Bölüm 13

“Beni çaya davet etmeniz gerçekten büyük bir nezaket” dedi Miss Marple karşısında oturan Emma Crackenthorpe’a bakarak.

Miss Marple her zaman olduğundan daha dalgındı ve sevimli görünüyordu… tam saygın, sevecen bir yaşlı kadın görüntüsündeydi. Parlayan gözlerle etrafını süzüyordu. Üstüne hokka gibi oturan şık kostümü içindeki Harold Crackenthorpe’u; yapmacık bir gülümsemeyle sandviç ikram etmeye çalışan Alfred’i ve yıpranmış tüvit ceketi içinde şöminenin başında ailenin diğer bireylerini karamsar bakışlarla süzen Cedric’i inceliyordu.

“Buraya gelebilmenize gerçekten çok sevindik” dedi Emma nezaketle.

Ortamda öğle yemeğinden hemen sonra, aynı mekânda olan gerginliğin izine bile rastlanmıyordu… Emma yemeğin hemen ardından heyecanla, “Aman Tanrım, tamamen unutmuşum. Bayan Eyelesbarrow’a bugün yaşlı teyzesini çaya getirmesini söylemiştim” diye bağırmıştı.

Harold sinirli bir halde kabaca, “Onu hemen atlat. Konuşmamız gereken çok şey var. Aramızda yabancının işi yok” diye fikrini belirtmişti.

Alfred de yaklaşık aynı görüşteydi. “Mutfakta ya da başka bir yerde kızla çayını içsin.”

“Söz konusu bile olamaz” dedi Emma kararlılıkla. “Bu çok kaba bir davranış olur.”

“Bırakın gelsin” dedi Cedric. “Böylece biz de biraz muhteşem Lucy’den bahsetme fırsatı bulmuş oluruz. Bu kız hakkında daha çok bilgi edinmek istediğimi itiraf etmeliyim. Ona ne kadar güvenebileceğimi bilmiyorum. Çok gizemli biri.”

“Çok iyi referansları var ve tam anlamıyla güvenilir biri” dedi Harold. “Bunu çoktan araştırdım. Ne de olsa insan neyle karşı karşıya olduğunu bilmek istiyor. Özellikle de karşında onun gibi etrafta dolanıp tesadüfen kadın cesedi bulan biri varsa!”

“Bir de bu kahrolası cesedin kim olduğunu bilseydik” dedi Alfred.

Harold sinirlendi.

“Bu arada Emma, polise gidip bulunan cesedin Edmund’un Fransız sevgilisi olabileceğini söylemek nereden aklına geldi? Aklını mı kaçırdın sen? Şimdi onlar kadının gerçekten buraya geldiğine ve aramızdan birinin onu öldürdüğüne inanacak, bunu araştırmaya başlayacaklar.”

“Hayır Harold. Lütfen bunu abartma!”

“Harold haklı!” diye söze karıştı Alfred. “Bunu yaparken ne düşündüğünü hiç anlayamıyorum. Nereye gidersem gideyim sivil polislerce izlendiğim hissinden kurtulamıyorum.”

“Ona bunu yapmamasını söylemiştim” dedi Cedric. “Ama Quimper kafasını karıştırdı, ona cesaret verdi.”

“Bu onu hiç ilgilendirmez.” Harold iyice sinirlenmişti. “O kendi ilaçlarıyla, tozlarıyla ve toplumsal sağlık konularıyla uğraşsın.”

“Yeter artık, tartışmayı bırakın” dedi Emma çekinerek. “Bu yaşlı bayan… adı her neyse… bizi ziyarete geleceği için çok seviniyorum. Yabancı birinin aramıza katılması ve bir süre için de olsa tekrar tekrar aynı soruları irdelemekten alıkoyması çok hoş olacak. Artık gidip kendime biraz çekidüzen vermem gerekiyor.”

Odadan çıktı.

