Bölüm 17

Craddock, Dr. Quimper hastalarının muayenelerini bitirene dek birkaç dakika beklemek durumunda kaldı. Daha sonra içeri giren doktor yorgun ve sinirli görünüyordu.

Müfettişe yaptığı içki teklifi onaylanınca kendine de bir kadeh doldurdu.

Eski geniş koltuğa çökerken, “Zavallı şeytanlar!” diye söze başladı. “O kadar korkak ve aptallar ki! Aklım almıyor. Biraz önce yine çok üzücü bir olay yaşadım. Bir yıl önce bana gelmesi gereken bir kadın! O zaman gelse başarılı bir operasyonla kurtulabilirdi. Ama şimdi çok geç! Bu beni çıldırtıyor işte. İnsanoğlu denilen kahramanlıkla korkaklığın ilginç bir bileşimi. Bu kadın inanılmaz ağrılar çekiyor. Korkularının gerçek çıkmasından ürktüğü için tüm ağrılara tek kelime bile etmeden katlanmış. Diğer yanda ise yalnızca parmaklarının ucundaki şişliğin ağrısına dayanamadıkları için buralara kadar gelip zamanımı çalan acıya dayanıksız insanlar da var. Küçük bir iltihabın kanser olması kuşkusuyla koşup geliyor ve bu şiş genellikle normal bir su toplama ya da en fazlası siğil çıkıyor. Neyse söylediklerime aldırmayın. Zaman zaman öfkemi kusma gereksinimi duyuyorum. Şey, benimle konuşmak istediğiniz neydi?”

“Her şeyden önce Miss Crackenthorpe’u ağabeyinin dul eşinden geldiği düşünülen mektup için bana başvurmasına ikna ettiğinizden dolayı size teşekkür etmek istiyordum.”

“Ah, o mu? Bari bir işinize yaradı mı? Aslında ona size gelmesini doğrudan söylemiş değilim. Kendisi de gelmek istiyordu. Endişeliydi. Tabi değerli ağabeyleri de onu bundan alıkoymak istiyorlardı.”

“Niçin böyle yapıyorlardı, dersiniz?” Doktor omuzlarını silkti.

“Bilmem, sanırım kadının gerçek olduğunun ortaya çıkmasından korkuyorlardı.”

“Sizce mektup gerçek mi?”

“Fikrim yok. Mektubu görmedim. Olayları bilen birinin fırsattan faydalanmak istemiş olabileceğini de söyleyebilirim. Emma’nın duygusallığından yararlanmayı denemek istemiş olabilir. Bu konuda yanıldığı kesin. Emma aptal değildir. Konuyu soruşturmadan yabancı bir geline kucak açmayacağı kesin.”

Birden merak dolu bir ifadeyle ekledi.

“Peki ama niçin benim bu konudaki görüşlerimi soruyorsunuz? Benim konuyla hiçbir ilgim yok ki!”

“Aslında sizden tamamen farklı bir konuda bilgi almaya geldim… ancak bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum.”

Doktor müfettişi ilgi ve merakla süzüyordu.

“Anladığım kadarıyla kısa bir süre önce… sanırım Noel sırasında… Bay Crackenthorpe ağır şekilde hastalanmış.”

Doktorun yüz ifadesi gerilip sertleşti.

“Evet.”

“Bir çeşit mide rahatsızlığı, değil mi?”

“Evet.”

“Bu biraz tuhaf… Bay Crackenthorpe sağlığıyla övünüyor ve ailesindeki bireylerin birçoğundan fazla yaşayacağını ileri sürüyor. Onun ifadesine göre… özür dilerim sayın doktor…”

“Hiç çekinmeyin. Hastalarımın benim hakkımda söyledikleri konusuna hiç duygusal davranmam.”

“Sizin boşu boşuna ortalığı velveleye verdiğinizi söyledi” diyerek Quimper gülümsedi. “Ona yalnızca ne yediğini sormakla kalmayıp, kimin pişirdiğini, kimin servis yaptığını da sorduğunuzu anlattı.”

Doktorun gülümsemesi kaybolmuş, yüz hatları yeniden gerginleşmişti.

“Devam edin.”

“Şöyle bir ifade kullanmaktan da kaçınmadı… ‘Doktor birinin beni zehirlemiş olduğundan kuşkulanıyor.’ gibi şeyler söyledi.” Kısa bir sessizlik oldu. “Bu tür… bir kuşkunuz oldu mu?”

