Logain bir çimenliğin ortasında, ellerini arkasında kavuşturmuş, dikiliyordu. Yayla’da savaş tüm hızıyla sürmekteydi. Sharalılar, Cauthon’un ordusunun saldırısı karşısında geri çekiliyor gibi görünüyorlardı ve izcileri kısa süre önce, Merrilor Meydanı’nın her yerinde, Gölge’nin sıkı darbe aldığını raporlamıştı.
“Sana ihtiyaçları yokmuş gibi görünüyor,” dedi Gabrelle ona, Logain’in izcileri çekilirken. “Haklıymışsın.”
Bağdan tatminsizlik, hatta hayal kırıklığı geliyordu. “Kara Kule’nin geleceğini düşünmem gerekiyor,” dedi Logain.
“Kara Kule’nin geleceğini düşünmüyorsun,” dedi Gabrelle yumuşak, neredeyse tehditkar bir sesle. “Sen bu topraklar üzerinde güç sahibi olacağından emin olmayı düşünüyorsun Logain. Duygularını benden saklayamazsın.”
Logain öfkesini bastırdı. Bir daha başkalarının gücüne mahkum olmayacaktı. Olmayacaktı. İlk önce Beyaz Kule, sonra M’Hael ve adamları.
Günler süren işkence. Haftalar.
Herkesten daha güçlü olacağım, diye düşündü. Tek çare buydu, değil mi? Benden korkacaklar.
Işık. Onu yozlaştırma, Gölge’ye döndürme girişimlerine direnmişti… ama içinde başka bir şeyi mi kırdıklarını merak etmeden yapamıyordu. Derin bir şeyi. Başını kaldırdı ve kristal tarlasına baktı.
Aşağıdan bir başka gürleme geldi ve kristallerin bazıları parçalandı. Yakında bütün bölge yıkılacaktı. Onunla birlikte, asa da…
Güç.
“Seni uyarıyorum kıtali,” dedi sakin bir ses yakından. “Teslim etmem gereken bir mesaj var. İletmek için kolunu kırmam gerekse bile ileteceğim.”
Bu Seanchan aksam, diye düşündü Logain, kaşlarını çatıp dönerek. Seanchan bir kadınla iriyarı bir Illianlı, korumalarından biriyle tartışıyordu. Kadın bağırmadan sesini duyurmayı biliyordu. Onda, Logain’in ilginç bulduğu bir kendine hakimiyet vardı.
O tarafa yürüdü ve Seanchan kadın ona döndü. “Sende yetkili biri havası var,” diye seslendi ona. “Logain dedikleri sen misin?”
Logain başını salladı.
“Amyrlin son mesajını sana yolladı,” diye seslendi Seanchan kadın. “Mühürleri, kırılmak üzere Beyaz Kule’ye teslim etmen lazım. İşaret, ışığın gelişi! Geldiği zaman anlayacağını söyledi.”
Logain tek kaşını kaldırdı. Kadına, sırf geçiştirmek için başını salladı, sonra aksi yöne yürüdü.
“Yapmayı düşünmüyorsun,” dedi Gabrelle. “Seni budala. O mühürler Beyaz Kule’ye ait…”
“Bana ait,” dedi Logain.
“Logain,” dedi Gabrelle yumuşak bir sesle. “İncitildiğini biliyorum. Ama bu oyun oynama zamanı değil.”
“Neden olmasın? Beyaz Kule’nin bana karşı muamelesi, uzun, büyük bir oyundan başka bir şey değil, değil mi?”
“Logain.” Gabrelle onun koluna dokundu.
Işık o bağı kavursundu! Kadını bağ kurmaya hiç zorlamamış olmayı diledi. Bu şekilde Logain’e bağlıyken, onun içtenliğini sezebiliyordu. Tüm Aes Sedailere kuşkuyla bakmaya devam edebilse hayat ne kadar kolay olurdu.
İçtenlik. Düşüşü bundan mı olacaktı?
