Bölüm 12

“Kızım! Hey kızım! Buraya baksanıza!”

Lucy şaşkınlık içinde başını çevirdi. Yaşlı Bay Crackenthorpe kapılardan birinin ağzında durmuş, ona doğru el sallıyordu.

“Sizin için ne yapabilirim, Bay Crackenthorpe? Beni mi çağırıyordunuz?”

“Fazla konuşmayın da içeri gelin!”

Lucy bu emre uydu. Yaşlı Bay Crackenthorpe genç kadını kolundan çekiştirerek, odaya aldı ve kapıyı kapadı.

“Size bir şey göstereceğim” dedi.

Lucy etrafına bakındı. Büyük olasılıkla çalışma odası olarak düşünülmüş ancak uzun zamandır kullanılmadığı belli olan küçük bir odadaydılar. Yazı masasının üstünde tozlu kâğıt yığınları duruyor, rutubet ve toz kokan odanın köşelerinden tavandan örümcek ağları sarkıyordu.

“Burayı temizlememi mi istiyordunuz?” diye sordu Lucy.

Yaşlı Bay Crackenthorpe hiddetle başını salladı.

“Hayır, asla! Bu odayı sürekli olarak kapalı tutuyorum. Emma da burayı karıştırmaya çok hevesli ama bunu ona yasakladım. Burası benim odam. Şu taşları görüyor musunuz? Hepsi jeolojik örnekler!”

Lucy bazıları cilalanmış, bazılarıysa işlenmemiş on iki ya da ön dört parçadan oluşan taş yığınına baktı.

“Hoş!” dedi nezaketle. “Çok ilgi çekici!”

“Haklısınız. Siz gerçekten entelektüel bir kızsınız. Bunları herkese göstermem. Size bir şey daha göstereceğim.”

“Çok naziksiniz, ancak sanırım hemen yaptığım işi sürdürmek üzere buradan ayrılmam gerekiyor. Evdeki altı erkek…”

“Biliyorum, hepsi evimi barkımı yemek peşinde… Yaptıkları yalnızca bu! Yemek! Üstelik de hiçbiri yediklerinin bedelini ödemeyi bile düşünmüyor. Asalaklar! Hepsi ölümümü bekliyorlar. Ama bekledikleri kadar çabuk öte dünyaya göçmeye hiç niyetim yok… onlara bu iyiliği yapmayacağım. Ben Emma’nın sandığından çok daha sağlıklı ve dayanıklıyım.”

“Bundan eminim.”

“Üstelik o kadar yaşlı da değilim. Beni bir ayağı çukurda ihtiyar olarak görüyor ve öyle davranıyor. Ama siz beni öyle görmüyorsunuz, değil mi?”

“Elbette ki hayır.”

“Akıllı bir kızsınız doğrusu! Şuna bir bakar mısınız?” Duvara asılı büyük, çok eski bir çerçeveyi işaret etti. Lucy bunun bir soyağacı olduğunu fark etti. Ağaçtaki bazı isimler o kadar küçük yazılmıştı ki ancak mercekle okunabilirdi. Fakat ailenin ataları büyük harflerde kaydedilmenin yanında başlarının üstünde birer taç taşıyorlardı.

“Ailemiz kraliyet kökenli. Ancak baba değil anne tarafından. Bu da anne tarafımın soyağacı” diye açıkladı Bay Crackenthorpe. “Babam sonradan görmenin tekiydi. Basit, sıradan yaşlı bir adam! Benden hoşlanmazdı. Her zaman ondan daha iyi olmama dayanamıyordu. Ben annemin tarafına çekmişim. Küçük yaşlarımdan beri sanat ve klasik arkeolojiye büyük merakım vardı. Babam bu ilgime hiçbir anlam veremiyordu… bunak ihtiyar! Annemi anımsamıyorum, ben iki yaşımdayken ölmüş. Ailesinin son bireyiymiş. Ailesi servetini yitirmiş ve zorunlu olarak babamla evlenmiş. Şuraya bakın… Bilge Edward… atak Ethelred… bir yığın asil! Üstelik hepsi Normanlardan önce! Norman öncesi diyorum, bu önemli, değil mi?”