Quimper hemen yanıt vermedi. Ayağa kalkarak oda içinde aşağı yukarı gezindi. Sonunda dönüp Craddock’un önünde durdu.

“Tanrı aşkına benden ne söylememi bekliyorsunuz? Bir doktorun elinde en ufak bir kanıt bile olmadan orada burada bir zehirleme kuşkusu olduğundan bahsedebileceğini mi düşünüyorsunuz?”

“Bilmek istediğim yalnızca… bunu samimiyetinize dayanarak soruyorum… böyle bir olasılık aklınıza geldi mi?”

Doktor Quimper soruyu kaçamak bir yanıtla geçiştirme çabasındaydı.

“Yaşlı Bay Crackenthorpe çok mütevazı bir yaşam sürüyor. Aile ziyarete geldiği zamanlarda Emma daha iyi ve zengin sofralar kuruyor. Bunun sonucu da mide-bağırsak sorunları ve hazımsızlık. Bulgular da bunu destekliyor.”

Craddock ısrar etti.

“Anlıyorum. Peki bu sizin için yeterince açıklayıcı mıydı? Hiç… diyelim ki… şaşırmadınız mı?”

“Tamam! Tamam! Şaşırmıştım. Bu sizi tatmin etti mi?”

“Beni asıl ilgilendiren, sizi endişelendiren ya da korkutan şeyin ne olduğu?”

“Aslında çok değişik mide rahatsızlıklarıyla karşılaşılabilir ama bu durumda diyebilirim ki bulguların birçoğu basit bir mide rahatsızlığından çok arsenik zehirlenmesine işaret ediyordu. Zaten bu iki rahatsızlık birbirine çok benzer. Benden çok daha iyi meslektaşlarımın da arsenik zehirlenmeleri durumunda yanılıp sırf bu yüzden hastalarının ölüm kâğıtlarını yanlış doldurmak zorunda kaldıkları olmuştur.”

“Peki sizin araştırmalarınızın sonucu neydi?”

“Tahminlerimde yanılmış olabileceğim ortaya çıktı. Bay Crackenthorpe hastam olmadan önce de böyle durumlar geçirdiğini iddia etti. Hep aynı nedenden hastalanmış. Ne zaman enfes yemekleri fazla kaçırsa aynı durum başına geliyormuş.”

“Yani ev dolu olunca mı? Aile ile mi? Yoksa konuklarla mı?”

“Evet. Aslında bu da yeterince şüphe çekici. Açık söylemek gerekirse, Craddock, konunun peşini bırakmadım. Hatta eski doktor, ihtiyar Morris’e bile bir mektup gönderdim. O bu muayenehanenin büyük ortağı idi ve ben geldikten kısa süre sonra emekliye ayrıldı. Crackenthorpe aslında onun hastasıydı. İhtiyar adamın bahsettiği bu eski rahatsızlıkları ona sordum.”

“Peki ne öğrendiniz?” Quimper gülümsedi.

“Hiç! Yalnızca gereksiz kuşkulandığımı! Üstü kapalı olarak çok kötü niyetli biri olduğunu belirtti. Aslına bakarsanız” diyerek omuzlarını silkti. “Belki de gerçekten de kötü niyetli bir insanım!”

“Bunda kuşkuluyum!” diyen Craddock düşüncelere daldı.

Sonra birden açık açık konuşmaya karar verdi.

“Üstü kapalı konuşmalara hiç gerek yok, doktor. Luther Crackenthorpe’un ölümünden büyük ölçüde yararlanabilecek insanlar var.” Doktor başıyla onayladı. “Bay Crackenthorpe yaşlı, ancak sağlıklı ve dirençli bir adam. Bu gidişle rahatlıkla doksan yaşına ulaşabilir, değil mi?”

“Hiç kuşkusuz. Ayrıca kendine çok özen gösteriyor, hem de çok sağlam bir yapısı olmasına rağmen!”

“Oğulları —kızı— onlar da giderek yaşlanıyorlar ve hepsinin de durumları sıkışık.”

“Emma’yı bunun dışında tutmalısınız. O birisini zehirleyecek tipte bir kadın değil. Bu krizler yalnızca diğerleri buraya geldiği zaman tutuyor, şimdiye dek kızıyla birlikte olduğu zaman hiç kriz geçirmedi.”