“Lord Logain!” diye seslendi Desautel yakından. Asha’man Adanmış, bir demirci kadar iriyanydı. “Lord Logain, sanırım onu buldum!”
Logain gözlerini Gabrelle’inkilerden ayırdı ve Desautel’e baktı. Asha’man büyük bir kristalin yanında duruyordu. “Burada,” dedi, Logain yaklaşırken kristali silerek. “Gördün mü?”
Logain bir ışık küresi örerek çömeldi. Evet… orada, kristalin içinde. Bir el gibi görünüyordu, biraz daha farklı türden bir kristalden yapılmıştı ve Logain’in yarattığı ışıkla parlıyordu. O el, belli belirsiz kupa şeklinde bir tepesi olan, altın bir asa tutuyordu.
Logain geniş geniş gülümseyerek Tek Güç topladı. Saidinin ondan kristale akmasına izin verdi ve taş parçalamakta kullandığı bir örgüyü kristale yöneltti.
Yer sarsıldı. Ama kristal direndi. Ne kadar zorlarsa, sarsıntı o kadar şiddetli oluyordu.
“Logain…” dedi Gabrelle.
“Geri çekil,” dedi Logain. “Sanırım şerateş kullanmam gerekecek.”
Bağda panik kabardı. Neyse ki, Gabrelle ona neyin yasak neyin izinli olduğunu söylemeye kalkışmadı. Asha’manların Beyaz Kule kanunlarına uyması gerekmiyordu.
“Logain! ”
Bir başka ses. Onu rahat bırakmayacaklar mıydı? Örgüsünü hazırladı.
“Logain!” Androl nefes nefese yaklaştı. Dizleri üzerine çöktü. Yüzünde yanık izleri vardı. Ölümden de beter görünüyordu. “Logain… Caemlyn mültecileri… Gölge harabelerde onları öldürmeleri için Trolloclar gönderdi. Işık! Katlediliyorlar.”
Logain şerateş ördü, ama hemen hemen tamamlanmış örgüyü tutarak kristale ve içindeki altın ganimete baktı.
“Logain…” dedi Androl acı içinde. “Yanımdaki diğerleri savaşmak için kaldı, ama çok yorgunlar. Cauthon’u bulamıyorum ve bulduğum askerler yardım edemeyecek kadar meşgul. Hiçbir kumandanın Trollocların orada olduğunu bildiğini sanmıyorum. Işık.”
Logain örgüyü tuttu ve içinde zonklayan Tek Güç’ü hissetti. Güç. Korku.
“Lütfen,” diye fısıldadı Androl. “Çocuklar, Logain. Çocukları katlediyorlar…”
Logain gözlerini yumdu.
Mat, Boru kahramanlarıyla at sürüyordu. Görünüşe göre, eskiden Borazancı olması ona aralarında özel bir yer kazandırmıştı. Onu tanıyormuş gibi yaklaşıyorlar, sesleniyorlar, konuşuyorlardı. Eyerlerinde dimdik, şafak ışıklarında parlayan bir sisle kuşatılmışken o kadar, eh, kahraman görünüyorlardı ki.
Savaşın ortasında, sonunda uzun süredir kafasını meşgul eden soruyu sordu. “Ben lanet bir… sizden biri değilim, değil mi?” diye sordu Vurucu Hend’e. “Bilirsin… kahramanlar doğuyor, sonra ölüyor ve. .. siz ne yapıyorsanız onu yapıyor.”
İriyarı adam kahkaha attı. Doru atı, Seanchanların yabandomuzu-atları kadar iriydi neredeyse. “Bunu soracağını biliyordum Kumarbaz!”
“Eh, o zaman kahrolası bir yanıt hazırlaman gerekirdi.” Mat yanıtı beklerken yüzünün kızardığını hissetti.
“Hayır, bizden biri değilsin,” dedi Hend. “Rahat ol. Aramızda bir yer kazanmak için yeterinden de fazlasını yapmış olsan da, sen seçilmedin. Neden bilmiyorum.”
