Bölüm 9

Lucy’nin enfes yemeklerinin tadını çıkaran yalnızca iki delikanlı ve Cedric Crackenthorpe’du. İngiltere’ye dönmesini gerektiren koşullardan pek rahatsız olmamışa benziyordu. Bütün bu olanları karakteri gereği, sonunda ölüm de olsa kötü bir şaka olarak nitelendiriyordu.

Lucy ağabeyi Harold içinse bu durumun kabul edilemeyecek kadar nahoş bir durum olduğunu fark etti. Harold cinayeti Crackenthorpe ailesine karşı yapılmış bir hakaret olarak algılıyordu. Bundan dolayı o kadar öfkeliydi ki yemeğine dokunmadı bile. Endişeli ve üzgün olan Emma da çok az yedi. Alfred’e gelince tamamen düşüncelere boğulmuştu, çok az yediği gibi çok da az konuştu. İnce esmer yüzlü, gözleri birbirine oldukça yakın gerçekten yakışıklı bir erkekti.

Yemekten hemen sonra yeniden gelen polisler, kibarca ilk olarak Bay Cedric Crackenthorpe ile görüşmek istediklerini belirttiler.

Müfettiş Craddock son derece nazik ve samimiydi.

“Lütfen oturun, Bay Crackenthorpe. Duyduğuma göre Balear Adaları’ndan gelmişsiniz. Orada mı yaşıyorsunuz?”

“Son altı yıldır İbiza’da yaşıyorum. Bu rutubetli ve soğuk ülkeden daha çok hoşuma gidiyor.”

“Bizden çok daha fazla güneş görmüş olduğunuz kesin” dedi Craddock genç adama hak vererek. “Ancak öğrendiğime göre çok kısa bir süre önce de buradaymışsınız, kesin söylemek gerekirse Noel zamanı. Eve bu kadar kısa süre sonra yeniden dönmenizi sağlayan ne oldu?”

Cedric sırıttı.

“Kız kardeşim Emma’dan aldığım bir telgraf. Daha önce arazimizde hiç cinayet işlenmedi. Bunu kaçırmak istemedim. Dolayısıyla da geldim.”

“Kriminolojiyle ilgilenir misiniz?”

“Bu çok iddialı bir terim! Yalnızca gizemli cinayet vakalarından, dedektif hikâyelerinden filan hoşlandığımı söyleyebilirim. Aile topraklarında işlenen gizemli bir cinayet ise, yaşamda ancak bir kez karşılaşılır türden bir olay. Bunun dışında zavallı Em’in de yardıma ihtiyacı olabileceğini düşündüm. İhtiyarı, polisi ve geri kalanları idare edebilmek için, anlıyorsunuz değil mi?”

“Anlıyorum. Bu cinayet sportif duygularınızı ve aileye duyduğunuz yakınlığı kamçıladı. Kız kardeşinizin bundan dolayı size minnettar olduğundan eminim. Tabi aslında diğer iki ağabeyiniz de geldiler.”

“Ama ona destek olmak ve moralini düzeltmek için değil” diye Cedric açıkladı. “Harold inanılmayacak kadar öfkeli. Şehrin ileri gelen finans adamlarından biri olarak kuşkulu bir kadının öldürülmüş olmasına adının karışması ona göre bir şey değil.”

Craddock hafifçe kaşlarını havaya kaldırdı.

“Bu… kuşkulu bir kadın mı?”

“Bence evet, ama bu konuda asıl otorite olan sizsiniz. Olaylara bakınca öyle olması gerektiği sonucuna varıyorum.”

“Bana maktulün kim olduğuna ilişkin bir fikir verebileceğinizi sanıyorum, haklı mıyım?”

“Yapmayın, müfettiş arkadaşlarınız onu teşhis edemediğimi söylemediler mi? Benimki yalnızca bir varsayım.”

“Ben de yalnızca bir ‘fikir’ demiştim, Bay Crackenthorpe. Bu kadını daha önce hiç görmemiş olabilirsiniz. Ama onun kim olduğu ya da olabileceğiyle ilgili olarak bir tahminde bulunabilmeniz mümkün, değil mi?”

Cedric başını salladı.

