir kez zehirleyebilirler, öyle değil mi?” dedi.

Он вдруг успокоился:


- Правда, на двоих у нее не хватит яда...

O gece yola çıktığını görmedim. Sessizce ayrılmıştı. Arkasından koşup ona yetiştiğimde, hızlı ve kararlı adımlarla yürüdüğünü gördüm. Bana:

В ту ночь я не заметил, как он ушел. Он ускользнул неслышно. Когда я наконец нагнал его, он шел быстрым, решительным шагом.

“Ah! Buradasın...” dedi. Ama sesi hala telaşlıydı.

- А, это ты... - сказал он только.

“Gelmemeliydin. Üzüleceksin. Öldüğümü sanacaksın, ama gerçekte ölmüş olmayacağım.”

И взял меня за руку. Но что-то его тревожило.


- Напрасно ты идешь со мной. Тебе будет больно на меня смотреть. Тебе покажется, будто я умираю, но это неправда...

Sustum.

Я молчал.

“Anlaman gerekiyor. Orası çok uzak. Bedenimi oraya götüremem. Bunun için fazla ağır.”

- Видишь ли... это очень далеко. Мое тело слишком тяжелое. Мне его не унести.

Hiçbir şey demedim...

Я молчал.

“Boşalmış bir deniz kabuğu gibi kalacağım...Bunda üzülecek bir şey yok...”

- Но это все равно что сбросить старую оболочку. Тут нет ничего печального...

Cevap vermedim...

Я молчал.

Bir parça cesareti kırılmıştı. Son bir gayretle:

Он немного пал духом. Но все-таки сделал еще одно усилие:

“Biliyorsun, çok güzel olacak. Yıldızlara ben de bakacağım. Bütün yıldızlar paslanmış makaraları olan birer kuyu olacak benim için. Hepsi bana içecek su verecekler” dedi.

- Знаешь, будет очень славно. Я тоже стану смотреть на звезды. И все звезды будут точно старые колодцы со скрипучим воротом. И каждая даст мне напиться...

Hiçbir şey demedim.

Я молчал.

“Çok eğlenceli olacak. Senin beş yüz milyon tane küçücük zilin olacak; benimse beş yüz milyon su kaynağım...”

- Подумай, как забавно! У тебя будет пятьсот миллионов бубенцов, а у меня - пятьсот миллионов родников...

Ve artık o da hiçbir şey söyleyemedi, çünkü gözleri yaşlarla doldu. “İşte burası. Bırak yalnız devam edeyim.”

И тут он тоже замолчал, потому что заплакал.


- Вот мы и пришли. Дай мне сделать еще шаг одному.

Oturdu, çünkü korkuyordu.

И он сел на песок, потому что ему стало страшно.

Sonra:

Потом он сказал:

“Biliyorsun... Bir çiçeğim var... Ona karşı sorumluyum. O öyle narin, öyle masum ki... Kendini koruyabilmesi için sadece dört küçük dikeni var...”

- Знаешь... моя роза... я за нее в ответе. А она такая слабая! И такая простодушная. У нее только и есть что четыре жалких шипа, больше ей нечем защищаться от мира.

Ben de oturdum. Daha fazla ayakta duramamıştım.

Я тоже сел, потому что у меня подкосились ноги. Он сказал:

“İşte...” dedi, “Hepsi bu...” Biraz tereddütten sonra ayağa kalktı. Ben hareket edemedim.

- Ну... вот и все...


Помедлил еще минуту и встал. И сделал один только шаг. А я не мог шевельнуться.

Ayak bileğinin çevresinde sarı bir ışık vardı, başka hiçbir şey yoktu. Bir an hareketsiz durdu. Hiç bağırmadı. Bir ağaç gibi, yavaşça düştü yere. Yer kum olduğu için, düşerken en ufak bir ses bile çıkmamıştı.

Точно желтая молния мелькнула у его ног. Мгновенье он оставался недвижим. Не вскрикнул. Потом упал - медленно, как падает дерево. Медленно и неслышно, ведь песок приглушает все звуки.

27.

O günden bu yana tam altı yıl geçti. Bu hikayeyi daha önce kimseye anlatmamıştım. Uçağımı onarıp geri döndüğümde, çevremdekiler hayatta olduğum için çok sevinmişlerdi. Bense üzgündüm ve onlara yorgun olduğumu söylemiştim.

И вот прошло уже шесть лет... Я еще ни разу никому об этом не рассказывал. Когда я вернулся, товарищи рады были вновь увидеть меня живым и невредимым. Грустно мне было, но я говорил им: - Это я просто устал...

Şimdi acımın bir kısmı dinmiş durumda. Yani tamamen değil. Gezegenine geri döndüğünden eminim, çünkü gün ağarırken bedenini hiçbir yerde bulamamıştım. O kadar da ağır bir vücut değildi onunki. Şimdiyse, geceleri yıldızları dinliyorum. Sanki beş yüz milyon tane küçük zil, oradan bana gülüyor.