“Gerçekten öyle!”

“Şimdi size başka bir şey daha göstereceğim.” Lucy’yi odanın dip kısmındaki heybetli, koyu kahverengi ceviz dolaba doğru sürükledi. Lucy yaşlı adamın elini kuvvetle tutmasından huzursuz oluyordu. O gün için Bay Crackenthorpe’da hiçbir güçsüzlük görünmüyordu. “Bunu görüyor musunuz? Lushington’dan gelme… annemin ailesinin gerçek yuvasından! Elizabeth zamanından! Onu yerinden kıpırdatmak için dört adama ihtiyaç var. Orada ne sakladığımı tahmin edebiliyor musunuz? Ne dersiniz, görmek ister misiniz?”

“Lütfen, tabi isterim” diye yanıtladı Lucy nezaketle. “Meraklandınız, değil mi? Tüm kadınlar aynı, hepsi meraklı.” Cebinden bir anahtar çıkararak, dolabın alt gözlerinden birini açtı ve oldukça yeni görünen bir kutu çıkardı. Bunu da anahtarla açtı. “Şuna bakın, genç bayan! Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?” Küçük kâğıda sarılmış bir silindir alarak, bir ucunu açtı. Altın paralar şıngırdayarak avucuna döküldü.

“Şunlara bir bakın, genç bayan. Çekinmeyin, elinize alın. Bunların ne olduğunu biliyor musunuz? Hiçbir fikriniz olmadığına bahse girebilirim. Bunun için çok gençsiniz. Bunlar altın paralar! Eski güzel günlerin altın paraları! Bu pis, kâğıt parçacıklarının para diye kullanılmaya başlanmasından önce alışverişte kullanılan paralar! Aptal kâğıt parçalarından çok daha değerli bunlar. Çok önceleri topladım bunları. Bu kutunun içinde daha başka birçok şey var. Buraya çok şey sakladım. Gelecek için! Emma’nın bunlardan haberi yok… kimsenin haberi yok. Bu aramızda küçük bir sır olarak kalmalı, tamam, değil mi, canım! Size bunları niçin gösterip anlattığımı biliyor musunuz?”

“Niçin?”

“Beni dünyadan elini eteğini çekmiş, zavallı hasta bir ihtiyar olarak görmemeniz için. Henüz kemiklerim yeterince güçlü. Bende daha çok iş var. Karım öleli çok uzun zaman oldu… Her şeye itiraz ederdi. Çocuklara taktığım isimlere bile. Halbuki hepsi güzel sakson adları, ayrıca soyağacını filan da umursamazdı. Ama hiçbir zaman onu dinlemedim, onun dediğini yapmadım. O da sonunda hep benim dediğime geldi, üstelik cansız, ruhsuz kadının tekiydi. Onunla karşılaştırınca siz gerçekten çok canlı, hayat dolu bir genç kızsınız; çok daha cazip bir kısrak! Size bir öneride bulunmak istiyorum. Genç bir adamla beraber olup kendinizi harcamayın. Genç adamlar çılgındır. Geleceğinizi düşünmelisiniz. Bekleyin biraz…” Lucy kolunu sıkan parmaklardaki gücü hissediyordu. Yaşlı adam kulağına eğilerek fısıldadı. “Hepsi bu! Bekleyin, göreceksiniz! Bu aptalların hepsi yakında öleceğimi sanıyorlar. Ama ölmeyeceğim. Onların hepsinden fazla yaşamam hiç de şaşırtıcı olmamalı… Göreceksiniz! Hep birlikte göreceğiz. Harold’un çocuğu yok. Cedric ve Alfred’e gelince evli bile değiller. Emma ise… o asla evlenemeyecek. Quimper ona yakınlık gösteriyor ama, Quimper Emma’yla asla evlenmez. Tabi bir de Alexander var. Evet, doğru Alexander… Biliyor musunuz, Alexander’dan hoşlanıyorum… Evet, bu ilginç. Alexander’i seviyorum.” Bir süre için susup alnım kırıştırarak ekledi. “Evet, canım, sen ne dersin? Senin bu konuda fikrin ne?”