“Bu Lucy Eyelesbarrow” diye söze başlayan Harold bir an için sustu. “Cedric haklı; ambarı karıştırıp lahidin içine bakması çok tuhaf. Bu tam Herkül işi! Ona karşı belki de tedbirli olmalıyız. Bugün öğlen yemeğindeki davranışları da çok iticiydi…”

“Onu bana bırakın” dedi Alfred. “Kısa sürede onun neyin peşinde olduğunu ortaya çıkarırım.”

“Lahidi açmaya neden gerek gördüğünü anlayamıyorum?”

“Belki de o gerçek Lucy Eyelesbarrow değil” diye atıldı Cedric.

“Peki ama bunun ne anlamı olabilir ki…” Harold şaşkınlık içinde diğerlerine bakıyordu. “Tanrı kahretsin!”

Birbirlerini endişeyle süzdüler.

“Şimdi de sıkıcı bir ihtiyar çaya geliyor. Tam da bizim biraz düşünmeye ihtiyacımız olduğu bir zamanda.”

“Bu konuları bu akşam yeniden tartışırız” dedi Alfred. “Bu arada yaşlı teyzeden Lucy hakkında bilgi almaya çalışalım.”

Önceden planlandığı şekilde Lucy arabasıyla gidip onu evinden alarak malikâneye getirmişti. Miss Marple şöminenin başında otururken, kendisine sandviç servisi yapan Alfred’i nazik ve hoş görünümlü tüm erkeklere baktığı beğeni dolu bakışlarla süzüyordu.

“Çok teşekkür ederim… rica edeyim?… Ooo, yumurta ve sardalyalı sandviç mi; evet ondan da memnuniyetle bir tane alırım. Korkarım çay saatlerinde açgözlülüğüm tutuyor, yemeğin dozunu biraz fazla kaçırıyorum. Biliyor musunuz, insanın yaşı ilerleyince… Tabi akşamı çok hafif bir yemekle geçiştiriyorum… Dikkatli olmam gerek.” Yeniden ev sahibesine döndü. “Ne kadar güzel bir eviniz var. Ne kadar sanat eserine sahipsiniz. Bu bronz heykeller bana babamın Paris’teki müzayedelerden aldıklarını anımsatıyor. Büyükbabanızdan kalmış olmalı? Klasik stilin örnekleri, öyle değil mi? Çok etkileyici! Ağabeylerinizin yanınızda olması ne güzel. Günümüzde aileler o kadar dağınık ki, bazısı ta Hindistan’a gidiyor, ama sanırım bu aralar orası gözden düştü, Afrika’ya, o havası sağlıksız bölgelere gidilmeye başlandı?”

“Ağabeylerimden ikisi Londra’da yaşıyor.”

“Bu sizin açınızdan çok güzel.”

“Ama ağabeyim Cedric, ressam ve o İbiza’da, Balear Adaları’nda yaşıyor.”

“Ressamlar adalarda yaşamayı yeğliyorlar, öyle değil mi?” dedi Miss Marple. “Örneğin Chopin… Majorka’da yaşıyordu, değil mi? Ama o müzisyendi. Gauguin demek istemiştim. Trajik bir yaşam, boşa harcanmış bir ömür. Ben şahsen o adalı kadınların resimlerinden pek bir şey anlayamıyorum. Çok beğenildiklerini ve değerli olduklarını biliyorum ama o canlı parlak, koyu renkler bana pek hitap etmiyor. O resimlere bakarken gerildiğini hissediyorum.”

Cedric’i onaylamayan bakışlarla süzdü.

Cedric ise gülümseyerek sordu. “Bize biraz Lucy’den bahseder misiniz, Miss Marple? Nasıl bir çocuktu?”

Miss Marple gülerek neşeyle yanıt verdi.

“O her zaman çok akıllı bir çocuktu. Gerçekten öyleydin, tatlım… lütfen sözümü kesme! Matematik konusunda olağanüstüydü. Rakamlarla arası çok iyiydi. Anımsıyorum da, bir defasında kasap benim için hazırladığı bifteğin bedelini yanlış hesapladığında…”

Miss Marple büyük bir heyecanla Lucy’nin çocukluğuna ilişkin anılardan başlayıp sözü köy yaşamına ilişkin kişisel deneyimlerine getirdi.