“Belki biri o lanet aleti her çaldığında yerimden sıçrama fikrinden hoşlanmadığım için olabilir.”
“Belki!” Hend sırıttı ve Shara mızraklılarına doğru dörtnala uzaklaştı.
Mat artık savaş meydanındaki birliklerin hareketlerini yönetmiyordu. Işık izin verirse, planları işlemeye başlamıştı ve artık doğrudan kontrole gerek kalmayacaktı. Bağırıp çağırarak kahramanlarla birlikte yaylada atını sürdü ve savaşa katıldı.
Elayne gerideydi ve kendi birliklerini toparlamıştı. Mat, Elayne’in Tek Güç eseri bayrağının, başlarının üzerinde, gökyüzünde parladığını gördü ve askerlerin arasında ona benzeyen birinin, saçları arkadan aydınlatılmış gibi parlayarak at sürdüğünü gördü. Elayne de kahrolası Boru kahramanlarından biri gibi görünüyordu.
Mat, Seanchan ordusunun Elayne’in ordusuna katılmak üzere kuzeye yürüdüğünü fark edince bir sevinç narası attı ve sonra Yayla’nın doğu yamacında at sürmeye devam etti. Kısa süre sonra yavaşladı. Zar bir Trolloc’u ezmişti. O hışırtı… Mat aşağı baktığında, ırmağın çamurlu sularının çalkalana çalkalana yaklaştığını gördü. Sular yatağı doldurarak Trolloc ordusunu ikiye böldü ve çoğunu sürükleyip götürdü.
Kar saçlı Rogosh suyun akmasını izledi ve sonra Mat’e saygıyla başını salladı. “İyi iş başardın Kumarbaz,” dedi. İrmağın dönüşü Gölge’nin güçlerini bölmüştü.
Mat savaşa yeniden katıldı. Yayla’da dörtnala giderken, Sharalılardan kalanların kapıyollarla kaçtığını fark etti. Gitmelerine izin verdi.
Yayla’daki Trolloclar Sharalıların kaçtığını görünce direnişleri kırıldı ve paniğe kapıldılar. Kuşatılmış ve Mat’in birleşmiş orduları tarafından platoda süpürülürken, güneybatıdaki uzun yamaca doğru kaçmaktan başka çareleri yoktu.
Yayla tam bir kargaşaya kapılmıştı. Seanchan ordusu Elayne’inkine katılmıştı ve iki grup büyük bir gazapla Trolloclara saldırmıştı. Yaratıkların çevresinde kordon oluşturmuşlardı ve tekinin bile kaçmasına izin vermeden hızla ilerliyorlardı. Trolloclar biner biner ölürken, yer hızla kırmızıya kesti.
Ama Mora’nın Shienar tarafındaki çatışma, ırmağın karşı yakasında süren savaşın yanında hiçbir şeydi. Bataklıklarla Polov Yaylası arasındaki koridor, koridorun batı tarafından saldıran Shienarlılardan kaçmaya çalışan Trolloclarla tıkanmıştı.
Koridordaki Trollocların üzerine sürülen öncü güç Seanchan askerlerinden değil, lopar ve morat’lopar ekiplerinden oluşuyordu. Arka ayakları üzerinde dogrulduklarında, loparlar Trolloclardan daha yüksekte olmuyorlardı, ama ağırlıkça çok daha üstünlerdi. Loparlar Trolloclara yaklaşıyor, doğruluyor ve ustura kadar keskin pençelerle Trollocları biçiyorlardı. Loparlar avlarını yumuşattıktan sonra, pençeleriyle Trollocların enselerini tutuyor ve yaratığın boynunu ısırıp kellesini koparıyorlardı. Bu loparlara büyük keyif veriyordu.