“Yanlış ata oynuyorsunuz, müfettiş. Gerçekten hiçbir fikrim yok. Sanırım onun buraya, Uzun Ambar’a bizlerden biriyle buluşmak için geldiğini düşünüyorsunuz. Ama bizler burada yaşamıyoruz ki. Bu evde kalan yegâne insanlar yaşlı bir adamla bir kadın. Onun ihtiyar, hasta babamla randevusu olduğu için buraya geldiğini de düşünmüyorsunuz herhalde?”

“Bize göre —Müfettiş Bacon da aynı düşüncede— bu kadının bir ara bu evle herhangi bir bağlantısı olmuş olabileceği. Tabi bu yıllarca önce de olabilir. Hafızanızı biraz zorlayın, Bay Crackenthorpe.” Cedric bir iki dakika düşündükten sonra başını salladı. “Zaman zaman yabancı yardımcılarımız oldu, tıpkı bizim durumumuzdaki birçok aile gibi. Ama bu durumda söz konusu olabilecek birini anımsamıyorum. Bence bu soruyu diğerlerine sormalısınız. Onlar benden çok daha iyi anımsayacaklardır.”

“Bunu tabi ki yapacağız.”

Craddock sandalyesinin arkasına yaslanarak, ekledi. “Soruşturmada duymuş olduğunuz gibi adli tabip cinayet saatini tam olarak saptayamıyor. İki haftadan uzun, dört haftadan kısa bir süre önce olduğunu belirtiyor, hepsi bu. Buna göre cinayetin Noel zamanı işlendiğini düşünmemiz gerekiyor. Noel’de burada olduğunuzu söylemiştiniz yanılmıyorsam. Ne zaman geldiniz ve ne zaman gittiniz?” Cedric kısaca düşündükten sonra yanıtladı. “Bir düşüneyim… uçakla geldim. Noel’den önce cumartesi günü geldim… sanırım ayın 21’iydi.”

“Majorka’dan doğru buraya mı uçtunuz?”

“Evet. Sabah beşte hareket ettim ve öğlen saatlerinde buradaydım.”

“Peki buradan ne zaman ayrıldınız?”

“Bir sonraki cuma, ayın 27’sinde.”

“Teşekkür ederim.”

Cedric sırıttı. “Cinayete uyan bir zaman diliminde burada olmam gerçekten şanssızlık, müfettiş. Ama inanın bana bir kadını boğmak hiç de bana göre bir Noel şakası değil!”

“Umarım öyledir, Bay Crackenthorpe.”

Müfettiş Bacon bir şey söylemeden kuşkulu bakışlarla olanları izliyordu.

“Böyle bir eylem barış ve iyi niyet duygularına ters düşerdi, öyle değil mi?”

Cedric bu soruyu doğruca kendi kendine homurdanan Müfettiş Bacon’a yöneltmişti. Ancak nezaketle yanıtlayan Müfettiş Craddock oldu.

“Teşekkürler, Bay Crackenthorpe. Hepsi bu kadardı.”

Cedric odadan çıkıp kapıyı ardından kapadıktan sonra Craddock meslektaşına dönerek sordu.

“Onun hakkında ne düşünüyorsunuz?”

Bacon, “Her şeyi yapabilecek kadar kendini beğenmiş bir tip” diye homurdandı. “Ben bu tiplerden hiç hazzetmem. Yaşamları dağınık, kuşkulu tipteki kadınlarla yakın ilişkileri olan sanatkâr takımından, değer yargıları normal insanlardan farklı biri.”

Craddock gülümsedi.

“Ben giyim şeklinden de hiç hoşlanmadım” diye ekledi Bacon. “Resmi soruşturmaya bu kıyafetle katılması… saygısızlık. Uzun zamandır gördüğüm en kirli pantolon. Ya kravatını fark ettiniz mi? Boyalı kordonlardan örülmüş gibi. Bana sorarsanız o rahatlıkla bir kadını boğup, bundan huzursuz olmayacak biri.”

“Ama bu kadını boğan o değil… özellikle de Majorka’dan 21’inde ayrıldığı doğruysa. Bu kolayca tetkik edilebilecek bir şey.”

Bacon meslektaşını kuşkulu bakışlarla süzdü.

“Gerçek cinayet zamanını özellikle belirtmediğinizi fark ettim.”

“Bunu şimdilik kendimize saklayalım. İlk aşamalarda bazı bilgilerin bende kalmasını daima yeğlemişimdir.”

Bacon bu fikre içtenlikle katıldığını belirtti. “Zamanı gelince söyleriz” dedi. “En doğrusu bu!”

