On altıncı Bölüm

ÖĞLEYİN, bu kez artık saklanmayı filan düşünmeyerek, Airlee’ye indiler. Alvin iniş esnasında kendi kendisine, İnsanlık tarihi boyunca herhangi bir geminin Yer Yuvarlağına şimdiye dek böyle bir yük taşıyıp taşımamış olduğunu sormaktaydı. Tabii eğer Vanamonde geminin içindeyse. Çünkü dönüş yolculuğu esnasında Vanamonde’yi hiç görmemişlerdi ve Theon gemide Vanamonde’ın kendisinin değil de, sadece ilgi sahasının bulunduğunun söylenebileceğine inanmaktaydı ki, bu da oldukça tutarlı bir görüştü.

Gemiden inerlerken kapılar arkalarından usulca kapanıp, giysileri birdenbire çıkan bir rüzgârla uçuştu. Sonra gemi gümüş bir benek gibi tekrar göğe yükseldi. Alvin’in kendisine tekrar gereksinme duyacağı ana kadar ait olduğu dünyaya dönen gümüş bir benek gibi tekrar göğe yükseldi.

Alvin’in yarı yarıya umduğu, Theon’un ise kesinkes emin olduğu gibi, Seranis onları beklemekteydi. İki gence bir süre sessizce baktıktan sonra, sakin bir tavırla Alvin’e seslendi:

— Başımıza yeni yeni çoraplar örmek hoşunuza gidiyor değil mi? Ama sözlerinde kin değil de sadece yarı alaylı bir kadere boyun eğiş ve hatta, hatta, yeni yeni sezilen bir onay vardı. Öyle ki Alvin daha Seranis leb demeden leblebiyi anlayıp, ağzındaki baklayı çıkardı:

— Demek Vanamonde geldi.

— Hem de saatler önce. Şafaktan beri de, Tarih konusunda varlığından bile şüphelenmediğimiz kadar çok şey öğrendik.

Alvin Seranis’e bir süre hayretle bakakaldıktan sonra sonunda ne demek istediğini anladı. Vanamonde’un ortaya çıkışının bu idrakleri keskin, beyinleri birbirlerinin beyinlerini harikulade bir şekilde tamamlayan ırk üzerinde nasıl bir etki uyandırdığını, nasıl bir sarsıntı yarattığım, hayal etmek güç bir iş değildi. Lys’liler duruma baş döndürücü bir hızla tepki göstermişlerdi. Gözlerinin önünden birdenbire biraz yersiz bir görüntü, Vanamonde’ın, çevresi Lys’in istekli aydınları tarafından çevrilmiş, belki de biraz ürkmüş Vanamonde’ın biraz altı kaval üstü şişhane bir görüntüsü geçti.

— Vanamonde’ın ne olduğunu anlayabildiniz mi?

— Evet. Aslını henüz öğrenememiş olmamıza rağmen, bu konuda güçlük çekmedik. Vanamonde pırıl pırıl bir beyin. Bilgisi de hadsiz hudutsuz gibi görünüyor ama kendisi çocuksu. Hem de sözcüğün tam anlamıyla çocuksu.

Theon birden haykırdı:

— Tabii. Bunu tahmin etmem gerekirdi.

Alvin bir kere daha pusulayı iyice şaşırmış, hayretten hayrete sürüklenmeye başlamıştı. Öyle ki Seranis sonunda haline acıyıp ayrıntılara girdi.

— Vanamonde’ın devasa, belki de sınırsız bir beyni olmasına karşın kendisinin henüz tam gelişmemiş, olgunlaşmamış olduğunu söylemek istiyorum.

Dudaklarını bükerek gülümsedikten sonra devam etti:

— Düşünce yöntemlerinin bizimkilerden çok daha hızlı olup, herşeyi çok, ama çok daha büyük bir süratle öğrenmesine karşı, şu andaki zeka düzeyi herhangi bir insanınkinden daha düşük. Aynı zamanda henüz ne olduğunu çıkaramadığımız bazı güçleri de var. Bunu anlatması oldukça güç ama, örneğin geçmişin tümü hakkında eksiksiz bilgi sahibi gibi gözüküyor. Sizi izlemek, ardınızdan Yer Yuvarlağına gelmek için de bu yeteneğini kullanmış olmalı.