Bu anılar seli Bryan ve çocuklarının üstleri başları pislik içinde ve ıslanmış olarak delil arama çabalarından dönmeleriyle kesildi. Derken çay servisi yapıldı. Bu arada odaya giren Dr. Quimper de Miss Marple ile tanıştırıldı. Adam kaşlarını kaldırarak, odayı gözden geçirdikten sonra merakla sordu.

“Umarım baban bugün kendini kötü hissetmiyordur, Emma?”

“Yok hayır… yalnız bugün öğleden sonra biraz yorgun olduğunu söyledi…”

“Sanırım ziyaretçilerden sıkılıyor” diye söze karıştı Miss Marple muzip bir gülümsemeyle. “Bunu kendi babamdan çok iyi biliyorum. Anneme hep, ‘Yine mi senin ihtiyar gevezeler geliyor?’ derdi. Sen benim çayımı çalışma odama getir. Bu anlamda çok saygısızdı.”

“Lütfen bunun size karşı yapılmış…” diye söze başlayan Emma’nın konuşması Cedric tarafından kesildi

“Sevgili oğulları geldiği zaman babam çayını hep çalışma odasına ister. Psikolojik açıdan ondan beklenen bir tutum, değil mi doktor?”

Sandviçleri ve çikolatalı pastayı yemek için çok ender zaman bulabilen bir adamın iştahıyla midesine indirmekle meşgul olan Dr. Quimper homurdanarak yanıtladı.

“Psikolojiyi psikologlara bırakmak gerek. Günümüzün en önemli sorunu herkesin kendini amatör bir psikolog olarak görmesi. Hastalarım bana komplekslerini ve nevrozlarını kendi kendilerine teşhis koyup anlatıyorlar, ama bana bu konuda konuşma fırsatı tanımıyorlar. Teşekkürler Emma, bir fincan çay daha alırım. Bugün öğlen yemek yemeğe fırsatım olmadı.”

“Doktorların yaşamının çok saygın ve fedakarlıklarla dolu olduğunu düşünmüşümdür hep” diye fikrini belirtti Miss Marple.

“O zaman pek fazla doktor tanımamış olmalısınız” diye açıkladı Dr. Quimper. “Etraf şarlatanlarla dolu, hatta başka bir deyişle kan emicilerle. Aslında öyleler de! Neyse, hiç değilse şu sıralar hizmetlerimizin karşılığını alıyoruz, devlet bunu sağlıyor. Artık hiçbir şekilde ödenmeyeceğini bildiğimiz faturalar kesmek zorunda kalmıyoruz. Ancak asıl sorun, hastaların devlet babanın cebindeki son meteliği almaya kesin kararlı olmaları; bunun sonucunda küçük Jenny gece iki defa fazla öksürse ya da küçük Tommy birkaç ham elma fazla yese, gecenin yarısı bile olsa doktorun hemen emirlerine koşması gerekiyor. Of, neyse! Mükemmel bir kek bu Emma! Çok iyi bir aşçısın!”

“Ben yapmadım. Bayan Eyelesbarrow yaptı.”

“Sizinkiler de tıpkı bunun gibi çok lezzetli” dedi Dr. Quimper nezaketle.

“Gelip babamı görmek ister misiniz?”

Emma ayağa kalktı ve doktor da onu takip etti. Miss Marple onları odadan çıkana dek gözleriyle izledikten sonra, “Miss Crackenthorpe gördüğüm kadarıyla ailesine çok düşkün ve saygılı bir evlat!” dedi.

Cedric atıldı. “İhtiyara nasıl dayanabildiğini anlayamıyorum.”

Harold telaşla söze karıştı. “Burası çok rahat bir ev ve babam da ona çok bağlı.”

Cedric fikrinde ısrar etti. “Em çok iyi kalpli bir kız. Hizmet etmek için doğmuş bir kız kurusu o!”