Koridorun uzak ucunda Trolloc leşleri yığılmaya başlayınca loparlar geri çekildi. Sonra bu katliam çukuruna corlm sürüleri sürülmeye başladı: et koparmak üzere evrimleşmiş uzun, kıvrık gagaları olan iri, kanatsız yaratıklar. Bu etoburlar leş yığınlarını kolaylıkla aşıp, savaşmaya devam eden Trollocların üzerine gidiyor, yaratıkların etlerini kemiklerinden ayırıyorlardı. Seanchan askerler bu çatışmada pek az rol oynuyorlar, yalnızca Trollocların koridordan ya da Yayla’nın batı tarafından kaçmaması için kargılarıyla duvar oluşturuyorlardı. Saldıran yaratıklar Trollocları o kadar ürkütmüştü ki, Seanchan birliklerine doğru kaçmak akıllarına gelmiyordu.
Yamaçta, Mat’in ordusundan kaçan dehşet içindeki Trolloclar kendilerini koridoru dolduran Trollocların üzerine fırlatıyorlardı. Canavarlar birbirlerinin üzerine yuvarlanıyordu ve yığının üstüne çıkıp bir süre daha nefes alabilmek için birbirleriyle savaşıyorlardı.
Talmanes ve Aludra ejderleri koridorun karşısına kurmuşlardı ve dehşet içinde çalkalanan Trolloc yığınlarının üzerine ejder yumurtası yağdırmaya başlamışlardı.
Her şey kısa sürede oldu ve bitti. Hayatta kalan Trollocların sayısı binlerden yüzlere düştü. Kalanlar da, ölümün onları üç yönden kaptığını görerek bataklıklara kaçtılar ve çoğu bataklığın sığ sularına batıp kayboldu. Onların ölümleri daha az şiddetli, ama eşit ölçüde korkunç oldu. Kalanlar daha merhametli ölümler bularak, bataklıklarda özgürlüğün tatlı kokusuna doğru bata çıka ilerlerken, oklar, mızraklar ve arbaletlerle vuruldular.
Mat kanlı ashandareisini indirdi. Gökyüzüne baktı. Güneş oraya bir yere saklanmıştı. Kahramanlarla birlikte kaç saattir savaştığını bilmiyordu.
Geri döndüğü için Tuon’a teşekkür etmesi gerekecekti. Ama onu aramaya gitmedi. Ondan prenslik görevlerini –onlar da her neyse– yerine getirmesini bekleyeceğini tahmin ediyordu.
Yalnız… içinde tuhaf bir çekiş vardı. Gittikçe güçleniyordu.
Kan ve lanet küller Rand, diye düşündü Mat. Üzerime düşeni yaptım. Sen de şeninkini yap.
Amaresu’nun sözlerini hatırladı. Aldığın her nefes onun izniyledir Kumarbaz…
Rand ihtiyaç duyduğunda ona iyi bir dost olmuştu, değil mi? Çoğu zaman? Kan ve küller, söz konusu olan deli bir adamsa insanın endişelenmemesini bekleyemezdiniz, değil mi… hatta araya mesafe koyması bile beklenebilirdi. Değil mi?
“Şahinkanadı!” diye seslendi Mat, adama yaklaşarak. “Savaş,” dedi Mat, derin bir nefes alarak. “Bitti, değil mi?”
“Bu tarafı sıkıca dikip kapattın Kumarbaz,” dedi Şahinkanadı, atının sırtında azametle oturarak. “Ah… Savaş meydanında karşımda olmanı ne kadar isterdim. Ne ihtişamlı bir savaş olurdu.”
“Harika. Müthiş. Bu savaş meydanını kastetmedim. Son Savaş’ı diyorum. Bitti, değil mi?”
“Korkuyla titreyen toprağın üzerinde, gölgeli bir gökyüzünün altında mı soruyorsun bu soruyu? Ruhun sana ne diyor Kumarbaz?”
O zarlar hâlâ Mat’in kafasının içinde yuvarlanıyordu.