“Çok akıllıca bir tedbir… tabi bunları yapan oysa” diye mırıldandı Craddock düşünceli bir tavırla. Ancak bunu tedbirden duyulamayacak kadar kısık bir sesle söylemişti.

Kelimeleri özenle seçerek, sordu.

“Gerçi bu konulardan hiç anlamıyorum ama” diye söze başladı. “Varsayalım ki Crackenthorpe’a gerçekten arsenik verildi… bundan kurtulmuş olması büyük şans değil mi?”

“İşin asıl püf noktası da burada!” dedi doktor. “Kendimi ihtiyar Morris’in de söylediği gibi kötü niyetli hissetmemin nedeni de bu! Bakın, bu olayda düzenli aralıklarla arsenik verilmiş olması olanaksız… aslında klasik arsenik zehirlemelerinde yöntem budur. Crackenthorpe’un asla kronik mide şikayetleri olmadı. Bu da ani, şiddetli rahatsızlıkları anlaşılmaz kılıyor. Eğer şikayetlerin tamamen doğal nedenlerle ortaya çıktığını düşünmezsek, zehirlemek isteyen kişinin her defasında başarısız olduğuna inanmak zorunda kalırız. Bu da çok saçma olur!”

“Yani yetersiz bir doz kullanıldığını mı söylemek istiyorsunuz.”

“Evet. Daha önce de konuştuğumuz gibi Crackenthorpe’un çok güçlü bir yapısı var, belki de başka birini rahatlıkla öte dünyaya götürebilecek bir doz onda yeterli olmayabiliyor. Bu tür kişiye özgü tepkileri her zaman için göz önünde bulundurmalıyız. Ama bu durumda da zehirlemek isteyen kişinin —tabi eğer olağanüstü korkak biri değilse— çoktan dozu artırmış olması gerekirdi. Bunu niçin yapmamış olabilir ki?”

“Bu da” diye ekledi. “Bir zehir verenin olduğunu düşünmenin anlamsızlığını ortaya çıkarıyor. Sanırım bütün bunlar yalnızca benim kuruntularımın eseri!”

Müfettiş Craddock, “İlginç bir sorun!” diyerek doktora hak verdiğini belirtti. “Mantıklı bir açıklaması yok.”


* * *

“Müfettiş Craddock!”

Müfettiş Craddock arkasından gelen heyecanlı fısıltıları duyunca irkildi.

O anda Rutherford Hall’un ön kapı zilini çalmak üzereydi. Alexander ve arkadaşı Stoddart-West birden çalılıkların arasından çıkmış, heyecanla etrafı süzmeye başlamışlardı.

“Arabanızın sesini duyduk, sizi yakalamak istedik.”

“İyi o zaman, haydi siz de içeri gelin!”

Ancak Alexander sabırsız bir köpeğin heyecanı içinde müfettişin paltosunu çekiştiriyordu.

“Bir kanıt bulduk!” diye mırıldandı soluk soluğa.

“Gerçekten de bir kanıt bulduk” diye yineledi Stoddart-West.

Tanrı kahretsin bu kızı, dediğini yaptı, diye düşündü Craddock sıkıntıyla.

“Harika!” dedi sırf çocukları kırmamış olmak için. “Haydi eve girip bulduğunuz kanıta bakalım.”

“Hayır!” diye direndi Alexander. “Orada bizi rahatsız edebilirler. Bizimle koşum odasına gelin. Size yolu gösterelim.”

Craddock hiç istemediği halde çocukların arkasından evin köşesini dönüp ahırlara doğru ilerledi. Stoddart-West ağır bir kapıyı aralayıp parmak uçlarına kalktı ve oldukça zayıf bir ampulü yaktı. Victoria zamanlarında, temizlik sembolü olarak görülen koşum odası artık yalnızca eski eşya deposu hizmeti görüyordu. Kırılmış bahçe sandalyeleri, paslanmış eski bahçe araç gereci, eski, hantal bir çim biçme makinesi, bozulmuş somyalı döşekler, eski yorganlar, yırtılmış tenis ağları etrafa yayılmıştı.

“Buraya sık sık geliyoruz” dedi Alexander. “Burada bizi kimse rahatsız etmez.”

Koşum odasının çocuklar tarafından kullanıldığı anlaşılıyordu. Çürümüş döşekler üst üste konularak bir çeşit divan yapılmıştı. Eski paslı bir masanın üzerinde bir kutu çikolatalı kurabiye, birkaç elma, bir kutu şekerleme ve bir yapboz duruyordu.

