Elayne Trakand, kraliyet tavlalarından gelmiş koyu kahverengi kısrağı Aygölgesi’nin sırtında, kendi açtığı kapıyoldan geçti.
O tavlalar şimdi Trollocların elindeydi ve Aygölge’nin tavla arkadaşları kuşkusuz şimdiye dek yemek kazanlarında yerlerini almışlardı. Elayne o kazanlara başka nelerin –başka kimlerin– atılmış olabileceği hakkında fazla düşünmemeye çalışıyordu. Yüzüne kararlı bir ifade oturttu. Birlikleri kararsız bir kraliçe görmemeliydi.
Caemlyn’in bin adım kadar kuzeybatısında, yay menzilinin dışında, ama şehri görebilmesine yetecek kadar yakın bir tepeye gelmeyi tercih etmişti. Taht Savaşı’ndan sonraki haftalarda pek çok paralı asker grubu o tepelerde kamp kurmuştu. O adamlar ya Işık’ın güçlerine katılmış ya da dağılarak gezgin hırsızlara ve eşkıyalara dönüşmüşlerdi.
Öncü birlik bölgede güvenliği sağlamıştı zaten. Kraliçe’nin Askerleri –hem erkek, hem kadın askerler– Elayne’in atının çevresini alırken, Kumandan Guybon selam verdi. Havada hâlâ duman kokusu vardı. Caemlyn’i Ejderdağı gibi dumanları tüterken görmek, Elayne’in içinde kaynayan duygu kazanına bir avuç acı toz atıyordu.
Eskinin gururlu Caemlyn’i ölmüştü, yukarıdaki fırtına bulutlarına yüz ayrı duman sütunu yollayan bir cenaze ateşine dönüşmüştü. Duman Elayne’e, baharda tarlalarında anız yakan çiftçilerin ateşlerini hatırlattı. Caemlyn’de yüz gün hüküm sürmeden kaybetmişti şehri.
Ejderler bir şehre bunu yapabiliyorsa, diye düşündü, Talmanes’in en yakın duvarda açtığı deliği inceleyerek, dünyanın değişmesi gerek. Savaş hakkında bildiğimiz her şey değişecek.
“Sayıları kaç dersin?” diye sordu yanında at süren adama. Talmanes, neredeyse canına mal olacak bir çatışmadan sonra yalnızca bir gün dinlenebilmişti. Muhtemelen Merrilor’da kalması gerekirdi; yakın gelecekte ön saflarda savaşmayacağı kesindi.
“Şehirde bu şekilde saklanmışlarken saymak zor Majesteleri,” dedi adam saygıyla eğilerek. “On binlerce, ama muhtemelen yüz binlerce değil.”
Adam onun yanında huzursuz oluyordu ve bunu tam bir Cairhienli gibi gösteriyordu – süslü bir saygıyla konuşarak. Mat’in en çok güvendiği subaylardan biri olduğu söyleniyordu; Elayne, Mat’in adamı şimdiye kadar çoktan yoldan çıkaracağını sanırdı. Adam tek bir kez bile küfretmemişti. Yazık.
Yakında, sararmış çimenlerin üzerinde başka kapıyollar açıldı. Elayne’in güçleri geçerek alanı doldurdu, tepelerin üzerini kapladı. Elayne büyük bir savaşçı ordusunun başına geçmişti ve aralarına, Kraliçenin Askerleri’ni desteklemek için, siswai’amanlar da katılmıştı. Andor’un düzenli askerleri Birgitte ile Kumandan Guybon’un komutasındaydı. İkinci bir Aiel birliği –Mızrağın Kızları, Bilgeler ve kalan savaşçılar– Rand’la birlikte Shayol Ghul’e gitmek üzere seçilmişti.
Elayne’le birlikte yalnızca bir avuç Bilge gelmişti; Perrin’i takip edenler. Elayne daha fazla yönlendiricisi olsun isterdi. Yine de, Birlik ve diğer ejderler elindeydi. Bu, elindeki tek diğer yönlendiricilerin Kandaş kadınlar, hem de aralarında Güç’ten yana zayıf olanlar olduğu gerçeğini telafi etmeliydi.