“Ruhum aptalın teki olduğumu söylüyor,” diye hırladı Mat. “Bir de dikilip saldırılmayı bekleyen lanet bir kılıç idman mankeni olduğumu.” Kuzeye döndü. “Rand’a gitmem gerek. Şahinkanadı, bana bir iyilik yapar mısın?”
“İste yeter Borazancı.”
“Seanchanları tanır mısın?”
“Ben… aşinayım.”
“İmparatoriçelerinin seninle tanışmayı çok isteyeceğini tahmin ediyorum,” dedi Mat, dörtnala uzaklaşarak. “Gidip onunla konuşursan çok memnun olurum. Ve bunu yaparsan, seni benim gönderdiğimi söyleme iyiliğini de göster.”
GERİ ÇEKİLECEĞİMİ Mİ SANIYORSUN? diye sordu Karanlık Varlık.
Bu sözleri söyleyen varlık, Rand’ın asla tam olarak kavrayamadığı bir şeydi. Evrenin tamamını görmek bile Şerrin kendisini anlamasına yardımcı olmamıştı.
GERİ ÇEKİLMENİ HİÇ BEKLEMEDİM, dedi Rand. GERİ ÇEKİLEBİLECEĞİNİ SANMIYORUM. NEDEN HEP KAYBEDECEĞİNİ GÖREBİLSEN, ANLAYABİLSEN KEŞKE.
Altlarında, savaş meydanında, Trolloclar İki Nehir’den genç bir kumarbaz tarafından yenilmiş, öldürülmüştü. Gölge kaybetmemeliydi. Hiç mantıklı değildi. Trollocların daha büyük bir ordusu vardı.
Bununla birlikte, Trolloclar sırf Myrddraaller onları zorladığı için savaşıyordu – bir Trolloc, kendi başına, bir aslanı öldürmeye çalışan bir tilkiden farksızdı.
Bu, avcıların temel kuralıydı. Senden zayıf olanı ye. Senden daha güçlü olandan kaç.
Karanlık Varlık, Rand’ın bu mekânda fiziksel bir güç gibi hissettiği bir öfkeyle kaynıyordu.
ŞAŞIRMAMAN GEREK, dedi Rand. İNSANLARIN İÇİNDEKİ EN İYİ DUYGULARA NE ZAMAN İLHAM VERDİN Kİ? YAPAMAZSIN. BU SENİN GÜCÜNÜN ÖTESİNDE SHAI’TAN. HİZMETKARLARIN ASLA UMUTLARINI KAYBETTİKLERİNDE SAVAŞMAZLAR. ASLA SIRF DOĞRU OLDUĞU İÇİN DİRENMEZLER. SENİ YENEN GÜÇ DEĞİL. ASALET.
YOK EDECEĞİM! YAKIP YIKACAĞIM! HERKESE KARANLIK GETİRECEĞİM GELİŞİMDEN ÖNCE ÇALACAĞIM BORAZAN ÖLÜM OLACAK! VE SEN, DÜŞMAN… DİĞERLERİ KAÇABİLİR, AMA SEN ÖLECEKSİN. BUNU BİLMELİSİN.
AH, BİLİYORUM SHAI’TAN, dedi Rand usulca. ÖLÜME KUCAK AÇTIM, ÇÜNKÜ ÖLÜM TÜYDEN HAFİFTİR – HEP ÖYLE OLDU. ÖLÜM BİR YÜREK ATIMINDA GELİR, BİR IŞILTIDAN DAHA ELLE TUTULUR DEĞİLDİR. AĞIRLIĞI YOKTUR, MADDESEL DEĞİLDİR…
Rand sesini yükselterek öne çıktı. ÖLÜM BENİ UZAK TUTAMAZ, BANA HUKMEDEMEZ. İŞİN GELİP ÇATTIĞI YER BU, YALANLARIN BABASI. NE ZAMAN BİRİNE, SENİN UĞRUNA CANINI VERME İLHAMI VERDİN? VAATLERİN YÜZÜNDEN DEĞİL, ARZULADIKLARI SERVETLER YÜZÜNDEN DEĞİL, SAHİP OLACAKLARI KONUMLAR YÜZÜNDEN DEĞİL, SENİN İÇİN. NE ZAMAN OLDU BU?
