YAŞLI adamın iki robotu başucunda hareketsiz durmaktaydılar. Alvin cesede doğru bir adım atınca tentaküllerini ileriye, Alvin’e doğru uzatıp yaklaşmasını önlediler.
Yapabileceği bir şey olmayan Alvin ısrar etmeyip olduğu yerde kaldı. Bu ölümün mermer yüzüne ilk bakışıydı ve kalbini buzdan bir el sıkıştırıp, kulaklarını mezarın donmuş sessizliği doldururken gençliğinden bir şeyin, bir daha geri gelmeyecek, bir daha boşluğu doldurulamayacak bir şeyin de ebediyen gelip geçmiş, ebediyen uçup gitmiş olduğunu hissetmekteydi.
Bu garip, türünün sonuncusu cemiyetin, dünyanın bir benzerinin daha belki de hiç göremeyeceği cemiyetin sonu buydu. Ama bu insanlar, eğer uğraş vermemiş olsalardı, ebediyen kaybolup gidecek olan geçmiş bilgileri sanki bir mucize eseriymiş gibi kurtarıp, saklamış oldukları için, kandırılmış, boş umutlar peşinde koşmuş olmalarına rağmen, yaşamları yine de tümüyle boşa harcanmamıştı. Bu bakımdan artık düzenleri de gönül hoşluğuyla, bir zamanlar varlıklarını ölümsüz varsaymış, milyonlarca diğer, benzer cemiyetin tuttuğu yolu tutabilir, tarihin tozlu sayfalan arasına gömülebilirdi.
Yaşlı adamı dağlar arasındaki mezarında, dünya durdukça hiç ama hiç kimsenin rahatsız edemeyeceği mezarında uyumaya bıraktılar. Yaşlı adama uzun yaşamında sadakatle hizmet etmiş olan robotlar onu uykusunda, yaşamından da uzun ebedi uykusunda da terk etmeyecekler, bekleyecekler, artık hiçbir zaman veremeyeceği emirleri bekleyeceklerdi. Dağlar yerlerinden oynayıp birbirleri üzerine devrilene, birbirlerine çarpıp tuz-buz olana, Yer Yuvarlağı yörüngesinden çıkıp boşluğa kayana, boşlukta infilak edene, milyarlarca zerreye ayrılana dek bekleyecek, bekleyeceklerdi…
Bir zamanlar insanoğluna aynı vefayla hizmet etmiş olan dört ayaklı hayvanlara gelince, soyları çok uzun zaman önce tükenmiş olduğu için, iki genç bu hayvanların adlarını bile duymamışlardı.
Sessizce uzay gemisine dönüp son bir kere daha geriye, dağların arasına sıkışıp kalmış siyah bir gölü andıran kaleye baktıktan sonra, Lys portakal rengi bir denizde büyük, yeşil bir ada görünümü alana kadar yükseldiler. Alvin daha önce hiçbir zaman bu kadar yükseklere çıkmamıştı. Daha da yükselip gemiyi durdurduklarında Yer Yuvarlağının oluşturduğu yayı bütünüyle görebildiler. Çok küçülmüş olan Lys, çölün gri ve portakal karışımı rengine karşı kara bir gölgeden başka bir şey değildi artık ama, Yer Yuvarlağının çizdiği yayın öbür tarafında bir şey, rengarenk mücevher Diaspar’dı ve bu da Theon’un Diaspar’ı ilk görüşüydü.
Uzun süre Yer Yuvarlağının altlarında dönüşünü seyrettiler, insanoğlunun tüm eski varları içinde yitirmeyi en az göze alabileceği devlet hiç kuşkusuz buydu. Lys’le Diaspar yöneticileri şimdi keşke burada, yanlarında olsaydı da, bu devleti buradan, onların gözleriyle görebilseydiler.
— Theon. Acaba doğru mu hareket ediyorum?
Arkadaşının beynine bazen birdenbire üşüşüp onu umutsuzluğa sürükleyen, kuşkular içinde kıvrandıran sorular konusunda henüz hiçbir fikri olmayan Theon şaşırdı. Rorden’inkinden daha düşük bir ölçüde olmasına rağmen. Rorden gibi Theon da karakterinin büyük ölçüde etkilendiğini, Alvin’in ardında oluşturduğu kasırganın girdabının, Rorden gibi onu da içine çektiğini, emip yuttuğunu hissettiğinden, bu soruya tarafsız bir yanıt vermesi kolay değildi. Ağır ağır konuştu:
— Haklı olduğuna inanıyorum. Irklarımız oldukça uzun zaman ayrı kaldılar. Gereğinden de fazla bir zamandan beri ayrı kaldılar.