И все же понемногу я утешился. То есть не совсем... Но я знаю: он возвратился на свою планетку, ведь, когда рассвело, я не нашел на песке его тела. Не такое уж оно было тяжелое. А по ночам я люблю слушать звезды. Словно пятьсот миллионов бубенцов...

Ama beni kaygılandıran bir şey var. Koyununun ağzına bağlaması için çizdiğim ağızlığın kayışlarını çizmeyi unutmuşum. Yani, onu hiç kullanamayacak. Bu yüzden de gezegenine vardıktan sonra neler olduğunu çok merak ediyorum. Belki de çizdiğim koyun çiçeği yemiştir...

Но вот что поразительно. Когда я рисовал намордник для барашка, я забыл про ремешок! Маленький принц не сможет надеть его на барашка. И я спрашиваю себя: что-то делается там, на его планете? Вдруг барашек съел розу?

Bazen kendi kendime: “Kesinlikle yememiştir! Küçük prens çiçeği her gece camdan korunağıyla kapatmış, koyunu da dikkatle izlemiştir” diyorum. Böyle düşününce mutlu oluyorum. Ve bütün yıldızlar bana gülüyorlar.

Иногда я говорю себе: нет, конечно, нет! Маленький принц на ночь всегда накрывает розу стеклянным колпаком, и он очень следит за барашком... Тогда я счастлив. И все звезды тихонько смеются.

Ama sonra: “Herkes zaman zaman dalgın olabilir. Ya küçük prens bir gece camdan korunağı çiçeğin üstüne geçirmeyi unutursa ve koyun da sessizce yerinden çıkarsa...” diye düşünüyorum. O zaman benim küçük zillerim kahkaha yerine gözyaşlarına boğuluyorlar.

А иногда я говорю себе: бываешь же порой рассеянным... Тогда все может случиться! Вдруг он как-нибудь вечером забыл про стеклянный колпак или барашек ночью втихомолку выбрался на волю... И тогда бубенцы плачут...

Bu gerçekten büyük bir sır. Sizler gibi, benim gibi küçük prensi sevenler için, evrenin kim bilir neresindeki bir koyunun bir çiçeği yemiş ya da yememiş olması çok önemli bir şeydir.

Все это загадочно и непостижимо. Вам, кто тоже полюбил Маленького принца, как и мне, это совсем-совсем не все равно: весь мир становится для нас иным оттого, что где-то в безвестном уголке Вселенной барашек, которого мы никогда не видели, быть может, съел незнакомую нам розу.

Gökyüzüne bakın. Kendinize “Acaba koyun çiçeği yedi mi, yemedi mi?” diye sorun. Bakın her şey nasıl da değişiyor.

Взгляните на небо. И спросите себя: жива ли та роза или ее уже нет? Вдруг барашек ее съел? И вы увидите: все станет по-другому...

Ve bunun neden bu kadar önemli olduğunu büyükler asla anlayamazlar...

И никогда ни один взрослый не поймет, как это важно!

Benim için bu, dünyanın en güzel ve en hüzünlü manzara resmi. Bir önceki resme çok benziyor ama unutmamanız için bir kez daha çiziyorum. Küçük prensin Dünyaya indiği ve ayrıldığı yer işte burası. Lütfen resme çok dikkatli bakın ve onu hafızanıza iyice yerleştirin. Eğer bir gün yolunuz Afrika’ya düşerse ve Sahara Çölü’nü geçerseniz, işte tam bu noktaya geldiğinizde lütfen biraz durun. Eğer küçük bir çocuk size doğru gelirse, size gülerse, altın sarısı bukleleri varsa ve hiçbir sorunuzu yanıtlamıyorsa, onun kim olduğunu tahmin edersiniz. Lütfen bana bu iyiliği yapın. Beni merakta bırakmayın. Onun geri döndüğünü haber vermek için bana hemen yazın...


Это, по-моему, самое красивое и самое печальное место на свете. Этот же уголок пустыни нарисован и на предыдущей странице, но я нарисовал еще раз, чтобы вы получше его разглядели. Здесь Маленький принц впервые появился на Земле, а потом исчез. Всмотритесь внимательней, чтобы непременно узнать это место, если когда-нибудь вы попадете в Африку, в пустыню. Если вам случится тут проезжать, заклинаю вас, не спешите, помедлите немного под этой звездой! И если к вам подойдет маленький мальчик с золотыми волосами, если он будет звонко смеяться и ничего не ответит на ваши вопросы, вы, уж конечно, догадаетесь, кто он такой. Тогда - очень прошу вас! - не забудьте утешить меня в моей печали. Скорей напишите мне, что он вернулся...



Русско-турецкий военный разговорник http://perevod99.blogspot.com/2011/11/blog-post_4946.html

Краткий русско-турецкий военный разговорник http://perevod99.blogspot.com/2011/11/blog-post_16.html

Тексты современных учебников иностранных языков как литературный жанр http://perevod99.blogspot.com/2007/12/blog-post_12.html



Загрузка...