“Bayan Eyelesbarrow…”

Çalışma odasının kapalı kapısının ardından Emma’nın boğuk sesi duyuldu. Lucy bu fırsatı kaçırmadı.

“Miss Crackenthorpe’un bana ihtiyacı var. Hemen gitmem gerekiyor. Bana gösterdikleriniz için çok teşekkür ederim…”

“Unutmayın… bu aramızda sır olarak kalmalı…”

“Unutmam” diyen Lucy koridora çıkarken, kendi kendine bunun üstü kapalı bir evlilik teklifi olup olmadığını soruyordu.


* * *

Dermot Craddock New Scotland Yard’daki masasının başında oturuyordu. Koltuğuna iyice yayılmış, masaya dayadığı dirseğinden destek alarak tuttuğu telefon ahizesine konuşuyordu. Tam anlamıyla hâkim olduğu yabancı dil olan Fransızca konuşuyordu.

“Bu yalnızca bir fikir” dedi.

“Ama dikkate alınması gereken bir fikir” diye yanıtladı telefonun diğer ucundaki Paris Polis Müdürü. “Söz konusu çevrelerde araştırma yapmaya başladım bile. Ajanlarımdan öğrendiğime göre izlenmesi gereken birkaç kayıp ilanına rastlamışlar. Ancak aileleri ya da onları koruyan birileri olmadığı için bu tür kadınlar çok kolaylıkla ortadan yok olup izlerini kaybettirirler. Tabi arkalarından arayıp soran da olmuyor. Ya turneye çıkmış oluyorlar ya da yeni bir adam bulup peşine takılıyorlar… tabi bu da kimseyi ilgilendirmiyor. Bana gönderdiğiniz fotoğrafın çok belirsiz olması çok kötü! Boğulmuş bir yüzü teşhis etmek çok güç. Ama bu konuda yapacak bir şey yok, araştıracağız. Adamlarımın bu konuda ilettikleri son bilgileri gözden geçirmeye gidiyorum. Kim bilir, belki bir şeyler çıkar. Au revoir, mon cher.”

Craddock telefonu aynı şekilde dostça ve nazik sözlerle kapatırken, masasının üzerine doğru uzatılan bir not dikkatini çekti. Notta şunlar yazılıydı:

Miss Emma Crackenthorpe.

Dedektifi Müfettiş Craddock’la görüşmek istiyor.

Rutherford Hall olayı.

Ahizeyi yerine koyarak, karşısındaki polis memuruna seslendi. “Miss Crackenthorpe’u yukarı getirin.”

Beklerken sandalyesine iyice yaslanıp düşündü.

Yanılmamıştı, Emma Crackenthorpe bir şeyler biliyordu. Pek önemli olmasa da bir şeyler biliyordu hiç kuşkusuz. Ve işte bunları anlatmaya karar vermişti.

Emma içeri girince ayağa kalkarak, elini sıktı ve oturması için bir sandalyeyi işaret ettikten sonra sigara ikram etti. Fakat kadın reddetti. Daha sonra kısa bir sessizlik oldu. Craddock kadının yapacağı açıklama için uygun sözcükleri bulmaya çalıştığını anlıyordu.

Arkasına iyice yaslandı.

“Bana bir açıklama yapmaya mı geldiniz, Miss Crackenthorpe? Size nasıl yardımcı olabilirim? Sizi endişelendiren bir şey var, değil mi? Belki çok küçük, önemsiz bir şey; bunun olayla hiçbir ilgisi olmadığını düşünüyorsunuz ama yine de açıklamanızda yarar olabileceği kanısındasınız. Bana bundan bahsetmeye geldiniz, değil mi? Herhalde bu cesedin kime ait olabileceğiyle ilgili bir şey. Onun kim olabileceğini bildiğinizi mi düşünüyorsunuz?”