Duygularının yanıtının tarafsızlığını bozduğunu bildiği halde, yine de cevabının doğru olduğunu düşündü ama Alvin, kuşkularından hâlâ kurtulamamış olarak tasalı bir tavırla üsteledi.
— Şimdiye dek akıl etmediğim, atladığım bir sorun var. Yaşam süreçlerimiz arasındaki fark sorunu.
Bu sözlere başka bir şey eklemedi ama herbiri diğerinin ne düşündüğünü bilmekteydi.
Theon sonunda Alvin’in sözlerindeki gerçeği kabul etti.
— Bu durum beni de çok tasalandırıyor ama ırklarımız yeniden tanışıp kaynaştığında sorunun kendiliğinden çözümleneceğini sanıyorum. Her iki tarafın birden haklı olamayacağına kuşku yok. Bizim yaşam süreçlerimiz çok kısa, sizlerinki de çok uzun ama zamanla bir uzlaşmaya varılabilir.
Tek umudun bir uzlaşmada yattığı doğruydu. Bununla beraber geçiş dönemi çağlan yine de çok, çok zor olacaktı. Alvin bir kere daha Seranis’in acı sözlerini hatırladı.
«Sen hâlâ gençliğini sürerken ben de, Theon da çoktan ölmüş olacağız.»
Öyle olsundu. Koşulları kabullenecekti. Diaspar’da bile tüm dostlukların üzerine aynı süreç farkının gölgesi düşmekteydi ve aslına bakılırsa, uzlaşmanın yüz yıl, ya da bir milyon yıl sonra gerçekleşmesinin, sonuçta hiçbir önemi yoktu, insanoğlunun geleceği iki kültürün birleşmesini gerektiriyordu ve tüm insanlığın söz konusu olduğu bir yerde bireysel mutluluğun sözü bile edilemezdi. Alvin insanlığı bir an için kendi öz yaşamının canlı bir geçmişinden daha fazla bir şey olarak görüp, seçiminin bir gün gelip de neden olabileceği bireysel mutsuzluğu gözünü kırpmadan kabullendi.
Altlarında Yer Yuvarlağı dönmeye, durmadan dönmeye, arkadaşının iç dünyasını sezen Theon da susmaya devam etmekteydi. Alvin içini dökmeyi sürdürdü:
— Diaspar’dan ilk ayrılışımda ne bulmayı umduğumu bilmiyordum. Ama o zamanlar Lys’le, Lys’in verebilecekleriyle yetinebilirdim. Şimdiyse yeryüzündeki her şey bana artık öyle küçük, öyle anlamsız görünüyordu ki. Şimdiye kadar çözdüğüm her sorunun ardından daha yeni, daha güç sorunlar çıktı. Öyle ki, artık Üstadın kim olduğunu, Yer Yuvarlağına neden geldiğini öğrenmedikçe huzura kavuşamayacağım. Ama sonuçta bu da bir şey değiştirmeyecek. Çünkü eğer bir gün gelir de bunu öğrenebilirsem bu sefer de Büyüklerle, İstilacıların kimler olduğunu araştırmaya başlayacağım ve sanırım bu sonsuza dek böyle sürüp gidecek.
Arkadaşım hiç bu kadar tasalı görmemiş, onun hakkında şu son birkaç dakika süresinde pek çok şey öğrenmiş olan Theon onun konuşmasını kesmeyi hiç dilememekteydi. Alvin monoloğunu sürdürdü:
— Robot bana bu geminin Yedi Güneşlere yarım günden daha kısa sürede gidebileceğini söyledi. Ne dersin? Acaba oraya gitmeli miyim?
— Acaba ben de seni durdurmalı mıyım?
— Gerçekten böyle düşünsen bile bu yine de bir cevap değil. Uzayda nelerle karşılaşabileceğimizi bilmiyoruz. Üstelik İstilacılar evrenden ayrılmış olsa bile, uzayda yine de insana dost olmayan güçler bulunabilir.
— Niçin dost olmasınlar? Filozoflarımızın üzerinde asırlardan beri tartıştıkları konulardan biri de bu. Oysa gerçekten akıllı bir yaratığın, akıllı olduğu için düşman olmaması gerekir.
— Ya İstilacılar? Ya İstilacılara ne demeli?