Miss Marple’ın gözlerinde bir parıltı belirdi. “Böyle mi düşünüyorsunuz?”

Harold telaşla atıldı.

“Kardeşim kız kurusu olduğunu söylerken, onu aşağılamak istemedi, Miss Marple.”

“Ah, onu ayıplamadım, yalnızca haklı olup olmadığını düşünüyordum. Bana kalırsa Miss Crackenthorpe asla evde kalmış bir kız değil. Benim görüşüme göre o yaşamda bir kez, ancak geç evlenen insanlardan… tabi mutlu olma şansı da aynı derecede fazla olanlardan.”

“Burada yaşamayı sürdürdüğü sürece hiç şansı yok” dedi Cedric. “Burada evlenebilecek bir erkeğe rastlaması mümkün değil!”

Miss Marple’ın gözleri daha fazla ışıldadı. “Her zaman din adamları… ve doktorlar vardır.”

Yumuşak, anlamlı, muzip bakışlarını odadakilerden birinden diğerine kaydırdı.

Büyük olasılıkla hiçbirinin o zamana kadar düşünmemiş oldukları ve pek hoşlanmadıkları bir konuyu dile getirmişti.

Miss Marple yerinden doğrulurken çantasını ve küçük yünlü şallarını bilerek yere düşürdü.

Üç erkek kardeş atılarak bunları büyük bir özenle topladılar.

“Çok naziksiniz!” diye mırıldandı Miss Marple gülümseyerek. “Ah evet, bu da küçük mavi eşarbım. Beni buraya davet etmiş olmanız gerçekten çok hoş, çok büyük nezaket. Biliyor musunuz, kendi kendime evinizin nasıl bir yer olabileceğini hayal etmeye çalışmıştım… sevgili Lucy’nin iş koşullarını anlayabilmek için.”

“Mükemmel bir ev yaşamı!” dedi Cedric. “Armağanı da bir cinayet!”

“Cedric!” Harold öfkeyle bağırdı.

Miss Marple Cedric’e dönerek gülümsedi.

“Bana kimi anımsattığınızı biliyor musunuz? Köyümüzdeki bankanın müdürünün oğlu genç Thomas Eade’yi. O da insanları şaşırtıp şoka sokmaktan hoşlanırdı. Tabi bankacılık çevrelerinde kendine yer edinemeyip, Batı Hindistan’a gitmek zorunda kaldı… Eve ancak babası öldüğünde döndü ve büyük sayılabilecek bir mirasa kondu. Bu onun açısından çok iyiydi. Yaşamı boyunca hep para harcamakta kazanmaktan çok daha başarılı olmuştu.”


* * *

Lucy, Miss Marple’ı tekrar evine götürdü… Dönüş yolunda arka girişten bahçeye girdiği anda karanlıklar içinden çıkan bir karaltı arabanın önüne çıktı; farların ışığında karaltı durması için Lucy’ye el sallıyordu. Lucy, Alfred Crackenthorpe’u hemen tanıdı.

“Bu çok iyi oldu” dedi Alfred arabaya binerken. “Bırr, hava çok soğukmuş. Açık havada biraz yürümek istemiştim, ama bu hevesim kursağımda kaldı. Peki ya siz? Yaşlı bayanı evine bıraktınız mı?”

“Evet. Bu ziyaretten çok mutlu oldu.”

“Bunu fark ettik. Yaşlı kadınların en sıkıcı topluluklara bile kolayca ısınabilmeleri komik. Hiç ama hiçbir yer Rutherford Hall’dan daha sıkıcı olamaz. Buraya iki günden fazla dayanamıyorum. Peki siz buna nasıl katlanabiliyorsunuz, Lucy? Size Lucy dememin bir sakıncası yok, değil mi?”

“Hayır, hayır. Burayı sıkıcı bulmuyorum. Ayrıca burada bir ömür boyu yaşayacak da değilim.”

