715– Çizmeden yukarı çıkma!
İ. Ö. IV. yüzyılda, büyük İskender'in sarayında Apel adlı bir ressam yaşarmış.
Apel'in tablolarından birini dikkatle süzen bir ayakkabıcı, eleştiriye başlamış:
– Bu çizmenin kıvrımı böyle olmaz… Mahmuzlar bu kadar yana kaymamalıydı… Adamın eli…
Çizmeyle ilgili eleştirileri sabırla ve ilgiyle dinleyen Apel, ayakkabıcı daha sözünü tamamlamadan müdahale eder:
– Yoo, dostum, çizmeden yukarı çıkma!
716– Beni tanır mısın?
Haccac‑ı Zalim, Abdullah bin Zübeyr'i şehit ettikten sonra Medine'ye gelmiş. Bu vaka için herkesin ne söylediğini öğrenmek için tebdil‑i kıyafet halk arasında gezmeye başlamış. Bir gün ihtiyar bir bedeviye rastlayıp sormuş:
– Ya şeyh! Medine'de ne var, ne yok?
– Sorma halimiz pek yaman.
– Ne oldu?
– Ne olacak, Abdullah bin Zübeyr gibi bir adamı şehit ettiler.
– Kim etti?
– Haccac denilen o zalim, o Allah'ın belası…
– Sen Haccac'ı görsen tanır mısın?
– Hayır…
– İşte Haccac benim.
– Peki sen de beni tanır mısın?
– Hayır…
– Ben de Benî Amir kabilesinden bir divaneyim ki; ne söylediğimi, ne yaptığımı bilmez, işte böyle saçmalar, gezerim.
717– İki kişi
Sokrat dalkavuklardan hoşlanmazmış. Bir gün bu cinsten bir adamla konuşuyormuş. Filozof ne derse dalkavuk tastık ediyormuş. Nihayet sabrı tükenen filozof şöyle haykırmış:
"Hiç olmazsa bir kez olsun itiraz et de iki kişi olduğumuzu anlayalım yahu!"
718– İnce politika
Bağdatlı bir halife bir gün geleceğini öğrenmek için sarayına bir müneccim çağırtır ve istikbalini okumasını ister. Müneccim de Halifenin avucuna, yıldızlara, cam küresine ve kahve falına baktıktan sonra şöyle konuşur:
– Efendimiz, size maalesef büyük bir felaketi haber vermek zorundayım. Altı oğlunuzu da birbiri ardından kaybedeceksiniz. Hepsinin ölümüne şahit olacaksınız.
Halife tabii öfkeden küplere biner. Ve meş'um müneccimin derhal kellesinin vurulmasını emreder. Sonra bir başka müneccim çağırtır. O da kendi usulünce halifenin istikbalini okuyup, aynı sonuca varır.
Fakat bir önceki meslektaşının âkibetini bildiği için kehanetini şu sözlerle açıklamayı tercih eder:
– Efendimiz, tanrının nimetleri üzerinden eksik olmayacak… Siz 6 oğlunuzdan çok yaşayacaksınız. Uzun ömürlü olacaksınız. Evlâtlarınızın hiçbiri sizi kaybetmenin acısına şahit olmayacak.
Pek keyiflenen halife hemen bu hayırlı haberciye 1000 altın verilmesini emreder.
719– Bir erkek öpücüğü
Arap şairlerinden Mugir, güzel bir kızla evlenmek istiyordu. Yakın arkadaşı Haris, o kızı bir erkek öperken gördüğünü yemin ederek söyleyince evlenmekten vazgeçti.
Ama epey bir zaman sonra aynı kızı Haris'le evlenmiş gördü ve tepesi attı:
– Sen yalan söylemekten utanmıyor musun? Ve başkasının öpücük artığını karın olarak kabulleniyorsun?
Haris, kendinden emin cevap verdi:
– Ben ne yalancıyım, ne de başkasının öptüğü kızı aldım. Yalnız babası tarafından alnından öpülürken gördüğüm kızı aldım.