Theon altlarında uzanan sonsuz çölleri gösterdi.
— Bir zamanlar bir imparatorluğumuz vardı. Şimdi göz koyacakları neyimiz kaldı ki gelsinler?
Bu görüş tarzı Alvin’i biraz şaşırtmıştı:
— Tüm Lys bu kanıda mı?
— Sadece bir azınlık. Sokaktaki adamın böyle şeylerle uğraştığı yok. Eğer fikrini sorarsan da, büyük bir olasılıkla, İstilacılar Yer Yuvarlağım yok etmeyi gerçekten isteselerdi, bunca zaman beklemeyeceklerini, bunu asırlar önce yapacaklarını söyleyecektir. İstilacılardan şimdi ancak birkaç kişi, aralarında annem de bulunan birkaç kişi korkuyor.
— Diaspar’lılar son derece ödlek oldukları için bizde durum çok daha değişik. Annen namına üzüldüm. Benimle gelmene engel olacağım sanıyor musun?
Alvin’in sadece Seranis’in onayım düşünüşünün, kendi rızasını çantada keklik varsayışımın farkına bile varmayan Theon soruyu üstüne basa basa yanıtladı.
— Buna hiç kuşkum yok.
Alvin bir an düşündü.
— Annen şimdi gemiyi de öğrenmiştir, ne yapmak niyetinde olduğumu da. Airlee’ye dönmeliyiz. Hem de bir an önce.
— Hayır. Bu güvenceli bir hareket olmayacaktır. Daha iyi bir planım var.
İndikleri küçük kasaba Airlee’ye ancak oniki mil çekmekteydi. Bununla beraber mimarisi ile yayılışı Airlee’den çok farklıydı. Birkaç katlı, bir gölün çevresine sıralanmış olan evler, karşı sahillere bakmaktaydılar. Göz alıcı renklere boyanmış, kıyı boyunca demir atmış çok sayıda tekne suların üzerinde salınmaktaydı. Bu tekneler böyle şeylerin adını bile duymamış olan Alvin’i hem büyülediler, hem de ne işe yaradıklarını merak etmesine yol açtılar.
Arkadaşlarını görmeye giden Theon’un dönüşünü gemide bekledi. Geminin çevresinde toplanan, kendilerini geminin içinden izlemekte olduğunun farkında bile olmayan kalabalığın derin hayretiyle, suskun tasası eğlendiriciydi. Theon birkaç dakika soma geri dönünce, bu araştırıcı kalabalığı yarıp hava kilidine ulaşmakta epey güçlük çekti ve ancak kapı tekrar arkasından kapanınca rahat bir nefes aldı.
— Annem gönderdiğin haberi iki üç dakika sonra alacak. Gerçi nereye gitmek niyetinde olduğumuzu söylemedim ama bunu tahmin etmekte güçlük çekmeyecektir. Bunların yanı sıra, seni çok ilgilendirecek bazı şeyler de öğrendim.
— Ne gibi şeyler?
— Merkez Konsey Diaspar’la görüşmelere başlayacak.
— Bu doğru olamaz.
— Doğru. Hem de bal gibi. Gerçi bu konuda henüz bir açıklama yapılmış değil ama bu gibi şeylerin gizli kalamayacağını sen de benim kadar iyi bilirsin.
Bu doğruydu. Özellikle Lys’te.
— Görüşecekleri konu neymiş?
— Büyük bir olasılıkla biziz. Daha doğrusu bizi nasıl durdurabilecekleri. Bu kadar çabuk dönmemin sebebi de bu.
Alvin biraz hüzünlü bir tavırla gülümsedi:
— Demek akılla iknanın sürçtüğü yerde korku işe yaradı.
— Tam üstüne bastın. Hem de üyeleri dün gece gerçekten etkilemene rağmen. Sen uyuya kaldıktan sonra aralarında daha uzun süre konuşmalarına rağmen.
Bu görüşmenin sebebi ne olursa olsun Alvin bundan yine de büyük bir hoşnutluk duymaktaydı. Diaspar’da, Lys’te tepki göstermekte şimdiye dek ağır davranmışlardı ama, olaylar artık hızla doruğa tırmanmaktaydılar. Doruğun kendisi için tatsız sonuçlan olabileceğine ise Alvin pek aldırmamaktaydı.