“Şimdi de” diye konuşmaya başladı Craddock. “Kibar, şehirli beyefendinin konuya ilişkin neler söyleyeceğine bakalım.”

Dudakları ince bir çizgiyi andıran Harold Crackenthorpe’un bu konuda söyleyebileceği çok az şey vardı. “Çok tatsız… gerçek anlamda bu olayın başımıza gelmesi büyük bir şanssızlık. Korkarım gazeteler bu konuya el atacaklar… daha şimdiden bazı gazeteciler röportaj için başvurdular bile… Böyle bir durum… Esef verici…”

Harold yarım cümlelerle konuşmaya birden ara vererek oturduğu koltuğa yaslandı. Burnu kötü kokular alan bir insana benziyordu.

Müfettişin tüm denemeleri sonuçsuz kaldı. Kadının kim olduğu ya da olabileceği konusunda en ufak bir fikri bile yoktu. Evet, Noel zamanı Rutherford Hall’e gelmişti. Ancak tam Noel akşamı malikâneye gelebilmişti. Ve hafta sonunu da burada geçirmişti.

“Hepsi bu kadar, teşekkür ederim!” Daha fazla soru yöneltmenin anlamsız olduğu kanısına varan Craddock bu sözlerle soruşturmayı bitirdi. Harold Crackenthorpe’un bu olayda onlara yardımcı olmayacağı konusunda kararını vermişti.

Daha sonra odaya oldukça abartılı bir soğukkanlılıkla Alfred girdi.

Craddock Alfred Crackenthorpe’u dikkatle süzdü; bu yüz ona bir şekilde tanıdık geliyordu. Hiç kuşkusuz ailenin bu bireyini daha önce bir yerlerde görmüştü, ama nerede? Resmini gazetede görmüş olabilir miydi? Anılarında onunla ilgili yüz kızartıcı bir şeyler olduğunu hissediyordu. Alfred’e mesleğini sordu, ancak kaçamak bir yanıt alabildi.

“Şu sıralar sigorta işiyle uğraşıyorum. Kısa süre öncesine kadar yeni tip bir diktafon pazarlıyordum. Bu konuda devrim sayılacak bir alet! Bu işten iyi kazandım.”

Craddock beğeniyle başını salladı. Onun bu davranışından hiç kimse Alfred’in ucuz giysilerinin yüzeysel zarafetinin farkında olduğunu anlayamazdı. Cedric’in giysileri oldukça eskiydi, taraz taraz olmuştu; ama olağanüstü kaliteli bir kumaştan usta işi bir kesimle dikilmiş oldukları anlaşılıyordu. Karşısındaki adamın ise ucuz şıklığı kendisiyle ilgili olarak anlattığı hikâyeyi doğrulamıyordu. Craddock nezaketle rutin sorularını yineledi. Alfred konuyla ilgilenir gibiydi… hatta hoşlanıyordu bile denebilir.

“Kadının daha önce burada çalışmış olabileceği düşüncesi hiç fena değil. Ama oda hizmetçisi olması olanaksız, bildiğim kadarıyla kardeşimin hiç oda hizmetçisi olmadı. Günümüzde artık hiç kimsenin olmadığını sanıyorum. Ancak yine de, başka ülkelerden gelen yabancı yardımcılarımız hep oldu. Polonyalı biri vardı, sonra hayat dolu bir Alman, iki de olabilir. Ancak Emma’nın teşhis edememiş olması bu varsayımınızı suya düşürüyor, müfettiş. Emma’nın çok sağlam bir hafızası vardır. Neyse, kadın Londra’dan geliyorsa…”

“Bu arada kadının Londra’dan geldiği sonucuna nasıl vardınız?”

Bu soruyu belirgin bir kayıtsızlıkla yöneltmiş olmasına rağmen gözleri merak ve heyecanla parlıyordu.

Müfettiş Craddock gülümseyerek başını salladı.

Alfred, ona sorgularcasına baktı.

“Açıklamak istemiyor musunuz? Yoksa cebinden geri dönüş bileti mi çıktı, öyle mi?”

“Olabilir, Bay Crackenthorpe.”

“Öyleyse, Londra’dan geldiğini kabul edecek olursak burada buluşacağı adamın Uzun Ambar’ın sessizlik içinde cinayetini gerçekleştirmek için ideal bir yer olduğunun farkındaymış. Buralardaki koşulları çok iyi bilen biri olmalı. Yerinizde olsam onu bulmaya çalışırdım, müfettiş.”