720– Doğrusu bu
İmam Ebû Yusuftan, birisi, öğrenmek istediği bir şeyi sorar. O da:
– Bilmiyorum… der. Adam:
– Mademki bilmiyorsun, öyleyse ne diye devlet hazinesinden boşuna aylık alıyorsun? deyince, İmam Ebu Yusuf şu cevabı verdi:
– Ben, bildiklerim için para alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, hazinede para kalmazdı.
721– Akıllı köylü
Yıldırım Bayezid köyleri dolaşıyordu. Bir gün bir köyün birinde çok yaşlı bir köylüye rastladı. Bu köylü, bahçesine küçük küçük fidanlar dikiyordu. Yıldırım Bayezid yaşlı köylüye yaklaşıp şaka yollu sordu:
– Baba, bu fidanlar ne zaman büyüyüp de meyve verecek? Bu meyvelerden yemek sana nasip olacak mı dersin?
Köylü:
– Hiç sanmıyorum, dedi.
– Öyle ise niye kendini yorup ekiyorsun?
– Biz atalarımızın diktiği ağaçların yemişlerinden yemiyor muyuz? Oğullanınız, torunlarımız da bizim diktiklerimizin yemişini yesinler…
Bu cevap padişahın çok hoşuna gitti:
– Aferin, dedi.
O zamanlar padişah kime"aferin"derse bin altın vermek onun şanmdandı. Padişahın yanındakiler köylüye bin altını verdi.
Köylü:
– Bak sultanım, gördünüz mü, bizim fidanlar şimdiden meyve verdi.
Bu cevap Yıldırım'ın daha da hoşuna gitti. Köylünün sırtını sıvazladı ve:
– Aferin baba, aferin! dedi.
Köylü bu söz üzerine bin altın daha hakettı ve Allah'a dua etti.
722– Bol keseden bağışlar
Timurlenk Şiraz'ı zaptettiği zaman, ünü dünyayı tutmuş olan büyük şair Hafız‑ı Şirazî'yi yanına çağırttı. Hafız‑ı Şirazî bir şiirinde Buhara ve Semerkant şehirlerini, sevgilisinin bir ben'i için bağışlayacağını söylüyordu. Timur, eski, püskü giyimli şaire:
– Ben, dedi. Semerkant ile Buhara'yı ele geçirmek için bütün dünyayı yakıp yıkmayı göze alırken, sen bu yoksul kılığınla, nasıl olur da bu iki güzel şehri, sevgilinin bir ben'ine bağışlarsın?
Hafız Şirazî:
– Evet efendimiz, dedi. Beni bu hale düşüren bu bol keseden yaptığım bağışlar, değil mi?
723– Yarısı bostancıbaşınm
Sultan III. Murad zamanında, padişahın hoşuna giden bir, dalkavuk varmış… Padişahın huzurunda yapmadığını komaz, Sultan'ı eğlendirir, çıkarken de parasını alır gidermiş…
Yine birgün huzurda mesleğim icra edip çıkarken, verilen altın kesesini almamış:
– Hayır padişahım, bu sefer altın değil, yüz sopa vurulmasını isterim!
Herkes şaşırmış, ama padişah:
– Vurun bakalım 100 sopayı… Herhalde bir bildiği vardır, görelim hele…
Dalkavuğu yere yıkmışlar, falakaya yatırmışlar, başlamışlar tabanlarına vurmaya… bir, iki, üç… on… yirmi… otuz… kırk‑dokuz, elli, derken dalkavuk bağırmış:
– Durun, benim bir ortağım var, yansını da ona vurun, hakkı geçmesin…
– Kim senin ortağın?
– Sizin bostancıbaşınızdır padişahım, ne zaman sizin ihsanınıza nail olsam, saraydan çıkarken kesedeki altınların yarısını alır. Madem ortağını, sopanın yarısı da ona vurulsun…
724– Evliya gelse…
Sultan İbrahim hastalanmış, ölürse, henüz erkek evladı da olmadığı için Osmanlı hanedanı varissiz kalacak… Saray erkânının aklına Cinci Hoca gelmiş,"nefesi kuvvetlidir, okusun"diye alıp getirmişler.