“Hayır, hayır, tam olarak değil. Aslına bakarsanız bu pek mümkün değil. Ama yine de…”

“Yine de sizi endişelendiren bir şey var, değil mi? En iyisi siz bana açıklayın. Belki de sizi rahatlatabiliriz.”

Emma konuşmaya başlamadan bir iki dakika kadar düşündü.

Sonra konuya girdi.

“Ağabeylerimden üçünü gördünüz. Bir ağabeyim daha vardı. Edmund. Savaşta öldü. Ölmeden çok kısa bir süre önce bana Fransa’dan bir mektup göndermişti.”

Çantasını açarak eski, yıpranmış bir mektup çıkararak bir kısmını okudu.

“Bu kararımın sizde şok etkisi yapmayacağını umarım, sevgili Emmie, ama evleniyorum… hem de bir Fransız kızıyla. Her şey çok çabuk olup bitti, ama Martine’i hepinizin seveceğinden eminim. Eğer bana bir şey olursa onunla ilgilenip ona bakmalısınız. Size ayrıntıları daha sonra yazacağım… tabi o zaman evli bir adam olacağım. Bunu ihtiyara alıştıra alıştıra haber ver, olur mu? Yine küplere bineceğinden eminim.”

Müfettiş Craddock elini uzattı. Emma bir anlık tereddütten sonra mektubu verdi ve telaşlı sözcüklerle anlatmayı sürdürdü.

“Bu mektubu almamızdan tam iki gün sonra, Edmund’un kaybolduğuna, öldüğünü zannedildiğine dair bir telgraf aldık. Daha sonra da öldüğüne dair belgeler geldi. Tam Dunkirk Çıkartması’ndan önce. Fransa’nın kaos içinde yaşadığı günlerde. Ordunun elinde onun evlenip evlenmediğini öğrenebileceğim herhangi bir kayıt yoktu ya da ben bulamadım, ama dediğim gibi kaos içinde yaşanan günlerdi. Kız hakkında da bir bilgi edinemediğim gibi o da aramadı. Savaş sonrası elimden geldiğince araştırma yapmaya çalıştım ama tek bildiğim kızın küçük adıydı. Fransa’nın o bölgesi uzun süre Alman işgali altında kaldığı için bir şey bulmak çok zordu, özellikle de kızın soyadını ve başka özelliklerini bilmeyince. Sonunda bu evliliğin hiç gerçekleşmediğine karar verdim. Belki de kız savaş devam ederken başka biriyle evlenmişti ya da o da savaş sırasında öldürülmüştü.”

Müfettiş Craddock başını salladı. Emma anlatmayı sürdürdü.

“Bu durumda bir ay kadar önce Martine Crackenthorpe imzalı bir mektup aldığım zaman ne kadar şaşırmış olduğumu düşünebiliyor musunuz?”

“Öyle bir mektup mu aldınız?”

Emma mektubu çantasından çıkararak uzattı. Craddock mektubu büyük bir ilgiyle okudu. El yazısı eğik ve güzeldi. Eğitimli, kültürlü bir Fransızın kaleme aldığı hemen anlaşılıyordu.

“Sayın bayan,

Bu mektubu alınca şok geçirmeyeceğinizi umarım. Bilmem ağabeyiniz Edmund size evlendiğimizden bahsetti mi? Bana size yazacağını söylemişti. Evliliğimizden birkaç gün sonra savaşta şehit düştü. O sıralar bulunduğumuz kasaba Almanlar tarafından işgal edildi. Savaş bittikten sonra da size yazmayı ya da size yaklaşmayı düşünmedim. Edmund böyle yapmamı istemişti ama… Kendim için yeni bir yaşam kurdum ve sizi aramama gerek de olmadı. Ama şimdi koşullar değişti. Oğlumun güvenliği açısından kendimi size bu mektubu yazmaya zorunlu hissediyorum. O ağabeyinizin oğlu ve üzülerek söylüyorum ki ona hak ettiği hayatı sağlamam olanaksız. Önümüzdeki hafta başında İngiltere’ye geliyorum. Sizi ziyaret edip görüşebilir miyim? Bana bu konuda yazılı olarak 126 Elvers Crescent, No:10 adresine bilgi iletirseniz sevinirim. Bu İngiltere’deki irtibat adresim. Umarım bu mektup sizin için büyük şok olmamıştır.