Perrin ve ordusu da onunla gelmişti. Aralarında Mayene’in Kanatlı Muhafızları, Ghealdan süvarileri, Beyazcüppeler –Elayne onlar hakkında ne düşündüğünden hâlâ emin değildi– ve Tam’le beraber bir birlik İki Nehir okçusu vardı. Kendine Kurt Muhafızı diyen ve bir kısmı savaş eğitimi alarak askere dönüşmüş mültecilerden oluşan bir grup ordusunu kalabalıklaştırıyordu. Ve elbette, Kumandan Bashere ve Ejder Lejyonu vardı.
Elayne, Bashere’in Caemlyn savaşı için yaptığı planı onaylamıştı. Savaşı koruluklara doğru çekmemiz gerekiyor, diye açıklamıştı. Okçular Trolloclar yaklaşırken yaylım açacak ve ölümcül olacak. Bu delikanlılar ormanda duyduğum kadar hızlı hareket edebiliyorsa, geri çekildikten sonra da aynı ölçüde tehlikeli olacaklardır.
Aieller de ormanda ölümcül olurdu. Trolloclar orada cüsselerini kullanarak düşmanlarını ezemezlerdi. Bashere’in kendisi de yanında at sürüyordu. Görünüşe göre Rand ona Elayne’e göz kulak olmasını söylemişti. Elayne’in yanında, her kıpırdandığında yerinden sıçrayan Birgitte yokmuş gibi.
Rand bu işten sağ salim kurtulsa iyi olur; hakkında ne düşündüğümü ona bizzat söylemek istiyorum, diye düşündü Elayne, Bashere Birgitte’le usul usul konuşarak yaklaşırken. Bashere gür bıyıklı, çarpık bacaklı bir adamdı. Elayne’le, bir kraliçeyle konuşurmuş gibi konuşmuyordu… ama diğer yandan Saldaea Kraliçesi de yeğeniydi, bu yüzden belki hükümdarların yanında çok rahat hissediyordu.
Taht sırasında ilk o var, diye hatırlattı Elayne kendi kendine. Onunla çalışmak, Saldaea ile bağlarını güçlendirmek için bir fırsat verecekti. Çocuklarından birini o tahta geçirme fikri hâlâ hoşuna gidiyordu. Elini karnına koydu. Bebekler artık sık sık tekme ve dirsek atıyorlardı. Kimse ona hamileliğin… eh, hazımsızlığa bu kadar benzediğini söylememişti. Ne yazık ki Melfane, aksi yöndeki tüm beklentilerine rağmen, keçi sütü bulmayı başarmıştı.
“Ne haberler var?” diye sordu Elayne, Birgitte ve Bashere yanına geldiğinde. Talmanes onlara yer açmak için atını kaydırdı.
“Şehre giden keşif kollarının raporları geldi,” dedi Bashere.
“Bashere haklıymış,” dedi Birgitte. “Trolloclar dizginlendi ve yangınların çoğu söndü. Şehrin yarısı hâlâ sağlam. Gördüğümüz dumanların çoğu binalardan değil, yemek ateşlerinden geliyor.”
“Trolloclar aptaldır,” dedi Bashere, “ama Yarı-insan değildir. Trolloclara kalsa zevkle şehrin tamamını yakıp yağmalarlardı, ama bu, yangınların kontrolden çıkması riski demek olurdu. Her durumda, gerçek şu ki, Gölge’nin burası için ne planladığını bilmiyoruz, ama en azından, istedikleri buysa şehri bir süreliğine ellerinde tutmaları seçeneği var.”
“Bunu denerler mi?” diye sordu Elayne.
“Gerçekten bilemiyorum,” diye yanıt verdi Bashere. “Amaçlarını bilmiyoruz. Caemlyn saldırısı ordularımıza kaos ve korku getirmek için miydi, yoksa bir kale ele geçirip uzun vadede üs olarak kullanarak, güçlerimize buradan saldırmak için miydi? Trolloc Savaşları sırasında Soluklar bu amaç için şehirler ele geçirmişti.”
Elayne başını salladı.
“Affedersiniz Majesteleri?” dedi bir ses. Elayne döndüğü zaman İki Nehirlilerden birinin yaklaştığını gördü. Önderlerinden biri, Tam’in yardımcısı. Dannil, diye düşündü Elayne, adı bu.
“Majesteleri,” diye tekrarladı Dannil. Biraz kekeliyordu, ama bunun dışında iyi konuşuyordu. “Lord Altıngöz adamlarını ormana yerleştirdi.”
“Lord Talmanes, ejderlerin yerlerini aldı mı?”