“Bu gerçek bir kanıt, efendim!” dedi Stoddart-West heyecanla. Gözlüklerinin gerisindeki gözlerinin heyecanla parladığı görülüyordu. “Bugün öğleden sonra bulduk onu.”

“Günlerce araştırdık. Çalıların arasını… ”

“Çöp kutularını karıştırdık…”

“Aslında oralarda da birkaç ilginç şey bulduk ama…”

“Daha sonra da kalorifer dairesine gittik…”

“Orada da ihtiyar Hillman’ın eski, atılan kâğıtları doldurduğu kocaman bir galvanizli kutu var…”

“Kalorifer sönünce tekrar tutuşturmak için onları kullanıyor…”

“Etrafa atılan bütün eski kâğıtları işte bu yüzden toplayıp orada biriktiriyor…”

“İşte onu orada bulduk…”

Konuşmayı kesen Craddock, “Neyi buldunuz?” diye sordu.

“Delili! Stoddart daha önce eldivenlerini giymeyi unutmamalısın!”

Stoddart-West bilgiç bir ifadeyle önemli bir cinayet dedektifi havasında bir çift kirli eldiveni ellerine geçirdikten sonra, bir Kodak fotoğraf albümü çıkardı. Çantanın içinden kirli, kırışmış bir zarf alarak, abartılı bir gururla müfettişe uzattı.

İki çocuk heyecandan soluklarını tutmuş, müfettişe bakıyorlardı.

Zarfın içinde mektup yoktu ama zarfın postadan geçmiş olduğu üzerindeki damgalardan anlaşılıyordu. Mektubun üzerindeki adreste ise, Martine Crackenthorpe, 126 Elvers Crescent No: 10 yazıyordu.

“Görüyorsunuz, değil mi?” diye sordu Alexander soluk soluğa. “Bu onun burada olduğu anlamına geliyor. Edmund Amca’mın Fransız karısından söz ediyorum. Bütün bu şamatanın koparıldığı kişiden yani! Gerçekten buraya gelmiş ve mektubu düşürmüş olmalı. Durum böyle görünüyor, değil mi?…”

Stoddart-West de söze karıştı.

“Bu durumda öldürülen kadın da o olmalı… yani sizce de müfettiş, bu durumda lahidin içinde bulunan kadın cesedinin Martine olması gerekmiyor mu?”

İki çocuk da heyecan içinde gelecek yanıtı bekliyorlardı.

Craddock kendisinden beklenen rolü oynadı.

“Olabilir, kesinlikle olabilir” dedi.

“Ama bu önemli, öyle değil mi?”

“Parmak izi araştırması yapacaksınız, değil mi, efendim?”

“Elbette!” diye yanıtladı Craddock.

Stoddart-West derin bir soluk aldı. Rahatlamışa benziyordu.

“Büyük bir şans, değil mi?” dedi. “Üstelik de son günümüzde!”

“Son gün mü?”

“Evet” dedi Alexander. “Yarın Stoddartların evine gidiyoruz. Tatilin sonuna kadar orada kalacağız. Stoddartların muhteşem bir evleri var… Kraliçe Anne zamanından kalmaydı, değil mi?”

“William ve Mary” dedi Stoddart-West.

“Ama annen demişti ki…”

“Annem Fransız. İngiliz mimarisinden pek anlamıyor.”

“Ama baban da demişti ki, evin inşa edildiği zaman…”

Craddock elindeki zarfı dikkatle inceledi.

Lucy Eyelesbarrow bu işi çok kurnazca ayarlamıştı. Peki ama posta damgalarının sahtelerini yapmayı nasıl başarmıştı? Zarfı gözlerine iyice yaklaştırdı ama loş ışıkta pek bir şey göremedi. Çocuklar için büyük bir zevk olan bu konu Craddock açısından hiç de hoş değildi. Lucy bunu düşünmemiş olmalıydı. Lanet olsun! Eğer zarf gerçekse hemen bazı tedbirler alınması gerekecekti. Eğer öyleyse…

Hemen yanı başında çok sıkı bir mimari tartışması sürüyordu. Müfettiş Craddock tartışmayı duymazlıktan gelerek, seslendi.

“Haydi çocuklar, eve gidelim. Bana çok büyük yardımınız dokundu!”

Загрузка...