“Biz de bunu yapıyoruz” diyen Craddock’un bu sözcükleri son derece sakin ve güven vericiydi.

Alfred’e teşekkür ederek gidebileceğini belirtti.

“Biliyor musunuz” dedi Alfred odadan çıktıktan sonra Müfettiş Bacon’a dönerek. “Bu herifi daha önce bir yerde gördüğümden eminim…”

Müfettiş Bacon da Alfred’le ilgili görüşünü belirtti. “Kaypak biri. Bazen kaypaklığın dozunu kaçırıyor.”


* * *

“Benimle görüşmek isteyip istemediğinizden tam olarak emin değilim.” İçeri girip girmemekte tereddüt eden Bryan Eastley kapı ağzında durmuş, ürkekçe soruyordu. “Ne de olsa tam olarak aileden sayılmam…”

“Sanırım siz Bay Bryan Eastley’siniz, değil mi? Beş yıl önce ölen Miss Edith Crackenthorpe’un dul eşi?”

“Bu doğru.”

“Geldiğiniz için çok teşekkür ederiz, Bay Eastley. Özellikle de bize herhangi bir şekilde yardımcı olabilecek bir şey biliyorsanız?”

“Maalesef. Yardımcı olabilmek isterdim. Çok tuhaf bir olay, değil mi? Kışın ortasında uzaktan gelip soğuk rutubetli bir ambarda biriyle buluşmaya çalışmak. Bunu aklım almıyor.”

“Gerçekten de bu çok şaşırtıcı” diye onayladı Müfettiş Craddock.

“Yabancı olduğu doğru mu? Böyle bir şey duydum da.”

“Bu sizin için bir anlam taşıyor mu?” Müfettişin tüm dikkatle izlemesine rağmen Bryan’ın yüz ifadesinde hiçbir değişiklik olmadı, aynı samimi ve içten havası sürdü.

“Hayır, gerçekten hiçbir şey.”

“Fransız olabileceğini düşünüyoruz” diye söze karıştı Müfettiş Bacon art niyetli bir kuşkuyla.

Bryan’da bir canlanma oldu. Mavi gözleri ilgiyle etrafta dolaştı, sarı bıyığını sıvazlamaya başladı.

“Gerçekten mi? Paris o la la!” Başını salladı. “Bu da olayı daha da anlaşılmaz kılıyor, değil mi? Ambarda bulunduğu şekli kastediyorum. Daha önce hiç lahitte öldürülen birini görmüş müydünüz? Adamı buna iten nasıl bir dürtü ya da kompleks acaba? Kendini Caligula ya da onun gibi bir şey mi zannediyor?”

Müfettiş Craddock bu yorumu irdeleme zahmetine bile kalkışmadı. Bunun yerine son derece kayıtsız bir tavırla sordu:

“Aileden herhangi birinin Fransa’yla ilişkisi ya da… bağlantısı filan olduğuna ilişkin bir bilginiz var mı?”

Bryan, Crackenthorpeların zevk ve sefa düşkünü olmadıklarını belirtti.

“Harold’un çok düzgün bir evliliği var” dedi. “Eşi yoksul düşmüş bir İngiliz asilzadesinin balık yüzlü kızı. Alfred’e gelince kadınlarla pek fazla ilişkisi olduğunu sanmıyorum. Yaşamını sonları hüsranla biten ufak tefek entrikalar peşinde koşmakla geçiriyor. Cedric’e gelince, İbiza’da birkaç İspanyol senyorita’yla ilişkisi olduğunu sanıyorum. Kadınlar Cedric’in peşinden koşarlar. Üstelik de pis ve tıraşsız görünümüne rağmen! Kadınların ondan neden hoşlandıklarını hiç anlayamıyorum, ama görünen gerçek bu. Sanırım pek yardımcı olamadım, değil mi?” Özür dilercesine gülümsedi.

“Oğlum Alexander ile görüşseniz daha iyi olur. Arkadaşı Stoddart-West ile olay ortaya çıktığından beri büyük heyecanla ipucu bulmaya çabalıyorlar. Bir şeyler bulduklarına bahse girebilirim.”

Müfettiş Craddock da aynı umudu taşıdığından bahsetti. Daha sonra da Bryan Eastley’e teşekkür ederek, Miss Emma Crackenthorpe ile görüşmek istediğini belirtti.