En derin saygılarımla Martine Crackenthorpe.”

Craddock bir ya da iki dakika kadar hiçbir şey söylemeden düşündü. Mektubu geri vermeden tekrar tekrar okudu.

“Bu mektubu aldıktan sonra ne yaptınız, Miss Crackenthorpe?”

“O sıralar ölen kız kardeşimin eşi Bryan Eastley bir rastlantı eseri bizimle kalıyordu. Mektuptan bahsederek onunla konuştum. Daha sonra Londra’daki ağabeyim Harold’u da arayarak konuyu ona da danıştım. Harold bütün bu olanlar konusunda kuşkuluydu; bana çok tedbirli davranmamı önerdi. Bu kadının kişiliği hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmamız gerektiğini söyledi.”

Emma bir an için ara verdikten sonra anlatmayı sürdürdü.

“Aslında aklıselim de böyle davranmayı gerektiriyordu; onunla tamamen aynı düşüncedeydim. Ama eğer bu kız —ya da kadın— gerçekten Edmund’un mektubunda bahsettiği Martine ise, onu buyur etmenin görevimiz olduğunu düşünüyordum. Bana verdiği adrese yazarak, onu Rutherford Hall’a gelerek bizlerle tanışmaya davet ettim. Birkaç gün sonra da Londra’dan bir telgraf aldım. Telgrafta aynen şunlar yazılıydı. “Çok üzgünüm. Beklenmedik bir durum nedeniyle Fransa’ya dönmek zorundayım. Martine. Daha sonra da ondan hiçbir haber almadım.”

“Peki bütün bunlar… ne zaman oldu?”

Emma kaşlarını çattı.

“Noel’den hemen önceydi. Bunu çok iyi biliyorum, çünkü ona Noel’i bizle geçirmesini önermeyi düşünüyordum. Ama babam buna yanaşmadı; bu yüzden ben de bütün kardeşlerimin evde olacakları Noel’den sonraki hafta sonunu önerdim. Sanırım onun telgrafı da Noel’den birkaç gün önce geldi.”

“Lahitte cesedi bulunan kadının Martine olabileceğini mi düşünüyorsunuz?”

“Yok, hayır, elbette ki hayır. Ama siz onun bir yabancı olduğunu söyleyince… hiç sanmamama rağmen ister istemez düşündüm ki… belki de o…”

Sesi giderek yok oldu.

Craddock sakin bir ses tonuyla onu sakinleştirdi.

“Bana bütün bunları anlatmakla çok doğru yaptınız. Konuyu araştıracağız. Şimdilik size yazan bayanın gerçekten Fransa’ya dönmüş olabileceği ve şu anda sağ salim olduğu varsayımından hareket etmek durumundayız. Diğer yandan sizin de farkına vardığınız gibi iki olayın zaman açısından çakışmaları dikkat çekici. Resmi soruşturma sırasında sizin de bildiğiniz gibi adli tabip kadının üç dört hafta kadar önce öldürülmüş olabileceğini belirtti. Bu konuda hiç endişelenmeyin, Miss Crackenthorpe! Gerisini bize bırakın!” diyerek ekledi. “Ağabeyiniz Harold Crackenthorpe’a konuyu danıştığınızı söylediniz. Peki ya babanız ve diğer ağabeyleriniz?”