“Hemen hemen,” dedi Talmanes. “Affedersiniz Majesteleri, ama ejderler ateş açtığında oklara ihtiyaç olacağını sanmıyorum. İlk saldırıyı ejderlerle yapmak istemediğinizden emin misiniz?”
“Trollocları kışkırtıp savaşa çekmemiz lazım,” dedi Elayne. “Çizdiğim yerleşim şeması en iyisi. Bashere, şehrin kendisi için yaptığım plan ne durumda?”
“Herkesin hemen hemen hazır olduğunu düşünüyorum, ama kontrol edeceğim,” dedi Bashere, düşünceli düşünceli bıyıklarını sıvazlayarak. “Senin kadınlar iyi kapıyol açıyor. Mayene de bize yağ verdi. O kadar gösterişli bir şey yapmak istediğinden emin misin?”
“Evet.”
Bashere daha fazla tepki, belki bir açıklama bekledi. Elayne açıklama yapmayınca uzaklaşarak son emirlerini verdi. Elayne Aygölgesi’ni döndürerek, ormanın yakınına yerleşmiş ön saflardaki askerlerin önünden geçti. Kumandanlarının emirler verdiği bu son anlarda yapabileceği çok şey kalmamıştı artık, ama özgüvenle at sürerken görülebilirdi. O geçerken adamlar kargılarını daha yükseğe kaldırdılar ve başlarını dikleştirdiler.
Elayne dumanları tüten şehirden ayırmıyordu gözlerini. Bakışlarını kaçırmayacaktı ve öfkesine kapılmayacaktı. Öfkeyi kullanacaktı.
Kısa süre sonra Bashere yanına döndü. “Oldu. Ayaktaki binaların çoğunun mahzenine yağ dolduruldu. Talmanes ve diğerleri yerlerinde. Muhafız’ın Kandaşların yeniden kapıyollar açmaya hazır oldukları haberiyle döndüğünde başlayabiliriz.”
Elayne başını salladı, sonra Bashere’in karnına baktığını görünce elini kamından çekti. Elini yine karnına götürdüğünün farkında değildi. “Hamileyken savaşa katılmam konusunda ne düşünüyorsun? Hata mı yapıyorum?”
Bashere başını iki yana salladı. “Hayır. Yalnızca durumumuzun ne kadar çaresiz olduğunu kanıtlıyor. Askerlerin düşünmesine sebep olacak. Savaşı daha fazla ciddiye alacaklar. Dahası…”
“Ne?”
Bashere omuzlarını silkti. “Belki onlara dünyadaki herşeyin ölmediğini hatırlatır.”
Elayne dönerek uzaktaki şehre baktı. Çiftçiler baharda yeni hayata hazırlanmak için tarlalarını yakardı. Belki şu anda Andor’un yaşadığı da buydu.
“Söyle bana,” dedi Bashere. “Adamlara Lord Ejder’in çocuğunu taşıdığını söyleyecek misin?”
Çocuklar, diye düzeltti Elayne kendi kendine. “Doğru olabilecek ya da olmayabilecek bir şey hakkında tahminler yürütüyorsun Lord Bashere.”
“Bir karım ve bir kızım var. Lord Ejder’i gördüğünde yüzünün aldığı hali görebiliyorum. Hiçbir kadın çocuğunun babası olmayan bir adama bakarken karnına o saygıyla dokunmaz.”
Elayne dudaklarını birbirine bastırdı.
“Neden saklıyorsun?” diye sordu Bashere. “Adamların bazılarının ne düşündüğünü duydum. Diğer adamdan, eskiden Asker Kadınlarınızın Kumandanı olan, Mellar adlı bir Karanlıkdostu’ndan bahsediyorlar. Söylentilerin yalan olduğunu ben görebiliyorum, ama başkaları o kadar akıllı değildir. İstesen o söylentileri durdurabilirdin.”
“Rand’ın çocukları hedef olur,” dedi Elayne.
“Ah…” diye yanıt verdi Bashere. Bir anlığına bıyıklarını sıvazladı.
“Mantığıma katılmıyorsan aklından geçeni söyle Bashere. Ödleklere dayanamam.”
“Ben ödlek değilim kadın,” dedi Bashere şişinerek. “Ama yine de, çocuğunun şu anda olduğundan daha büyük bir hedefe dönüşeceğini sanmıyorum. Işık’ın ordularının başkumandanısın! Adamlarının tam olarak ne için savaştıklarını bilmeye hakkı var bence.”