Saraya gelen Cinci Hoca etraftaki herbiri birbirinden entrikacı vüzera, vükela, ümera… topluluğunu görünce:
– Burada o kadar cin var ki, evliya gelse çarpılır, demiş.
725– Efendiliği var ki
Halet Efendi'nin çekemediği devlet adanılan arasında Morali Osman Efendi de vardı… Osman Efendi, onurlu, derviş tabiatlı, temiz yürekli bir insan… Halet Efendi, adamın rütbesini almak, azletmek için her türlü hareketi yapar ama buna rağmen bayramlaşmak için evine geldikçe, merdiven başına kadar uğurlar saygı gösterirdi… Nedenini soranlara şöyle dermiş:
– Evet, ben bu adamı sevmem… Rütbesini, görevini, malını aldım. Canını almak bile elimden gelir… Fakat üzerinde bir Osmanlı Efendiliği var ki onu alamıyorum!
726– Yorulan mangal
Şah Abbas'ın sarayında kapağı zümrütler, inciler ve yakutlarla süslü bir mangal varmış. Bu mangalın iki kulpuna da göz alıcı elmaslar oturtulmuş.
incili Çavuş İran'a gittiği sırada Şah, Türk elçisine sarayının ihtişamını göstermek ister.
Türk elçi heyeti sarayı gezerken bu çok süslü mangala hayran kalır. Ancak saray hademelerinin kaşla göz arasında bu mangalı diğer gezilecek odalara gizlilikle taşıdıklarını fark ederler.
Şah'ın maksadı her odada böyle kıymetli mangalların bulunduğunu göstermekmiş. Saray gezildikten sonra Şah, Elçi'nin intibalarını sorar. İncili Çavuş su cevabı verir:
– Sarayınız güzel, büyük; gezmekle bitiremedik, çok yorulduk ama, mangalınız da bizimle birlikte yoruldu!
727– Yalansa Kur'an çarpsın…
Abartıcı bir kişi olarak tanınan hattat Mustafa İzzet Efendi, bir dostuna:
– Dün gece sabaha kadar oturdum bir Kur'an yazıp bitirdim, demiş.
Az sonra dostu sözü almış:
– Geçen Ramazanda Kandilli'ye bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğaziçi'nde öyle bir fırtına çıktı ki… Dalgalar öyle bir yükseldi ki bindiğim kayığı sahildeki minarelerin boyuna kadar kaldırdı. Derken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı minaredeki mahya kandillerinden yakıp orucumu bozdum.
Mustafa İzzet Efendi bağırıvermiş: –Yalan!…
– Yalansa, dün gece yazıp bitirdiğin Kur'an çarpsın!
728– Senin dirhemin sesi
Padişah Sultan Mahmut'un çok sevdiği bir atı varmış, yıllar boyu hep o ata binmiş… Lâkin at ihtiyarlamış, binilecek hali, yürüyecek mecali kalmamış… Sonunda vezirler durumu padişaha arzetmişler:
– Padişahım, izin verirseniz sizin bu atı artık ahıra çekelim, orada besleyelim, ahir ömrünü rahat geçirsin.
Padişah:
– Olmaz, demiş, bu at benim çok kahrımı çekti, onu serbest bırakacağım, memalik‑i şahanemde (ülkemde) istediği gibi dolaşsın dursun, canı ne isterse onu yapsın, kimse karışmasın!
Ferman padişahındır. Kim karışabilir.
At salınmış, istediği yere girip çıkıyor, istediğim yiyor içiyor, kimin haddine düşmüş, padişahtan fermanlı ata dokunmak!
Bir gün arpacının biri, dükkanında arpa tartarken, padişahın atı içeri girmiş, başını arpalığa sokmuş, başlamış yemeye…
Arpacı ne yapsın, bir şey diyemiyor, elindeki dirhemi yere tak tak vurarak, belki ürkütür, kaçırırım diye düşünüyor.