Karanlık durgunlaştı.
ÖLÜMÜMÜ GETİR SHAI’TAN, diye hırladı Rand, kendini karanlığa fırlatarak. ÇÜNKÜ BEN ŞENİNKİNİ GETİRDİM!
Aviendha, Thakan’dar zemininin çok yukarısındaki bir kaya çıkıntısına indi. Ayağa kalkmaya çalıştı, ama paralanmış ayakları ve bacakları ağırlığını kaldırmıyordu. Çıkıntıya yığıldı. Parmaklarındaki ışık mızrağı kaybolmuştu. Ateşe sokmuş gibi, bacaklarından yukarı ateş tırmandı.
Graendal, derin derin nefesler alarak, böğrünü tutarak geri geri sendeledi. Aviendha hemen ateş saldırısı ördü, ama Graendal onları kendi örgüleriyle kesti.
“Sen!” dedi Graendal tükürürcesine. “Seni haşere, seni iğrenç çocuk!” Kadın, yaralı olmasına rağmen hâlâ güçlüydü.
Aviendha’nın yardıma ihtiyacı vardı. Amys, Cadsuane ve diğerleri. Çaresizlik içinde, ıstırabına rağmen Tek Güç’e tutunarak, biraz önce bulunduğu yere bir kapıyol ördü. Çok yakında olduğundan bölgeyi iyi bilmesi gerekmiyordu.
Graendal bu örgüye müdahale etmedi. Kadının parmaklarının arasından kan akıyordu. Aviendha çalışırken, Graendal ince bir Hava sızıntısı ördü ve onu kullanarak kanamayı durdurdu. Sonra kanlı parmaklarını Aviendha’ya uzattı. “Kaçmaya mı çalışıyorsun?”
Kadın bir kalkan örmeye başladı.
Gücü solan Aviendha, çaresizlik içinde örgüsünü bağladı ve kapıyolu açık tuttu. Lütfen Amys, gör bunu! diye düşündü, Graendal’ın kalkanına karşılık verirken.
Onu bloke etmeyi zar zor başardı; çok zayıflamıştı. Graendal tüm savaş boyunca ödünç enerji kullanmıştı, ama Aviendha kendi gücünü kullanıyordu. Angreale rağmen, bu durumdayken Graendal’la boy ölçüşemezdi.
Graendal, yüzü acıyla çarpılarak doğruldu. Aviendha kadının ayaklarına tükürdü, sonra arkasında kandan bir iz bırakarak uzağa sürüklendi.
Kapıdan kimse gelmedi. Yanlış yere mi açmıştı?
Çıkıntının kenarına gelerek, Thakan’dar savaş meydanına yukarıdan baktı. Biraz daha ilerlerse düşecekti. Onun gözdelerinden biri olmaktan iyidir…
Hava iplikleri Aviendha’nın bacaklarına dolandı ve onu geri çekti. Aviendha dişlerini sıkarak bağırdı, sonra döndü. Ayakları paramparça olmuş et parçaları gibi görünüyordu. Acıya boğuldu ve gözleri karardı. Tek Güç’e uzanmaya çalıştı.
Graendal onu engelledi, ama Aviendha duraksadı, hırladı, sonra nefes nefese yere çöktü. Yarasını kapatan örgü hâlâ yerindeydi, ama kadının yüzü solmuştu. Bayılacakmış gibi duruyordu.
Yanındaki kapıyol Aviendha’ya davetkar görünüyordu, bir kaçış yolu – ama bir kilometre uzaktaydı sanki. Aviendha, zihni bulutlanarak, bacakları acıyla alev alev, bıçağını kınından çekti.
Bıçak titrek parmaklarından düştü. Onu tutamayacak kadar zayıftı.