* * *

Müfettiş Craddock Emma Crackenthorpe’u daha önce olduğundan daha büyük dikkatle süzdü. Yemekten önce kadının yüzünde beliren ifadeye hâlâ bir anlam veremiyordu.

Sessiz, sakin bir kadındı. Ama aptal değildi. Pek parlak bir zekaya da sahip olduğu söylenemezdi. Emma Crackenthorpe erkeklere huzur veren yarattığı ahenkli havayla evi yuvaya dönüştüren, tatlı ve sakin bir kadın, diye düşündü.

Bu gibi kadınları çözümlemek genellikle çok güçtür. Bu sessiz, sakin görünümün gerisinde çok sağlam ve güçlü bir karakter gizli olabilir, onları küçümsememek gerek. Belki de, lahitteki cesedin sırrını çözecek anahtar Emma’nın ruhunun derinliklerinde bir yerlerde gizli, diye düşündü Craddock.

Bu düşünceler kafasının içinde birbirini izlerken polis müfettişi birbiri ardından önemsiz sorular yöneltti.

“Konuyla ilgili olarak bildiklerinizin büyük kısmım Müfettiş Bacon’a anlattığınızı sanıyorum” dedi. “Sizi sorularımla yormak istemiyorum.”

“Bana istediğinizi sorabilirsiniz.”

“Bay Wimborne’un da belirttiği gibi ölen kadının bu çevreden olmadığı sonucuna vardık. Bu belki sizi rahatlattı… ya da en azından Bay Wimborne öyle düşünüyordu. Ama bizler açısından da olayı zorlaştırıyor tabi. Dolayısıyla teşhis edilmesi güçleşiyor.”

“Onu tanımlamaya yardımcı olabilecek herhangi bir şey yok mu? Bir çanta? Evrak?”

Craddock başını salladı.

“Çantası yoktu, ceplerinde de bir şey çıkmadı.”

“Adı konusunda hiçbir şey bilmiyor musunuz? Ya da nereden geldiğini? Hiçbir şey mi?”

Craddock düşünmeye başladı. Bilmek istiyor… kadının kim olduğunu… çok merak ediyor. Acaba baştan beri hep böyle heyecanlı mıydı? Bacon pek bu görüşte değildi ama… aslında gözünden pek bir şey kaçmayan akıllı bir adamdır, ama…

“Hakkında hiçbir şey bilmiyoruz” dedi. “Bu nedenle de birinin bize yardımcı olmasını umuyoruz. Bu konuda hiçbir bilginiz olmadığından emin misiniz? Onu teşhis edememiş olsanız bile… kim olabileceği hakkında da bir fikriniz yok mu?”

Belki yanılıyordu ama Müfettiş Craddock kadının yanıt vermeden önce kısa bir an düşündüğü izlenimine kapıldı.

“Gerçekten hiç fikrim yok” dedi.

Müfettiş Craddock’un kadına karşı tavrı hafifçe değişmişti. Sesindeki belli belirsiz bir sertleşme dışında bu fark edilmiyordu.

“Bay Wimborne size kadının yabancı olduğundan söz edince niçin onun Fransız olabileceğini düşündünüz?”

Emma’nın tavrında pek bir değişiklik olmadı, yalnızca kaşlarını kaldırdı.

“Öyle mi yaptım? Evet sanırım yaptım. Evet sanırım öyle düşündüm… belki de bu gerçek milliyetlerini öğrenene kadar her yabancının Fransız olduğunu düşünme eğilimimizin sonucuydu. Biliyorsunuz, bu ülkede yabancıların büyük çoğunluğu Fransız.”

“Ben bu konuda sizinle hemfikir değilim. Özellikle de bugünlerde durum değişti. O kadar farklı milletlerden, İtalyanlar, Almanlar, Avusturyalılar, tüm İskandinav ülkelerinden insanlar İngiltere’ye geliyorlar…”

“Evet, sanırım haklısınız.”

“Bu kadının Fransız olduğunu düşünmenizin özel bir nedeni yok değil mi?”

Emma bu soruyu yanıtlamakta acele etmedi. Biraz düşündükten sonra üzüntülü bir ifadeyle başını salladı.

“Hayır” dedi. “Sanırım yok.”

Bakışları son derece sakindi, kirpiği bile oynamıyordu. Craddock Müfettiş Bacon’a baktı. Bacon öne doğru eğilerek cebinden çıkardığı küçük emaye bir pudriyeri gösterdi.