Müşterilerden biri bakmış ki arpacı elindeki dirhemleri durmadan yere vuruyor, gürültü çıkarıyor… Merak etmiş sormuş:
– Yahu sen ne yapıyorsun?
– Ne yapayım, Sultan Mahmut'un atı bu, dokunamıyorum ki, belki ürker de kaçar diye gürültü çıkarıyorum.
Müşteri gülmüş:
– Yahu bu Sultan Mahmut'un atı diyorsun, bu at harp meydanlarında ne top sesleri, gülle sesleri duymuştur, kimbilir… Senin dirheminin sesinden mi korkacak!
729– Boynuzlar
Şair Haşmet, kurbanlık koyun almak için Beyazıt alanında gezerken Şair Fıtnat Hanıma rastlar:
– Burada ne işiniz var hanımefendi?
– Kurbanlık koyun alacağım efendim.
– Ne gerek var, ben kulunuz kurban olurum.
– Bilirsiniz ki boynuzsuz kurban makbul değildir. Sizin boynuzlarınız yok.
Haşmet, beklediği cevabı alamamanın hırçınlığıyla:
– Aman efendim, der, konağınızda yarına kadar kalsam çatal çatal boynuzlarım çıkar!
730– Ahmaklar listesi
Meşhur şair Haşmet'in bir defteri vardı. Ahmak olduğunu anladığı adamların ismini o deftere yazardı. Bir gün Koca Ragıp Paşa, Haşmet'i çağırarak:
– Senin şu ahmaklar defterinde benim de ismim var mı? diye sordu.
– Evet paşam.
– Neden?
– Evvelki gün birine borç verdiniz de ondan…
– Peki ya herif getirir borcunu öderse…
– Paşam o zaman sizin isminizi siler onunkini yazarım.
731– Öp paşa babanın elini
Hazır cevaplığıyla tanınan Üsküdarlı Aziz Efendi, eşeğine binmiş, çarşıya gidiyormuş. Şair Kâzım Paşa ile karşılaşmışlar. Aziz Efendi, şaka yollu eşeğine seslenmiş:
– Öp paşa babanın elini!
Kâzım Paşa elini eşeğin ağzına doğru götürmüş, sonra da gülmüş:
– Aziz ol!
732– Ne işi var?
Öküz Mehmet Paşa, Halep Valisi olduğu sıralar kent dışında serin bir yere içki sofrasını kurdurmuş. Kentin ileri gelenleriyle yüksek rütbeli memurları da çağırmış…
Yenilip içilirken, önlerinden bir eşek sürüsüyle bir öküz geçmiş. Haleplilerden biri, öküzü görünce, paşanın lakabını anımsamış ve kendini tutamayıp, gülmeye başlamış.
Paşanın musahibi, adama kızmış:
– Ne gülüyorsun be adam! Paşa:
– Nasıl gülmesin, demiş."Bu kadar eşeğin arasında bir öküzün ne işi var"diye düşünmüştür!
733– Balık
Pablo Picasso'nun sergisine gelenlerden biri, en çok resimlerin adıyla ilgileniyordu."Balık"adlı resmin önünde durdu, uzun uzun baktıktan sonra, yanmdakine:
– Bunun neresi balık? dedi.
O sırada yanlarından geçmekte olan Picasso, nezaketle:
– O balık değil, dedi. – Nedir öyleyse?
– Resim!
734– Tembel
Dük D'Aumone, çok tembel bir adammış. Bir gün Kardinal Richlieu ona şöyle demiş:
– Tanrı seni soylu bir kişi olarak yarattı. Kralımız da seni dük yaptı. Burbon dükü de sana boynuz taktırdı. Orleans düşesi de mavi kordonla süsledi. Ben de seni St. Louis Birliği'ne süvari yaptım… Artık sen de kendi kendine bir şey yap! Meselâ, hadi kalk da, hiç olmazsa bir traş ol be adam!…
735– İt yesin, kuş yesin…
Zatî'nin babadan kalma bir bağı varmış, üzümünün her tanesi bir şişe şeker şerbetine benzer!