Robota son talimatlarını verdiğinde çok yükseklerdeydiler. Uzay gemisi hemen hemen durmuştu. Belki bin mil aşağılarındaki Yer Yuvarlağı gökyüzünü hemen hemen doldurmakta ve hiç de davetkâr görünmemekteydi. Alvin geçmişte daha kaç uzay gemisinin şimdi onların durduğu yerde kısa bir süre durduktan sonra yoluna devam ettiğini merak etti.
Orada oldukça uzun süre durdular. Sanki robot yola çıkmadan önce, milyonlarca asırdan beri kullanılmamış olan kumanda aygıtlarıyla devreleri tek tek gözden geçirmekteydi. Sonra hafif, çok hafif bir vınlama duyuldu. Alvin uzay gemisinin böyle bir ses çıkardığım ilk defa duymaktaydı. Bu vınlama süratle, perde perde yükseldi. Kulağın duyu sınırını da aşıp, ses duvarlarım da peşpeşe delip duyulmaz oldu ve Alvin herhangi bir sarsılma, atıla, ilerleme hissetmemesine rağmen, yıldızların ekrandan birdenbire süratle gelip geçmeye başladıklarım fark etti. Yer Yuvarlağı tekrar belirip tekrar kaybolduktan sonra, tekrar, ama bu kez değişik bir açıdan gözüktü. Uzay gemisi uzayı koklamakta, ekseni çevresinde kuzeyi arayan bir pusula ibresi gibi dönüp, yönünü aramaktaydı. Uzay gemisi burnunu en sonunda yıldızlara verip, yıldızlara yönelik dev bir füze gibi hareketsiz kalıncaya kadar, gökler çevrelerinde dakikalar boyunca dönüp dönüşüp, kıvrılıp sarılıp, birleşip ayrılıp, içiçe içiçe geçip, Samanyolu Samanyolu devrildiler.
Ekranın ortasında şimdi Yedi Güneşler belirmişti. Yedi Güneşlerin büyük, gökkuşaklarıyla çevrili halkası. Yer Yuvarlağının karanlık bir hilal halindeki küçük bir parçası, gün batımının altınla, kızıl kan karışımı bir kenar çektiği küçük bir parçası hâlâ görülebilmekteydi. Dakikalar gelip geçer, Yedi Güneşler ekranda parıldamaya devam ederken bir şeylerin, tüm beklentilerinin ötesinde bir şeylerin olup bittiğini anlayan Alvin, koltuğunun kenarlarım sımsıkı kavramış, beklemekteydi.
Sanki zorla yerlerinden koparılıyorlarmış gibi birden içi bayıldı. Herhangi bir ses duyulmamıştı ama görüntü bulanıp bozulmuş, Yer Yuvarlağı sanki dev bir el tarafından itilip de uzaklaştırılmış gibi yok olmuştu. Yer Yuvarlağı sanki hiç var olmamış gibi yok olmuştu ve artık uzayda onlarla yıldızlardan ve garip bir şekilde kısalıp daralmış bir güneşten başka bir şey kalmamıştı.
Sanki bir kere daha zorla yerlerinden koparılıyorlarmış gibi, bir kere daha gönlü bulanıp, bunun yam sıra, bir de çok hafif bir mırmır sesi duydu. Sanki jeneratörler ilk defa için çalışmaya başlamaktaydılar. Bir andan, hiçbir değişiklik olmamış gibi gelen bir andan sonra artık güneşin de yitmiş olduğunu ve yıldızların ağır ağır, sürünürcesine geminin yanından gelip geçmeye, geminin ardında kalmaya başladıklarım fark etti. Bir an için dönüp geriye bakınca, gerisinde de hiçbir şey göremedi. Bir karanlık yarım küresinin, gecesinin örttüğü feza bütünüyle yok olmuştu. O gözlemeye devam ederken bile yıldızlar bu karanlık yarım kürenin içine kıvılcımlar gibi dalmakta, bu karanlık yarım kürenin içinde suya düşen kıvılcımlar gibi sönmekte, yitmekteydiler. Uzay gemisi şimdi ışık hızından çok daha büyük bir hızla ilerlemekte ve Alvin artık Yer Yuvarlağıyla güneşin bilinen çekim alanı içinde olmadıklarını anlamaktaydı.