Bir dereceye kadar yenilmiş olduğunu bir defaya mahsus olarak kabul eden Alvin herhangi bir yanıt vermedi. Theon’ un Vanamonde’ın Lys’e gelmesini istemekte ne denli haklı olduğunu anlamaktaydı. Seranis’ten daha kurnazca davranmakla ne iyi bir iş yapmış olduğunu da bilmekteydi. Çünkü Seranis’i iki defa aldatıp iki defa kafese koymak kimsenin harcı değildi.

— Vanamonde’ın yeni doğmuş olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

— Vanamonde kendi ölçülerine göre henüz yeni doğmuş, henüz bebek sayılır ama İnsanoğlundan çok, çok daha yaşlı olduğu kesin. Ama asıl olağanüstü olan, kendisini bizim yaratmış olduğumuz hakkındaki ısrarı. Bu konuda dediğim dedik. Bence aslının geçmişin tüm büyük sırlarıyla ilişkili olduğuna hiç kuşku yok.

Theon biraz üst perdeden, Vanamonde kendi malıymış gibi çıkan bir sesle sordu.

— Vanamonde şimdi neyle meşgul.

— Crevarn’lı tarihçilerin sorularını yanıtlamakla. Tarihçiler geçmişin ana hatlarını çıkarmaya çalışıyorlar. Ama Vanamonde geçmişi mükemmel bir ayrıntı bolluğuyla çizebilmesine rağmen gördüklerini anlamadığı için, bundan ötürü de onunla beraber çalışmak, ne dediğini açıkça anlamak çok zor olduğu için, bu iş daha yıllarca sürer.

Alvin Seranis’in bütün bunları nasıl olup da bildiğini, yine de, yine de bir türlü anlayamamaktaydı. Sonra Lys’ teki her aydın, ileriye dönük kimsenin bu araştırmanın, bu büyük araştırmanın gelişmesini izlemekte olduğunu anlayıp birdenbire bir karara vardı.

— Rorden de burada bulunmalıydı. Diaspar’a, Rorden’i getirmeye gidiyorum.

Bir an durduktan sonra aklına sonradan gelen bir düşüncenin kararlılığıyla ekledi.

— Tabii Jeserac’ı da.

* * *

Rorden ömrü boyunca hiç kasırga görmemişti ama, eğer bir kasırgaya tutulmuş olsaydı bile bundan daha fazla sarsılamazdı. Gerçeği yaşamakta olduğu duygusunu tamamiyle yitirdiği, herşeyin, ama herşeyin bir düş olduğu, bir düşten başka bir şeyi yaşamadığı hissinin hemen hemen kahredici bir ağırlıkla üstüne çöktüğü, bunaltıcı anlar vardı ve bu da o anlardan biriydi çünkü.

Gözlerini yumup büroyu, bir zamanlar hem şahsiyetinin bir parçası, hem de onu dış dünyaya karşı koruyan bir set olmuş olan Diaspar’daki büroyu anımsamaya çalıştı. Eğer Alvin’le ilk karşılaştığında geleceği görüp de bu karşılaşmanın doğuracağı sonuçları ön görebilmiş olsaydı, neler düşünmüş, nasıl bir tutum içine girmiş olabileceğini merak etti. Bununla beraber bir şeyden, bu geleceği, neyi gösterirse göstermiş olsun yönünden saptıramayacağından, bunun düşüncesine bile iltifat etmeyeceğinden emindi. Şimdi hem kesinkes emindi, hem de gurur duymaktaydı.