İt İskender ve Kuş Kasım adlarında iki tanıdığının yolları bu bağa düşmüş. Bol bol üzüm yemişler. Sonra Zatîye gelip:
– Helal et, demişler. Zatî cevap vermiş:
– Helalliğim istemek gerekmez. Babam, diktiği vakit"it yesin, kuş yesin"demiştir!
736– Keçi de gönderebilirdi
İspanya Kralı II. Philip, Papa seçilen V. Sixt'i tebrik için beyzadelerden genç bir kont 'u göndermişti. Bu iş için bu derece genç birinin gönderilmesini kendisine hakaret sayan Papa, Kont'a:
– Kralınız adam kıtlığına mı uğradı ki, nezdime gönderecek bir sakallı bulamamış, diye sordu.
Genç İspanyol Kont hemen cevapladı:
– Sakalın sizce bu kadar itibarı olduğunu bilseydi, icabında bir keçi de gönderebilirdi…
737– Hayatta olsaydı
I. Napolyon 1806 tarihinde Kral Büyük Fredrick'in Post‑dam'daki mezarını ziyaret eder.
Şapkasını çıkararak sandukaya yaklaşır. Fakat yüzünde o kadar büyük bir hürmet ve tazim ifadesi görülmez.
Bu sırada maiyetindeki generallere şapkalarını çıkarttırarak der ki:
– Beyler, bu adam bugün hayatta olsaydı, biz muhakkak ki burada bulunamazdık.
738– Herkesin bildiği
Soylulardan bir Markiz bir gün Voltaire'i görünce kızgınlık içinde bağırmış:
– Siz ötede beride benim için dedikodular yapıyor, hafif kadın olduğumu söylüyormuşsunuz…
Voltaire, gülümseyerek:
– Aman efendim, demiş. Nasıl olur, bir yanlışınız var, ben her zaman yeni ve duyulmamış sözleri söylerim. Herkesin bildiklerini tekrarlamaktan hoşlanmam.
739– Ateş
XVI. Louis idama mahkum bir caninin affı için yapılan önerilerin etkisi altında kalarak, dönemin Adalet Bakanına emreder:
– Mühürümüzü getiriniz. Bazı af mektupları vadettim. Adalet Bakanı, durumu anlayınca, Krala:
– Haşmetmeap, çok rica ederim, böyle alçakça bir suç işleyen katilleri affetmeyin.
Kral kızdı ve bakandan mühürü getirmesini emretti. Bakan, mühürü getirdi ve Kral af fermanını mühürledi. Sonra da bakana dönüp:
– Şimdi, mührü alıp yerine koyunuz. Adalet Bakanı, yerinde put gibi durarak:
– Özür dilerim, haşmetmaap. Bu mühür kirlenmiştir. Ona artık ben el süremem.
Çağın Avrupa'sının en mağrur Kralı XVI. Louis, bu cesur davranış karşısında hatasını anlayarak, mühürlediği fermanı, hemen yanmakta olan şömineye attı. Bunun üzerine bakan gayet saygılı bir şekilde:
– Devlet mühürünü şimdi alıyorum. Haşmetmeap. Ateş onu temizledi.
740– İncile göre muamele
Fransa krallarından biri İspanya ile harbe girişerek zaferi kazanmıştı. Venedik Cumhurbaşkanı derhal Fransa kralına bir tebrik mektubu gönderdi. Fransızlar, aynı ülkenin İspanya kralına da bir taziye mektubu gönderdiğini öğrenmişlerdi.
Bunun üzerine Venedikteki Fransız elçisi Cumhurbaşkanına gitti. Bu iki yüzlü siyaseti hükümetinin doğru bulmadığını bildirerek protestosunu iletti. Venedik Cumhurbaşkanı hemen yanıbaşmda duran İncil'i aldı, bir yerini açtı ve elçiye şu satırları okudu:
"Sevinenlerle sevin, dertlilerle dertlen."