Bir kere daha zorla yerlerinden koparılıyorlarmış gibi gönlü bulanıp, bu kere üstelik kalbinin durmasına da ramak kaldı. Garip görüş bulanıklığı artık apaçıktı. Çevresi bir an için artık bir daha tanınamayacak derecede çarpılıp bozulmuş gibi göründü. Soma beyninde birdenbire bir şimşek çaktı, sırrına eremediği bir feraset şimşeği çaktı ve bu çarpılıp bozulmanın nedenini anladı. Bu çarpılıp bozulma bir göz yanılgısı değil de gerçeğin ta kendisiydi. Şimdiki zamanın sınırlı boyutları içinden gelip geçerken, hemen aynı anda da çevresinde, uzayda olup biten değişiklikleri de bilemediği bir tarzda kavramasından ileri gelmekteydi.
Hemen aynı anda da jeneratörlerin mırmırı bir kükremeye, gemiyi sarsan bir kükremeye dönüştü. Alvin bir makinenin böyle bir ses çıkardığım şimdiye dek hiç duymamış olduğu için bu kükreyişten, bu zorlanma, bu itiraz kükreyişinden iki misli etkilendi. Sonra her şey başladığı gibi birdenbire sona erip, kükreyiş birdenbire kesildi ve kulaklarını birdenbire çın çın çınlatan bir sessizlik doldurdu. Büyük jeneratörler görevlerini yerine getirmişlerdi. Artık yolculuğun sonuna değin onlara gerek duyulmayacaktı. Önlerinde uzanan yıldızların mavi-beyaz ışıklar saçtıktan sonra gözden kaybolmalarına karşın, doğa veya bilimin bir mucizesi neticesinde, Yedi Güneşler konumlarıyla renklerinin hafifçe değişmiş olmasına rağmen hâlâ görülmekteydiler. Uzay gemisi bir karanlık tünelin içinden, zaman ve mekân sınırlarının dışından, aklın alamayacağı kadar büyük bir hızla Yedi Güneşlere doğru atılmakta, Yedi Güneşlere doğru ilerlemekteydi.
Şu anda, eğer kontrol altında tutulmamış olsa onları güneş sisteminin dışına çıkardığı kadar kısa sürede de Galaksinin kalbine, oradan da Galaksinin ötesindeki çok daha büyük boşluğa götürecek bir hızla derlemekte olduklarına inanmak çok güçtü.
Ne Alvin’in ne de Theon’un, yolculuklarının akıl almaz boyutlarını kavramalarına olanak yoktu. Büyük araştırmalarla ilgili destanlar insanoğlunun evrene bakış açısını kökünden değiştirmişler, eski gelenekler şimdi bile, milyonlarca yıl sonra bile tümüyle unutulmamışlardı. Efsaneye göre bir uzay gemisi, bir zamanlar güneşin doğuşuyla batışı arasında Evreni çepeçevre dolaşmıştı. Yıldızlar arasındaki milyonlarca mil uzaklığın bu tür akla sığmaz hızlar karşısında hiçbir önemi yoktu. Bu bakımdan bu yolculuk Alvin’e, Lys’e yapmış olduğu yolculuktan ancak biraz daha zor, buna karşında daha az tehlikeli gibi gelmekteydi.
Yedi Güneşlerin ışığı önlerinde yavaş yavaş yoğunlaşırken, Theon her ikisinin de düşüncelerini dile getirdi.
— Alvin. Bu güneşler zincirinin doğal olmasına imkân yok.
Alvin başıyla onayladı:
— Ben de böyle düşünüyorum. Hem de yıllardan beri ama bu düşünce bana yine de ters, yine de çılgınca geliyor.
— Bu düzen insanoğlunun eseri olmasa bile yine de aklın ürünü olmalı. Doğa ne bu her biri ana renklerin birini temsil eden, her biri eşit derecede parlak güneşleri, ne de oluşturdukları bu mükemmel halkayı meydana getiremezdi. Üstüne üstlük, görebildiğimiz evrende Merkez Güneşe benzeyen, Merkez Güneşle kıyaslanabilecek bir şey de yok.
— Sence böyle bir düzenin oluşturulmasındaki amaç ne olabilir?
— Aklıma bir sürü neden geliyor. Bu belki de Evren’e giren yabancı bir geminin yaşamı nerede arayacağını göstermeye yarayan bir işaret. Belki de galaktik yönetimin merkezini bildiren bir simge. Her nedense gerçek açıklamanın bu olduğunu hissediyorum, gelmiş geçmiş tüm sanat eserlerinin en büyüğünden başka bir şey değil. Ama kısa, çok kısa bir süre sonra gerçeği öğrenmiş olacağımız için, şu anda varsayımlarda bulunmak çılgınlıktan başka bir şey değil.