Tekne gölün üzerinde Rorden’in oldukça hoşuna giden bir tarzda, kuğu gibi ağır ağır süzülürken, Rorden Grevarn kasabasının hangi amaçla bir ada üzerinde inşa edilmiş olduğunu bir türlü bulup çıkaramamaktaydı. Nazlı dalgalara karşı demirlemiş, nazlı dalgaların üzerinde yükselip inen rengârenk evlerin, hemen hemen gerçek olamayacak kadar güzel bir manzara sergilemesine rağmen, bu Rorden’e yine de özürlü, yersiz bir düzenleme gibi gelmekteydi. Rorden manzara ne kadar güzel olursa olsun, insanın ömrünü yine de sırf manzara seyretmekle geçiremeyeceğini düşünmekteydi çünkü. Sonra, hemen hemen aynı anda, bu garip insanların büyük çoğunluğunun bundan başka bir şey yapmadığını, ömürlerini sadece ve sadece bu manzarayı seyretmekle geçirdiklerini hatırladı.

Bununla beraber bu insanların haklarını yememek gerekirdi. Bu insanlar bu garipliklerine rağmen yine de kendini saygı duymaktan alamadığı derecede gelişmiş beyinli kimselerdi. Vanamonde’ın anlattıkları Rorden için geniş, çok yankı yapan bir manzarada, hepsi de aynı anda bağırıp çağıran binlerce kişinin sesinden doğan anlamsız bir kakafoniden başka bir şey değilken, Lys’liler bu düşünce seli içinde, bu sözcükler denizi üzerinde, boğulmak bir yana, babalarının evindeymiş gibi güvenli adımlarla ilerleyebiliyorlardı. Bu sözcüklerin anlamlarını tek tek çıkarabilip, bu sözcükleri ileride rahat rahat değerlendirmek için, tek tek kaydedebiliyorlardı. Böylece geçmişin bir zamanlar tümüyle yitirilmiş gibi görünen kurgusu, daha şimdiden hafif hafif şekillenmeye başlamıştı ve bu öylesine beklenmedik, öylesine yabancı bir kurguydu ki Rorden’in şimdiye dek öğrenmiş, doğruluğuna daima inanmış olduğu tarihle en ufak bir benzerliği yokmuş gibiydi.

Birkaç ay içinde Diaspar’a ilk raporunu sunacaktı. Bu raporun içeriğinin ne olacağı henüz belli değildi ama, ırkının kısır yalnızlığına ebediyen son vereceğini biliyordu. Kökleri aydınlığa çıktığında Lys’le Diaspar arasındaki engeller ortadan kalkacak, bu iki büyük kültürün karışması insanoğlunun uygarlığını gelecek asırlar boyunca güçlendirecekti. Bu bile, henüz başlamakta olan büyük araştırmanın, küçük, ikinci derecede bir ürününden daha fazla bir şey olmayacaktı. Eğer Vanamonde’un çıtlattıkları gerçekse, insanoğlunun ufukları yakında sadece Yer Yuvarlağının sınırlarına ulaşmakla kalmayıp, yıldızlan da kucaklayacak, hatta yıldızlan da aşıp, daha ötelere, galaksilere de uzanacaktı. Bununla beraber bu daha sonraki beklentilerden emin olmak için henüz çok erkendi.

Lys’in baş tarihçisi Celitrax onları küçük dalgakıranda karşıladı. Uzun boylu, hafifçe kambur bir adamdı. Rorden onun kısa yaşamında bu kadar çok şeyi, Büyük Üyelerin yardımı olmadan nasıl öğrenebilmiş olduğunu çok merak etmekte, Grevarn’da karşılaştığı olağanüstü belleklerin asıl nedeninin, asıl Büyük Üyeler gibi makinelerin yokluğundan ileri geldiği ise aklına bile gelmemekteydi. Kasabayı yabancılar için o kadar tehlikeli kılan sayısız kanallardan biri boyunca hep beraber ilerlediler. Calitrax’ta biraz aklı başka bir şeyle meşgulmüş gibi bir hal vardı ve Rorden, Calitrax’ın aklının diğer yansının hâlâ Vanamonde’de kalmış olduğunu anladı.

Kendini biraz ihmal edilmiş hisseden Rorden sonunda dayanamayıp sordu:

— Sonunda tarih tespit etme yönteminizi kararlaştırabildiniz mi?