“Tabi babama da anlatmam gerekti. Çok sinirlendi, küplere bindi.” Yorgun bir ifadeyle gülümsedi. “Bütün bunların bizden para koparmak için tezgahlanmış bir komplo olduğunu düşünüyordu. Babam para konu olunca çok tuhaflaşır. Çok yoksul biri olduğuna inanıyor ya da inanmaya çalışıyor ve her kuruşu biriktirmesi gerektiğini düşünüyor. Sanırım yaşlı adamların zaman zaman bu türden takıntıları olabiliyor. Tabi bu doğru değil, çok büyük bir servete sahip, büyük gelirleri var ve bunun dörtte birini bile harcamıyor. Kim bilir belki de yüksek gelir vergileri yüzünden böyle davranıyor. Her neyse, hiç kuşkusuz bir kenara koyduğu yüklüce bir miktar parası var.” Kısa bir süre sustuktan sonra anlatmayı sürdürdü. “Diğer iki ağabeyime de bahsettim. Alfred bunu bir şaka olarak algıladı ama işin içinde bir dolandırıcılık girişiminin de olabileceğini belirtti. Cedric ise hiç ilgilenmedi, zaten onun tamamen kendine dönük bir kişiliği vardır. Aile olarak Martine ile görüşmeye karar verdik, ancak bu görüşme sırasında aile avukatımız Bay Wimborne da bizimle olacaktı.”

“Peki Bay Wimborne mektuba ilişkin olarak ne düşünüyor?”

“Bu konuyu onunla görüşmedik. Martine’nin telgrafının gelmesini bekliyorduk.”

“Başka bir şey yapmadınız mı?”

“Evet yaptım. Londra’daki adrese bir mektup yazıp üzerine ‘lütfen iletin’ notu düştüm ama herhangi bir yanıt alamadım.”

“Bütün bunlar çok ilginç… Hımm…”

Craddock Emma’yı keskin bakışlarla süzdü.

“Peki siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?”

“Ne düşüneceğimi bilemiyorum.”

“O zamanki tepkiniz neydi? Mektubun doğruluğuna inandınız mı… yoksa babanız ve ağabeylerinizle aynı fikirde miydiniz? Bu arada eniştenizin bu konudaki görüşü neydi?”

“Oh, Bryan mektubun gerçek olduğunu düşünüyordu.”

“Ya siz?”

“Ben… emin değildim.”

“Peki bu konudaki duygularınız… farz edelim ki bu kız gerçekten ağabeyiniz Edmund’un dul eşi. Peki o zaman neler hissederdiniz?”

Emma’nın yüz ifadesi yumuşadı.

“Edmund’dan çok hoşlanırdım. En sevdiğim ağabeyimdi. Mektup bana Martine gibi bir kızın içinde bulunduğu koşullarda kaleme alacağı türde görünmüştü. O zamanki olaylarla ilgili olarak anlattıkları tamamıyla doğaldı. Savaş son bulduğunda evlenmemiş ya da onu ve çocuğunu koruyabilecek bir erkekle beraber olduğu sonucuna vardım. Sonra belki de bu adam ölmüş ya da onu terk etmişti; o da eski eşi Edmund’un ailesine başvurmasının doğru olacağını düşünmüştü. Zaten Edmund’un isteği de buydu. Mektup bana gerçek ve doğal göründü, ama Harold onun Martine’i tanıyan, olayları yakından bilen, inandırıcı bir mektup yazma yeteneğine sahip bir dolandırıcı tarafından da yazılmış olabileceğini belirtti. Bu konuda haklı olabilirdi ama yine de…”

Sustu.

Craddock nezaketle sordu.

“Gerçek olmasını mı istiyordunuz?”

Emma müfettişe minnettarlıkla baktı.

“Evet, gerçek olmasını istiyordum. Edmund’un bir oğlu olması beni öylesine mutlu edecekti ki.”

Craddock başını salladı.