“Bu seni ilgilendirmez,” dedi Elayne, “onları da.”
Bashere tek kaşını kaldırdı. “Diyarın varisi,” dedi ifadesizce, “kullarını ilgilendirmez mi?”
“Haddini aştığını düşünüyorum General.”
“Belki de öyledir,” dedi Bashere. “Belki Lord Ejder’le bu kadar çok zaman geçirmek alışkanlıklarımı değiştirmiştir. O adam… ne düşündüğünü asla bilemiyorsun. Zamanın yarısında ne düşündüğümü bilmek istiyordu ve olabildiğince açık bir şekilde söylememi istiyordu. Kalan yarısında ise sırf gökyüzü biraz karardı dediğim için beni ikiye biçmek istiyormuş gibi görünüyordu.” Bashere başını iki yana salladı. “Biraz düşün Majesteleri. Bana kızımı hatırlatıyorsun. O benzer bir şey yapsa, ona vereceğim öğüt de aynı olurdu. Yenidendoğan Ejder’in varisini taşıdığını bilirlerse adamların daha yiğitçe savaşır.”
Erkekler, diye düşündü Elayne. Genç olanları aptal kafalarına giren her tür pervasızlıkla beni etkilemeye çalışır. Yaşlı olanları da her genç kadının söyleve ihtiyacı olduğunu düşünür.
Birgitte yaklaşıp başını sallayınca Elayne bakışlarını yine şehre çevirdi. Mahzenler zift ve yağla dolmuştu.
“Yakın,” dedi Elayne yüksek sesle.
Birgitte elini salladı. Kandaşlar kapıyollarını açtılar ve adamlar Caemlyn’in mahzenlerine yanan meşaleler fırlattılar. Şehrin üzerinde yükselen dumanların kararması, daha da uğursuz bir hal alması uzun sürmedi.
“Bunu o kadar çabuk söndüremezler,” dedi Birgitte usulca. “Bu kuru havalarda değil. Tüm şehir samanlık gibi tutuşacak.”
Ordu toplanmış şehri seyrediyordu, özellikle de Kraliçenin Askerleri ve Andor ordusu. Birkaçı, şehit olmuş bir kahramanın cenaze ateşine selam verircesine selam durdu.
Elayne dişlerini sıktı ve sonra, “Birgitte, Askerler arasında haberi yay. Taşıdığım çocukların babası Yenidendoğan Ejder’dir,” dedi.
Bashere’in gülümsemesi genişledi. Çekilmez adam! Haberi yaymak için uzaklaşırken Birgitte de gülümsüyordu. O da çekilmez kadının tekiydi.
Andorlu adamlar başkentlerinin yanmasını izlerken daha da dik, daha da gururlu duruyorlardı. Trolloclar, yangınlardan kaçarak kapılardan dışarı döküldü.
Elayne, Trollocların orduyu gördüklerinden emin oldu ve sonra, “Kuzeye!” diye emir verdi. Aygölgesi’ni çevirdi. “Caemlyn öldü. Ormana giriyoruz. Gölgedöllerinin takip etmesini sağlayın!”
Androl ağzında toprakla uyandı. İnleyerek dönmeye çalıştı, ama bir şekilde bağlanmış olduğunu fark etti. Tükürdü, dudaklarını yaladı ve çapak bağlamış gözlerini kırpıştırdı.
Jonneth ve Emarin’le birlikte toprak bir duvarın dibinde yatıyorlardı ve halatlarla bağlanmışlardı. Hatırladı… Işık! Tavan çökmüştü.
Pevara? diye düşüncesini yollamaya çalıştı. Bu iletişim yönteminin ne kadar doğal gelmeye başladığı inanılmazdı.
Pevara’dan gelen uyuşuk duyguyla ödüllendirildi. Bağ sayesinde onun yakında olduğunu ve muhtemelen onun da bağlı olduğunu anladı. Tek Güç’e ulaşamıyordu; çabaladı, ama bir kalkanla karşılaştı. Bağları arkasında, yere çakılmış bir tür kancaya tutturulmuştu ve hareketlerini kısıtlıyordu.