Ev sahipliği görevlerini hatırlayan Calitrax, açık bir isteksizlikle de olsa Vanamonde’yi düşünmeyi bir yana bıraktı.

— Evet. Bunun astronomik yöntem olması gerekti. Bu yöntemin on bin yıl geriye kadar, hatta ilk çağlara kadar gittiğini düşünüyoruz. Doğru gittiğini. Durum daha iyi de olabilirdi ama buna da şükür. Zira ana devirleri birbirlerinden ayırıp açık seçik gösterebilmemiz bile oldukça büyük bir başarı sayılır.

— Ya İstilacılar? Benson İstilacıların yerini saptayabildi mi?

— Belki bin kez denedi ama herhangi bir belli dönem üzerinde durup, sadece o dönemi taramak umutsuz bir uğraş olduğu için bir türlü saptayamadı. Şimdi yaptığımız şey tarihin başlangıcına geri dönüp, başlangıçtan itibaren muntazam fasılalarla maktalar (ortalamalar) almak. Sonra da bu maktaları, ta ayrıntılara inebilecek duruma gelinceye kadar, varsayımlarla birbirlerine bağlayacağız. Keşke, keşke Vanamonde gördüklerini yorumlayabilseydi. O zaman bir parmak bal için bir çuval keçiboynuzu çiğnemek, konu dışı veri yığınları üzerinde çalışmak zorunda kalmazdık.

— Vanamonde’un bu konu üzerinde ne düşündüğünü çok merak ediyorum. Tüm bunlar ona oldukça şaşırtıcı gelmeli.

— Öyle olmalı ama bereket Vanamonde hem çok dost, hem de çok uysal ve böyle demek mümkünse, sanırım oldukça mutlu da. Theon da aynı kanıda ve Theon’la Vanamonde’un içtikleri su ayrı gitmiyor. Ah. İşte Benson’la tarihin en son on milyon yılı. Sizi onun ellerine bırakıyorum.

* * *

Konsey salonu Alvin’in buraya son gelişinden beri çok az değişmişti. Pek ender kullanılan projeksiyon donanımı insanın rahatça küçümseyebileceği derecede önemsizdi. Büyük masanın çevresindeki koltuklardan ikisi boştu. Alvin bu iki koltuktan birisin Jeserac’ın koltuğu olduğunu biliyor, Jeserac’ın Lys’te bulunmasına rağmen bu toplantıyı yine de hemen herkesin yapacağı gibi izleyeceğine kuşku duymuyordu.

Eğer Rorden bu salona son gelişlerini anımsıyorsa bile, bundan söz etmeyi arzu etmiyordu. Konsey üyelerine gelince, onlar bu gelişi, Alvin’in üzerine yönelen kuşkulu her anlama gelebilecek bakışlarından da açıkça anlaşıldığı gibi, hiç de unutmamışlardı. Alvin Konsey üyelerinin Rorden’in öyküsünü dinledikten sonra ne düşüneceklerini, nasıl bir tavır alacaklarını merak etti. Şimdiki zaman sadece birkaç kısa ay boyunda, artık katiyen tanınmaz bir hal almıştı ve şimdi de geçmişi kurcalamaya, geçmişi yitirmeye koyulacaklardı.

Diaspar’ın geniş bulvarlarında trafik duracaktı. Kent Alvin’in yaşamında sadece bir kez duymuş olduğu mutlak bir sessizliğe bürünecekti. Kent bekliyordu. Geçmişin üzerindeki perdenin kalkmasını bekliyordu. Eğer Calitrax haklıysa, bin beşyüz milyon yıldan daha gerideki geçmişin üzerindeki esrar perdesinin kalkmasını bekliyordu.