“Sizin de belirttiğiniz gibi ilk bakışta gerçek bir mektuba benziyor. Ancak sonra olanlar tuhaf; Martine Crackenthorpe’un aniden Paris’e dönmeye karar vermesi, ondan bir daha haber alamamanız. Ona nezaketle yanıt vermişsiniz; onu evinizde ağırlamaya hazırlanmışsınız. Peki ama eğer Fransa’ya döndüyse, niçin size tekrar yazmaya gerek görmedi? Tabi mektubu yazan gerçek Martine ise… Yok eğer bu mektubu gönderen bir dolandırıcıysa, her şeyi açıklamak çok daha kolay. Bay Wimborne’un da bu konuyu ele alıp araştırmaya başlaması kadını korkutmuş olabilirdi. Ama böyle bir durum da olmadığını söylüyorsunuz. Yine de ağabeylerinizden birinin böyle bir şey yapmış olması mümkün. Belki de bu Martine’in geçmişinde herhangi bir araştırmada ortaya çıkmasından çekindiği bir şey vardı. Yalnızca Edmund’un sevgi dolu kız kardeşini kandırmanın yeterli olacağını düşünmüş olabilir; karşısına basiretli, kuşkucu, becerikli işadamlarının çıkacağını hesaba katmamış olabilir. Sizden pek fazla soruşturulmadan çocuk için yüklüce bir miktar para koparmayı hayal etmiş olmalı. Aslında pek çocuk da sayılmaz ya; şu anda on beş on altı yaşlarında olmalı. Ancak bütün bunlar yerine kendini hiç ummadığı zorlukların karşısında bulunca yılmış olabilir. Ayrıca böyle bir durumda çeşitli yasal sorunların da kendiliğinden ortaya çıkacağını düşünmüş olmalı. Eğer Edmund Crackenthorpe’un yasal bir evlilikten doğan bir oğlu varsa, bu büyükbabanın büyük servetinin vârisi olması sonucunu da doğuracaktır, değil mi?”

Emma başını salladı.

“Duyduğum kadarıyla böyle bir durumda Rutherford Malikânesi ve çevresindeki arazilerin de sahibi olacak… bugün için değer biçilemeyecek kadar değerli toprakların.”

Emma huzursuzlaşmıştı.

“Bunu hiç düşünmemiştim.”

“Neyse, hiç endişelenmeyin” dedi Müfettiş Craddock. “Buraya gelip bildiklerinizi benimle paylaşmakla çok doğru yaptınız. Hemen incelemeye başlıyorum; ama bana öyle geliyor ki bu mektubu, yazan bayanla (büyük bir olasılıkla o yalnızca biraz para koparmayı hayal eden bir dolandırıcıydı), lahit içinde bulunan bayan arasında hiçbir ilişki yok.”

Emma derin rahat bir nefes aldı.

“Bunları size anlatmış olmaktan mutluluk duyuyorum. Çok iyisiniz.”

Craddock, onu kapıya kadar geçirdi.

Daha sonra da Dedektif-Çavuş Wetherall’i telefonla aradı.

“Bob elimde tam sana göre bir iş var. 126 Elvers Crescent, No:10’a git. Yanına Rutherford Hall’da yaşayan kadınların resimlerini al. Bak bakalım orada kendini Bayan Crackenthorpe diye tanıtan bir kadınla ilgili olarak neler bulacaksın? Ya orada yaşayan ya da orayı mektup adresi olarak kullanan, Bayan Martine Crackenthorpe diye birine ilişkin bilgi istiyorum, Aralık ayının 15’iyle sonu arasında orada bulunmuş olasılığı kuvvetli.”

“Peki efendim.”

Craddock daha sonra masasının üstünde kendisini bekleyen diğer işleriyle ilgilenmeye başladı. Öğleden sonra da tiyatro artist ajansı olan bir dostunu ziyarete gittiyse de sorularına tatmin edici bir yanıt alamadı.

Aynı gün öğleden sonranın oldukça geç bir saatinde ofisine döndüğünde Paris’ten gelen bir telgrafın masasının üstünde onu beklediğini gördü.

Verdiğiniz bilgiler Maritski Bale Topluluğu’ndan Anna Stravinska diye birine uymakta. Teşhis için buraya gelmenizde yarar var. Müfettiş Desin.

Craddock derin bir nefes aldı. Yüz ifadesi rahatlamıştı.

Sonunda! Martine Crackenthorpe oyununu bir sonuca bağlayabileceğiz, diye düşündü. Paris’e hemen o akşam feribotla gitmeyi kararlaştırdı.

Загрузка...