Androl içinde yükselen paniği biraz çabayla bastırdı. Nalaam’ı göremiyordu. Burada mıydı? Hepsi büyük bir odada yatıyordu ve havada ıslak toprak kokusu vardı. Hâlâ yeraltında, Taim’in gizli odalarının içindeydiler.
Eğer tavan çöktüyse, diye düşündü Androl, muhtemelen hücreler de yok oldu. Bu neden onun ve diğerlerinin bir hücreye kapatılmamış da bağlanmış olduğunu açıklıyordu.
Biri ağlıyordu.
Zorlanarak döndü ve Evin’i yakında, bağlanmış halde buldu. Genç adam sarsıla sarsıla ağlıyordu.
“Sorun yok Evin,” diye fısıldadı Androl. “Bundan kurtulmanın bir yolunu bulacağız.”
Evin şok içinde ona baktı. Delikanlı farklı bir şekilde bağlanmıştı. Elleri arkasındaydı ve oturuyordu. “Androl? Androl, çok üzgünüm.”
Androl’ün işi burkuldu. “Ne için Evin?”
“Siz gittikten hemen sonra geldiler. Emarin’i arıyorlardı sanırım. Onu döndürmek için. Onu orada bulamayınca sorular sormaya başladılar. İrademi kırdılar Androl. Çok kolay kırılıyorum. Üzgünüm…”
Demek Taim düşen nöbetçileri fark etmemişti. “Bu senin hatan değil Evin.”
Yakından ayak sesleri geldi. Androl baygın numarası yaptı. Sonra biri onu tekmeledi. “Seni konuşurken gördüm uşak çocuk,” dedi Mishraile, altın saçlı kafasını eğerek. “Coteren’e yaptıklarından dolayı seni zevkle öldüreceğim.”
Androl gözlerini açtı ve Logain’in Mezar ile Welyn’in ellerinden sarktığını gördü. Onu yakına sürüklediler ve kaba zemine bıraktılar. Onu bağlarlarken Logain kıpırdandı ve inledi. Doğruldular ve biri Androl’e tükürdükten sonra Emarin’in yanına gitti.
“Hayır,” dedi Taim yakından bir yerden. “Sırada delikanlı var. Yüce Efendi sonuç istiyor. Logain fazla uzun sürüyor.”
Mezar ile Welyn onu koltukaltlarından tutup kaldırırken Evin’in hıçkırıkları yükseldi.
“Hayır!” dedi Androl, kıvranarak. “Hayır! Taim, kavrulası! Onu rahat bırak! Beni al!”
Taim yakında, elleri arkasında duruyordu. Üzerinde Asha’manlarınkine benzeyen simsiyah bir üniforma vardı, ama onunki gümüş biyeliydi. Yakasında iğne yoktu. Androl’e döndü, sonra alayla güldü. “Seni almak mı? Yüce Efendi’ye bir çakıltaşını kırabilecek kadar bile yönlendiremeyen bir adamı mı sunacağım? Seni uzun zaman önce itlaf etmeliydim.”
Taim, çılgına dönmüş Evin’i sürüklemekte olan diğer ikisinin peşinden gitti. Androl sesi kısılana kadar bağırıp çağırdı onlara. Evin’i odanın diğer tarafında bir yere aldılar – çok geniş bir odaydı. Androl, bağlanış şekli yüzünden onları göremiyordu. Başını yere dayadı ve gözlerini kapattı. Bu Evin’in korku dolu çığlıklarını duymasını engellemedi.
“Androl?” diye fısıldadı Pevara.
“Sessiz ol.” Mishraile’in sesini bir gümleme ve Pevara’nın homurtusu izledi.
O adamdan gerçekten nefret etmeye başlıyorum, dedi Pevara, Androl’e.
Androl yanıt vermedi.
Yıkılan odayı kazıp bizi çıkarma zahmetine girdiler, diye devam etti Pevara. Bana kalkan koyup bayıltana kadar olanları biraz hatırlıyorum. Üzerinden bir günden az geçmiş olmalı. Taim henüz Gölge’ye Döndürülmüş Dehşetlordları kotasını doldurmadı sanırım.
Neredeyse keyifle düşünmüştü bunu.
Arkasında, Evin’in çığlıkları kesildi.
Ah, Işık! diye düşündü Pevara. O Evin miydi? Ruh halindeki alaycılık tamamen geçmişti. Neler oluyor?
Onu Döndürüyorlar, diye yanıt verdi Androl. İrade gücü direnmeni sağlıyor: Bu yüzden Logain’i hâlâ Döndüremediler.