Rorden hem Lys’in hem de Diaspar’ın şimdiye değin hiç sorup soruşturmadan inanmış olduğu tarihi, İnsanlığın yerleşip kabul edilmiş tarihini çok kısa bir tarzda çizdi. Arkalarında bir avuç büyük isimle, İmparatorluğun unutulmaya yüz tutmuş olan efsanelerinden başka bir şey bırakmamış olan topluluklardan, ilk uygarlıkların meçhul ırklarından söz etti. Öyküsüne bakılırsa, insanoğlu daha ilk baştan itibaren yıldızlara göz koyup, en sonunda yıldızlara ulaşmış milyonlarca yıl boyunca Galaksiye yayılıp, sistemlere birbiri peşi sıra egemen olmuştu. Sonra karanlığın dışından, Evren çeperinin ötesinden istilacılar çıkagelip acımasız darbeyi indirmiş, İnsanoğlunun o ana dek tüm kazandıklarını zorla elinden almışlardı.

— Güneş sistemine geri sürülüş, zehir zenberek acı geri sürülüş, asırlarca sürmüş olmalıydı. Yer Yuvarlağı ancak Shalmirane çevresinde verilen kanlı, unutulmaz savaşlar sayesinde yok olmaktan kurtulmuştu. Her şey sona erdiğindeyse, İnsanoğlunun elinde, üzerinde doğup, üzerinde ilk adımlarını attığı Yer Yuvarlağıyla, anılarından başka bir şey kalmamıştı.

Rorden sözlerinin burasında durup, gözlerini büyük masanın çevresinde toplanmış olanların üzerinde gezdirdi ve bakışları Alvin’in bakışlarıyla karşılaşınca hafifçe gülümsedi.

— Kayıtlarımızın tutulmaya başladığı andan itibaren inanmış olduğumuz öyküler hakkında söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi de size bu kayıtların uydurma olduğunu söylemem gerek. Hem de en küçük ayrıntılarına kadar uydurma olduğunu. Şimdi bile bir türlü gerçekle bağdaştırmadığımız kadar uydurma olduğunu…

Sözlerinin iyice anlaşılması, üyelerin beyinlerine tam anlamıyla işlemesi için bir süre bekledikten sonra, ağır ağır, özenle konuşarak ve ilk birkaç dakikadan sonra önündeki notlara artık hiç göz atmayarak, Vanamonde’un beyninden edinmiş olduğu bilgileri aktarmaya başladı.

İnsanoğlunun yıldızlara ulaşmış olduğu bile doğru değildi. Yıldızlar arası uzaklıkları aşmak gücünün çok ötesinde olduğundan, yıldızlar arası uzay aşılmaz bir engel olduğundan, İnsanoğlunun küçük imparatorluğunun tamamı Persephone’un yörüngesiyle sınırlıydı. İnsanoğlunun tüm uygarlığı güneşin çevresinde kümelenmişti ve o yıldızlara değil de, yıldızlar ona ulaştığında, henüz emekleme devresindeydi.

Bu karşılaşmanın neden olduğu sarsıntı kahredici olmuş olmalıydı, insanoğlu bir gün gelip de uzayın derinliklerini fethedeceğinden hiçbir zaman şüphe etmemişti, insanoğlu ayrıca, eğer evrende eşitleri, kendisine eşit olanlar varsa bile, üstleri, kendisinden üstün olanlar olmadığına inanmıştı hep. Şimdiyse bu iki hususta da yanılmış olduğunu, ötede, yıldızlar arasında, kendisininkinden çok daha büyük beyinler, çok daha ileri uygarlıklar bulunduğunu öğrenmişti, insanoğlu asırlar boyunca, önce bu yabancı uygarlıkların gemileriyle, daha sonra da bu yabancı uygarlıklardan ödünç alınmış bilgiyle inşa edilmiş gemilerle Galaksiyi araştırmış ve Galaksinin her tarafında anlayabileceği, ama asla ayak uyduramayacağı, seviyesine çıkmayacağı uygarlıklarla karşılaşmıştı. Yer yer de, kısa bir süre sonra kendi kültürünü büsbütün aşacak, artık anlamasına bile imkân kalmayacak beyinlere, uygarlıklara rastlamıştı.