“Bunu tanıdınız mı, Miss Crackenthorpe?”

Emma pudriyeri alarak inceledi. “Hayır. Benim değil.”

“Kimin olabileceği hakkında bir fikriniz var mı?”

“Hayır.”

“O zaman sizi şimdilik daha fazla yormamıza gerek olmadığını sanıyorum. Görüşmek üzere.”

“Teşekkürler.”

Emma iki adama kısaca baktıktan sonra ayağa kalkarak odadan çıktı. Belki yanılıyordu ama Müfettiş Craddock rahatlamış olmanın heyecanıyla onun normalden daha hızlı adımlarla odadan çıktığı hissine kapıldı.

“Onun bir şey bildiğini mi düşünüyorsunuz?” diye Bacon sordu.

Müfettiş Craddock sıkıntıyla yanıtladı. “Bir noktada herkesin anlatmak istediğinden daha fazlasını bildiği izlenimine kapılıyorsunuz.”

“Aslında öyledir” dedi Müfettiş Bacon engin deneyimlerinin getirdiği rahatlıkla. “Yine de” diye ekledi. “Bu genellikle araştırılan konuyla pek fazla ilgisi olmayan bir şeydir. Ya aileden gizlenen bir gençlik günahıdır ya da insanlar kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesinden korkuyorlardır.”

“Evet bunu biliyorum. Ama yine de…” Ancak Müfettiş Craddock’un cümlesi yarım kaldı. Kapı açıldı ve ihtiyar Bay Crackenthorpe içeri girdi.

“Scotland Yard’ın evin içine kadar gelip ilk olarak ailenin reisiyle konuşma nezaketini göstermeye bile gerek görmemesi anlaşılır gibi değil. Bana bu evin reisinin kim olduğunu söyler misiniz? Evet, söyleyin! Bu evin reisi kim?”

“Tabi ki siz, Bay Crackenthorpe” diye yanıtladı Craddock yaşlı adamı sakinleştirmeyi amaçlayan alçak bir sesle ayağa kalkarken. “Müfettiş Bacon’a bildiğiniz her şeyi anlatmış olduğunuz gerçeğinden hareket ettiğimizi bilmelisiniz; ayrıca sağlığınızın çok iyi olmaması nedeniyle de sizi fazla zorlamak istemedik. Dr. Quimper’in belirttiğine göre…”

“Şöyle demek istiyorum… böyle demek istiyorum… Sert bir insan değilim… Dr. Quimper’e gelince… yaşlı, pimpirikli kadınlardan farksız ama çok iyi bir doktor, şikayetlerimden anlıyor… ama ona kalsa beni pamuklar içinde tutacak. Yemek konusunda sabit fikirli! Noel’de yemeği biraz fazla kaçırıp midemi bozduğumda panikledi… ne yedim? Ne zaman? Kim pişirdi? Kim servis yaptı? Vesaire vesaire… her ne kadar sağlığım kusursuz sayılmazsa da tüm gücümle size yardımcı olabileceğimden emin olabilirsiniz. Evimde bir cinayet işleniyor… ya da ambarımda! İlgi çekici bir bina değil mi? Elizabeth döneminde yapılmış, o devrin karakteristik özelliklerini taşıyor! Yöredeki mimar öyle olmadığını söylüyor, ama adam ne söylediğinin farkında bile değil. 1580’den bir gün bile sonra yapılmış olamaz… neyse şu anda konu değil bu. Şimdi sadede gelelim. Benden ne öğrenmek istiyorsunuz? Şimdilik varsayımlarınız ne?”

“Henüz herhangi bir varsayım öne sürmek için çok erken, Bay Crackenthorpe. Hâlâ bu kadının kim olduğunu anlamaya çalışıyoruz.”

“Yabancı olduğunu söylediniz, değil mi?”

“Öyle sanıyoruz.”

“Düşman ajanı mı?”

“Sanmam. Olmadığını söyleyebilirim.”

“Söyleyebilirim! Söyleyebilirim. Onların her tarafa yayıldıklarının farkında değil misiniz? Ülkeyi bir tarayın, göreceksiniz. Göçmen bürolarının onlara niçin izin verdiğini anlayamıyorum. Sanayi casusu olarak faaliyet gösterdiklerinden eminim, hatta bu konuda bahse bile girerim. Maktul kadının da casus olduğuna eminim.”

“Brackhampton’da mı?”