“Sizi dikkatle izledim, Lucy… Çok akıllı ve zeki bir kızsınız. Tüm zamanınızı yemek pişirmek ve temizlik yapmakla geçirmek için çok fazla zekisiniz.”

“Teşekkür ederim, ama yemek pişirip temizlik yapmayı bir büroda çalışmaya yeğ tutuyorum.”

“Bence de öyle. Ama yaşamda yapılacak başka şeyler de vardır. Serbest de çalışabilirsiniz.”

“Zaten öyle yapıyorum.”

“Böyle değil. Kendi kendinizin patronu olabilirsiniz. Aklınızı kullanın ve…”

“Hangi konuda?”

“Sizi engelleyen güçlere karşı. Yolumuza çıkan, taş koyan aptal kurallar ve yasalara karşı. İşin ilginç tarafı yalnızca akıllı ve biraz kurnaz olmanın tüm bu kuralların boş taraflarını bulup, onları aşmaya yetmesi. Sen de akıllı bir kızsın. Ne dersin, bu fikir ilgini çekti mi?”

“Olabilir.”

Lucy arabayı ahıra yöneltti.

“Taahhüt altına girmek istemiyor musunuz?”

“Daha fazlasını bilmeliyim.”

“İtiraf etmeliyim ki size ihtiyacım var, sevgili kızım. Sizin çok değerli bir özelliğiniz var… çevrenize güven duygusu saçıyorsunuz.”

“Size altın külçeleri satmakta mı yardımcı olacağım?”

“O kadar da riskli değil. Yalnızca yasayı biraz çiğneyeceğiz, o kadar.” Elini Lucy’nin kolunun altına soktu. “Çok çekici bir kadınsınız Lucy! Ortağım olmanızı istiyorum.”

“İltifat ediyorsunuz.”

“Yani kabul etmiyor musunuz? Bu konuyu düşünün. Ne kadar zevkli olabileceğini düşünün. Tüm oturaklı, bilgili geçinen tipleri oyuna getirmenin nasıl bir zevk vereceğini düşünün. Tek sorun biraz sermaye.”

“Korkarım bu konuda yanlış adrese başvurdunuz.”

“Bunu sizin sağlamanızı düşünmedim bile! Yakın zamanda hatırı sayılır bir meblağı avucumun içinde bulacağım. Sevgili babam, ihtiyar cimri sonsuza kadar yaşayacak değil ya. Öte dünyaya göçmesiyle birlikte, elime gerçek para geçecek. Evet ne diyorsun Lucy?”

“Koşullar nedir?”

“Eğer istiyorsan evleniriz. Ne kadar aydın ve parasal anlamda bağımsız olursa olsun her kadın bunu ister. Aslında bu iyi de, evli insanlar birbirleri hakkında tanıklık yapmaya da zorlanamazlar.”

“Pek cazip sayılmaz.”

“Haydi, Lucy. Beni nasıl etkilediğini anlamıyor musun?”

Lucy, ona karşı kendisinin de duygusal bir çekim hissetmesine şaşıyordu. Bu her ne kadar yalnızca fiziksel bir çekicilik de olsa Alfred’in cazip bir adam olduğu inkâr edilemezdi. Lucy gülerek, genç adamın elini kolundan itti.

“Bu tür konuşmalar için yanlış zaman! Akşam yemeğini hazırlamalıyım.”

“Aslına bakılırsa Lucy, aynı zamanda mükemmel bir aşçısın da. Bu akşam bizi hangi yemeklerle şımartacaksın?”

“Sürpriz olarak kalsın. Siz de bu konuda en az çocuklar kadar yaramazsınız.”

Eve girince Lucy doğruca mutfağa gitti. Yemekleri hazırlarken karşısında bu kez Harold Crackenthorpe’u görmek onu çok şaşırttı.

“Bayan Eyelesbarrow, sizinle biraz konuşabilir miyiz?”

“Daha sonra olabilir mi, Bay Crackenthorpe? Zaten çok geç kaldım.”