Bu muazzam bir şoktu ama insanoğlunun hangi hamurdan yoğurulmuş olduğunu da gösterecekti. Gördükleri karşısında sarsılmış, ama sonsuz derecede olgunlaşıp akıllanmış olan insanoğlu güneş sistemine dönmüş, edinmiş olduğu bilgileri ince eleyip sık dokuduktan sonra, sonunda meydan okumayı kabul etmeye karar vermiş ve kollarını sıvayıp yavaş yavaş bir plan, gelecek için umut veren bir plan geliştirmeye koyulmuştu.

En büyük ilgiyi bir zamanlar fiziki bilimlere göstermiş olan insanoğlu, şimdi daha da büyük bir iç ateşi, coşkuyla kendine dönmüş, kendini tümüyle Genetics’lerin incelenmesiyle, beynin araştırılmasına vermişti. Bunun için ödemesi gereken bedel ne olursa olsun bu bedeli ödemeye kendisini kendi öz gelişmesinin sınırlarına kadar götürüp, bu sınırları sonuna kadar zorlamaya kararlıydı.

Bu büyük deneme, milyonlarca yıl insanoğlunun tüm enerjisini almıştı. Rorden’in anlatımında şimdi sadece birkaç cümlecik yer tutan tüm bu çaba, didinme, fedakârlıklar sonunda meyvesini vermiş, insanoğluna sonunda hastalıkları yendirip, en büyük zaferini elde ettirmişti. Eğer isterse, artık ebediyen yaşayabilirdi. Bunun yanı sıra Telepatiye egemen olmakla da iradesine tüm güçlerin en büyüğünü ram etmişti.

İnsanoğlu artık sadece kendi kaynaklarına güvenerek, bir kere daha dış dünyalara açılmaya, Galaksinin sonsuz uzaklıklarına gitmeye hazırdı. Bir zamanlar istenmemiş, hor görülüp yüzüstü edilmiş olduğu dünyaların sakinleriyle, bu kere bir ast değil de, bir eşit olarak karşılaşacak ve Evren tarihindeki rolünü eksiksiz oynayacaktı.

İnsanoğlu bu rolü oynamıştı, imparatorluğun efsaneleri de bu çağdan, tüm tarihin belki de en geniş zamanlı bu çağından gelmekteydi. Bu birçok ırkın oluşturduğu bir imparatorluk olmuştu ama bunun böyle olduğu dramlara sığmayacak kadar muazzam trajedinin içinde, imparatorluğa son veren akıl almaz boyutlardaki trajedinin dokusu içinde unutulup gitmişti.

İmparatorluk en az bir milyon yıl sürmüştü, imparatorluk bu süre içinde birçok buhran atlatmış, hatta belki de savaş da görüp geçirmiş olmalıydı ama, bunların tüm büyük ırkların, hep beraber olgunluğa doğru ilerleyen büyük ırkların mağrur yürüyüşü karşısında silinip gitmiş, İmparatorluğu etkilememişti.

Rorden sözlerini sürdürdü.

— Atalarımızın tarihte oynamış oldukları rolden ötürü gurur duyabiliriz. Kültürlerinin doruğuna ulaşmış oldukları zaman bile, atılımcı güçlerinin hiçbirini yitirmemişlerdi. Gerçi şu anda elle tutulur, somut gerçeklerden ziyade, varsayımlara dayanarak yol almaktayız ama İmparatorluğun aynı zamanda hem gücünün doruğuna çıkmasına, hem de çökmesine yol açan denemelerin atalarımız tarafından ilham edilip yönetildiğine yine de hiç kuşku yok gibi görünüyor.

Bu denemelere temel olmuş felsefenin altında yatan düşünce şu imiş gibi görünüyor. Evrenin diğer sakinleriyle temas insanoğluna, bir varlığın evrene bakış açısının ne kadar derin bir şekilde fiziki yapısıyla, vücudundaki duyu organlarının şekline bağlı, onlardan hiçbir şekilde soyutlanamaz olduğunu göstermişti. Eğer bu herhangi bir yolla olasıysa, evrenin gerçek yüzünün, ancak ve ancak böyle fiziki kısıtlamalara tabii olmayan bir beyin, daha açık bir deyimle, tüm benzer etkilenmelerden azat tümüyle tarafsız bir beyin tarafından görülebileceği ileri sürülmekteydi. Bu fikre eski dinlerin çoğunda da rastlanmakta ve bu düşünce nihai gelişimin hedefi addedilmekteydi.