Bağda Pevara’nın endişesinin sıcaklığını hissetti. Tüm Aes Sedailer onun gibi miydi? Androl onların duyguları olmadığını varsaymıştı, ama Pevara her tür duyguyu hissediyordu – ama o duyguların davranışlarına yansımaması için insanüstü bir kontrol uyguluyordu.
Nasıl kaçacağız? diye düşündü Pevara.
İpleri çözmeye çalışıyorum. Parmaklarım tutuldu.
Düğümü görebiliyorum. Sağlam bir düğüm, ama nasıl çözeceğini adım adım söyleyebilirim.
Androl başını salladı ve işe koyuldular. Pevara düğümün nasıl büküldüğünü tarif ediyor, Androl de ipi parmaklarıyla takip etmeye çalışıyordu. Düğümü doğru düzgün kavramayı başaramıyordu. Ellerini iplerden kurtarmaya çalıştı, ama ipler fazla sıkıydı.
Sonunda yenilgiyi kabul ettiğinde, parmakları kan dolaşımındaki zayıflıktan dolayı uyuşmuştu. İşe yaramayacak, diye düşündü.
Şu kalkanı ittirmeye çalışıyorum, diye yanıt verdi Pevara. Bu mümkün. Kalkanlarımızı bağladıklarını düşünüyorum. Bağlanmış kalkanlar çözülür.
Androl onayladı, ama yine de hayal kırıklığını engelleyemiyordu. Evin ne kadar dayanabilirdi?
Sessizlik onu kışkırtıyordu. Neden ses duyamıyordu? Sonra bir şey sezdi. Yönlendirme. On üçüncü adam olabilir miydi? Işık. On üç de Myrddraal varsa, durumları vahimdi. Kaçsalar bile ne yapabilirlerdi? Bu kadar çok kişiyle savaşamazlardı.
Hangi uçurumu seçtin? diye düşündü Pevara.
Ne?
Deniz Halkı’yla yaşarken, cesaretlerini kanıtlamak için uçurumlardan atladıklarını söylemiştin. Uçurum ne kadar yüksekse, atlayan o kadar cesur oluyormuş ya. Sen hangi uçurumu seçtin?
En yükseğini, diye itiraf etti Androl.
Neden?
İllaki uçurumdan atlayacaksan, en yükseğini seçsen de olur diye düşündüm. En büyük ödülü amaçlamıyorsan, neden riski kabul edesin ki?
Pevara düşünceleriyle onayladı. Kaçacağız Androl. Bir şekilde.
Androl, daha çok kendi kendine, başını salladı ve yine düğümü kurcalamaya başladı.
Birkaç dakika sonra Taim’in yardakçıları geri döndü. Evin, Androl’ın yanında çömeldi. Gözlerinin arkasında farklı bir şey, korkunç bir şey vardı. Gülümsedi. “Eh, bu kesinlikle sandığım kadar kötü olmadı Androl.”
“Ah, Evin…”
“Sen benim için endişelenme,” dedi Evin, elini Androl’ün omzuna koyarak. “Harika hissediyorum. Artık korku yok, endişe yok. Bunca zamandır karşı koyuyorduk, ama yanılmışız. Biz Kara Kuleyiz. Birlikte çalışmamız gerek.”
Sen benim dostum değilsin, diye düşündü Androl. Yüzün onun yüzü olabilir, ama Evin… Ah, Işık. Evin öldü.
“Nalaam nerede?” diye sordu Androl.
“Tavan çöktüğünde öldü korkanın.” Evin başını iki yana salladı. Eğilerek yaklaştı. “Seni öldürmeyi planlıyorlar Androl, ama sanırım onları senin Döndürmeye değer olduğuna ikna edebilirim. Bana teşekkür edeceksin.”
Evin’in gözlerinin içindeki korkunç şey gülümsedi, Androl’ün omzunu okşadı, sonra kalktı ve Mezar ve Welyn’le sohbet etmeye başladı.
Arkalarında, Androl on üç gölgenin Emarin’i yakaladığını ve Döndürülmek üzere sürükleyerek götürdüğünü zar zor gördü. Pelerinleri hiç kıpırdamayan Soluklar.
Androl, tavan yıkıldığında öldüğü için Nalaam’ın ne kadar şanslı olduğunu düşündü.