“Her yer fabrika dolu. Kapımın hemen dışında bile bir tane var.”

Craddock Bacon’la göz göze geldi; deneyimli müfettiş hemen açıkladı.

“Teneke kutu fabrikası.”

“Onların gerçek faaliyetlerinin ne olduğunu nasıl bilebilirsiniz? Hiçbir konudan emin olmamak gerekir. Size anlatılan hiçbir şeyi aslını araştırmadan kabul etmemelisiniz. Neyse diyelim ki casus değildi, peki o zaman neydi? Sevgili oğullarımdan biriyle ilişkisi olduğunu mu düşünüyorsunuz? Eğer öyleyse hiç kuşkusuz Alfred’ledir. Harold olamaz, o çok dikkatli ve tedbirlidir. Cedric’e gelince bu ülkede yaşamaya tenezzül etmiyor. Bu durumda bu eksik etek Alfred’in kadınlarından biri olmalı. Belalılarından biri onunla buluşmak için buraya geldiğini düşünüp onu buraya kadar izledi ve öldürdü. Bu varsayıma ne dersiniz?”

Müfettiş Craddock ince bir kurnazlıkla bunun yalnızca bir varsayım olduğunu belirtti. Ancak Bay Crackenthorpe bunu fark etmedi.

“Hıh! Alfred her zaman korkağın tekiydi. O bir yalancıdır, bunu da unutmamak gerek, her zaman öyleydi. İnsanın yüzüne baka baka yalan söylemekten çekinmez. Oğullarımdan hiçbiri işe yaramaz. Hepsi ölümümü bekleyen akbabalardan farksızlar, yaşamdaki tek hedefleri bu!” Pis pis güldü. “İstedikleri kadar bekleyebilirler! Onlara bu iyiliği asla yapmayacağım. Neyse eğer bana başka bir sorunuz yoksa… yoruldum artık. Biraz dinlenmek istiyorum.” Yeniden dışarı çıktı.

“Alfred’in eksik eteği mi?” diye Bacon homurdandı. “Bana kalırsa ihtiyar bunu uyduruyor.” Sustu, tereddütle ekledi. “Bana kalırsa Alfred temiz bir insan, bazı ticari dolaplar çevirdiği kesin ama bu konumuzun dışında. Ne dersin… benim asıl kafamı kurcalayan hava kuvvetlerinden olan.”

“Bryan Eastley mi?”

“Evet. Daha önce de onun tipinde bir iki kişiyle karşılaştım. Bir anlamda kendilerini yaşamın rüzgarına kaptırıp dünyanın dört bir yanına savruluyorlar; yaşamlarında tehlikeyi, ölümü, heyecanı, macerayı çok erken tanıyorlar. Ve sonra birden yaşamı fazla yavan buluyorlar. Yavan, boş ve tatminsiz. Bir anlamda onlara haksızlık etmiş oluyoruz. Aslında bu konuda nereye kadar gidebileceğini bildiğimi de iddia edemem. Ama bir şekilde dolu dolu bir geçmiş ve boş bir gelecekle karşımızda durdukları da bir gerçek. Üstelik de canla başla yaşamlarını riske atabilmiş insanlar bunlar; sıradan bir insan ahlaki değerlerden çok sağduyularının etkisiyle, içgüdüsel olarak güvenliğini sağlamaya çalışır. Ancak bu kahramanlar korkuyu tanımıyorlar, lügatlarında tedbirli olmak diye bir şey yok. Eğer Eastley bir kadınla ilişkiye girmiş olsa ve onu öldürmek istese…” Susarak ellerini çaresizliği belirtir şekilde açtı. “Peki ama onu niçin öldürmek istesin ki? Ayrıca bir kadını öldürecek olsa bile onu niçin kayınpederinin ambarındaki bir lahidin içine koysun? Bana sorarsan bu adamlardan hiçbirinin cinayetle herhangi bir ilgisi yok. Eğer olsa, neden cesedi kendi arka bahçelerinde bırakmak gibi bir hata yapsınlar ki?”

Craddock da ona bu konuda katıldığını belirterek, buna bir anlam veremediğini söyledi.

“Burada yapacak başka işimiz var mıydı?”

Craddock olmadığını söyledi.

Bacon, Brackhampton’a giderek bir fincan çay içmelerini önerdiyse de Craddock, eski bir dostunu ziyaret etmeyi planladığını söyleyerek bunu reddetti.

Загрузка...