“Tabi olabilir. Akşam yemeğinden sonra o zaman.”

“Çok iyi olur.”

Akşam yemeği tam zamanında hazırdı ve çok beğenildi. Lucy hemen bulaşıkları yıkadı. Koridora çıktığında Harold Crackenthorpe onu bekliyordu.

“Buyurun Bay Crackenthorpe!”

“Biraz oturalım mı?” diyen Harold Crackenthorpe salonun kapısını açtı, önden içeri geçti ve kapıyı yeniden sıkıca kapadı.

“Yarın Londra’ya geri dönüyorum” diye açıkladı. “Gitmeden önce yeteneklerinizden çok etkilendiğimi belirtmek istedim.”

“Çok teşekkür ederim” diye yanıtladı Lucy hafif bir şaşkınlıkla.

“Yeteneklerinizi burada boşa harcadığınızı düşünüyorum.”

“Öyle mi? Bence değil.”

Hiç değilse bana evlenme teklif edemez, diye düşündü Lucy. Zaten bir karısı var.

“Size bizleri bu tatsız krizden böyle ustaca bir şekilde çıkarmayı başarmış biri olarak beni Londra’da ziyaret etmenizi önermek istiyorum. Eğer telefon eder ve bir randevu belirlerseniz sekreterime bu konuda gerekli talimatları vereceğimden emin olabilirsiniz. İşin aslı kuruluşumuzda sizin gibi olağanüstü yetenekli insanlara her zaman çok ihtiyacımız var. Ancak bu yeteneklerinizden hangi alanda en verimli şekilde yararlanabileceğimizi ayrıca konuşmamız gerekecek. Size hatırı sayılır bir ücret yanında çok cazip bir gelecek önerebilirim, Bayan Eyelesbarrow. Çok etkilenip şaşıracağınızdan eminim.”

Harold Crackenthorpe kendinden emin bir tavırla neşeyle güldü.

Lucy çekinerek yanıtladı.

“Çok teşekkür ederim, Bay Crackenthorpe, bunu düşüneceğim.”

“Çok fazla zaman kaybetmeyin. Bunun gibi bir fırsatı, sizin gibi yeryüzünde iz bırakmak isteyecek genç bir kadının kaçırmaması gerekir.”

Tekrar beyaz dişlerini göstererek gülümsedi. “İyi geceler, Bayan Eyelesbarrow, iyi uykular.” Evet, dedi Lucy kendi kendine, ilginç… bütün bu olanlar çok tuhaf…

Odasına çekilmek istediği sırada merdivenlerde Cedric’e rastladı.

“Ah Lucy, size bir şey sormak istiyordum.”

“Benimle evlenmek mi istiyorsunuz? Sizinle İbiza’ya gelip evinizi düzene sokmamı mı istiyorsunuz?”

Cedric şaşkınlık içindeydi, hatta ürktüğü bile söylenebilirdi. “Bu rüyamda bile aklıma gelmez.”

“Özür dilerim. Hata ettim.”

“Yalnızca evde bir tren tarifesi olup olmadığını sormak istemiştim.”

“Hepsi bu mu? Antredeki masanın üstünde bir tane var.”

“Bakın” dedi Cedric neredeyse azarlayan bir tonda. “Dünyanın tüm erkeklerinin sizinle evlenmek istediklerini düşünmemelisiniz. Güzel bir kadınsınız, ama o kadar da değil. Bu tür davranış modellerine verilen bir ad vardı… neyse zamanla bu sizde bir saplantı halini alır ve durum giderek kötüleşir. Gerçekten siz yaşamda evlenmeyi düşünebileceğim son kızsınız, Lucy. Son kız!”

“Sahi mi?” dedi Lucy. “Bunu özellikle belirtmenize hiç gerek yok. Üvey anneniz olmamı tercih mi ederdiniz?”

“Ne dediniz?” Cedric şaşkınlıktan donakalmıştı.

“Beni çok iyi anladınız” diyen Lucy odasına girerek kapıyı kapattı.

Загрузка...