Büyük ölçüde kendini ıslah edişi, kendine yeniden hayat verişi esnasındaki çabalarından edinmiş olduğu deneyimin bir sonucu olarak, insanoğlu böyle yaratıkların, tarafsız beyinlerin yaratılmasına çalışılmasını önermişti. Bu evrendeki üstün beyinlere karşı, insanoğlunun o zamana kadar ki en büyük meydan okuyuşuydu ve asırlarca süren görüşme ve tartışmalardan sonra kabul edilmiş ve gerçekleştirilmesi için de Galaksinin tüm ırkları bir araya gelmişti.

Bu düşü gerçekten yarım milyon yıl ayıracaktı. Uygarlıklar doğar, yükselip doruğa tırmanır, çöküp tarihin derinliklerinde yiter, kültürlerin asırlar süren zahmetli didinişlerinin meyveleri tekrar ve tekrar, ilanihaye çürüyüp giderken, bu hedef de hemen hemen unutulup gitmişti. Bir gün tüm tarihin bu en büyük, en devamlı uğraşının öyküsünü belki eksiksiz bir tarzda öğrenebileceğiz. Bu gün için tek bildiğimiz şey ise, sona erişinin Galaksiyi hemen hemen bir enkaza çevirmiş oluşu.

Vanamonde’ın beyni bu döneme dönmeyi reddediyor. Vanamonde’a bile kapalı olan kısa bir zaman dönemi var ama biz bu kapalılığın tek nedeninin Vanamonde’un kendi endişelerinden, kendi korkularından kaynaklandığına inanıyoruz. Bu dönemin başlangıcında İmparatorluğu şanının doruğunda, bu doruğu yaklaşan başarının beklentisiyle pekiştirirken görüyoruz. Bu dönemin sonunda, sadece birkaç bin yıl sonra gelen sonundaysa, imparatorluğu parçalanmış, yıldızları da, sanki öz güçleri son damlasına dek akıp gitmiş, tükenmiş gibi kararmış görüyoruz. Galaksinin üzerinde de artık bir dehşet rüzgârı esiyor. Kuduz beyin adı verilen akıldan kaynaklanan, bu kuduz beynin üfürdüğü bir dehşet rüzgârı.

Bu kısa dönem süresinde neler olup bittiğini tahmin etmek pek güç bir iş değil. Tüm etkilerden azad beyin, tarafsız beyin yaratılmıştı ama bu tarafsız beyin ya deliydi, ya da daha büyük bir olasılıkla, bunu diğer kaynaklardan edindiğimiz bilginin tuttuğu ışığa dayanarak söylüyorum, maddeye amansız bir şekilde düşmandı.

Bu tarafsız beyin evreni asırlar boyunca kasıp kavurdu, tahrip etti. Ta neler olduklarını tahmin bile edemediğimiz güçler tarafından kontrol altına alınıncaya kadar, imparatorluk son çare olarak hangi silahı kullandıysa, bu silah geri tepip, yıldızların kaynaklarını heba etti, tüketti. Bu çarpışmanın anılarından, İstilacılarla ilgili efsanelerin hepsi olmasa da, bir kısmı doğdu ve ben şimdi bu konu hakkında daha ayrıntılı bilgi vereceğim.

Kuduz beynin imha edilmesi mümkün değildi. Değildi çünkü ölümsüzdü. Kuduz beyin Galaksinin sınırlarına sürülüp orada anlayamadığımız bir şekilde hapsedildi. Hapishanesi Kara Güneş adıyla bilinen garip, yapay bir gezegendi ve Kuduz Beyin şimdi hâlâ orada tutuklu bulunuyor. Kara Güneş öldüğü zamansa yeniden hürriyetine kavuşacak. Kara Güneşin ne zaman öleceğini şimdiden bilmekse şu an için olası değil.

Загрузка...