741– Eşkıya temizliği
Sultan İkinci Mahmud'un Yeniçeri Ocağını kaldırmaya çalıştığı devirde Hüseyin Ağa Yeniçeri Ağası olmuştu. Hüseyin Ağa kısa sürede istanbul'u eşkıyadan temizlemişti. Bir gün selamlık resminde Sultan II. Mahmud kendisine sormuş:
– Hüseyin Ağa, eşkiyadan hâlâ kalan var mı?
– Efendim, devletlum sayesinde bir tanesi bile kalmamış, hepsi gereken cezaya çarptırılmıştır. Huzurunuzdakilerden| başka geriye kimse kalmamıştır.
742– Akıl vergisi
Fransa Kralı XV. Louis'e yaranmak isteyen saray men–| suplarından biri, kralın huzuruna çıktığı bir sırada:
– Haşmetlim, demiş. Aklıma yepyeni bir vergi koymakl geldi. Bu öyle bir vergi olacak ki, herkes ödeyecek adı da"Akıl Vergisi."
Kral bıyık altından gülümsemiş:
– Mükemmel bir fikir bu, diye cevap vermiş. Bir istisna' olarak da siz bu vergiden muaf tutulursunuz herhalde!
743– Biz sade üzümün suyunu içmesini biliriz
Sultan Mecit, bir gün Boğaziçi'nde büyük bir bağın ortasındaki köşkte oturan bir Bektaşi babasını ziyarete gitmiş. Baba o sırada komşu bahçelerden birinde misafir bulunuyormuş. Padişahın geldiğini işitince derhal karşılamaya koşmuş. Bektaşi gelinceye kadar padişah bağın her tarafını dolaşmış. Bektaşi gelince hal ve hatır sorulduktan sonra konuşmaya başlamışlar:
– Erenler, bu kadar büyük bağın üzümünü ne yaparsınız?
– Müritler ve canlarla beraber yeriz padişahım.
– Bu derece büyük bağın üzümü yemekle biter mi?
– Yediğimiz kadarını yeriz. Kalanı da sıkar, fıçılara basar, sonra içeriz.
– Peki, sıkılmış üzüm şarap olmaz mı?
– Vallahi efendim, biz üzümü sıkıp fıçılara basarız. Artık Allah ne murat ederse o olur. Üst tarafına karışmak haddimiz değildir!
744– III. Napoleon'un kırdığı pot
Sultan Abdülaziz, Fransa Kralı III. Napoleon tarafından Fransa'ya davet edilmiş ve yanına baş yaver olarak Keçecizade Fuad Paşa'yı almıştı. Fuad Paşa, o zaman en iyi konuşan bir zat olmakla kalmıyor, aynı zamanda mükemmel Fransızcası ile Fransızları şaşırtıyordu. Napoleon'un davetinden sonra sıra Sultan Abdülaziz'in kralı öğle yemeğine davete gelmişti. Bunun için de Başyaver Fuad Paşa Krala refakat etmek üzere Napoleon'un sarayına gönderilmişti. Protokola önceden vakıf bulunan saray erkanı da Fuad Paşa'nın arabasını derhal saray kapısında karşılayarak kendisini sarayın ünlü aynalı salonuna götürmüşlerdi. Fakat tam o sırada salonun öteki tarafında yaveriyle beraber Fransa Kralı bulunmakta ve geç kalan tuvaletini tamamlamakla meşguldü, bir taraftan da yaverine Sultan Abdülaziz hakkında pek hoş olmayan şeyler söylemekte ve gününü böyle bir ziyafette geçireceğinden dolayı şikayette bulunmaktaydı.
Napoleon sözlerini tam bitirdiği sırada gözleri aynada Fuad Paşa'yı gördü ve müthiş canı sıkılarak salonun öteki tarafına Paşa'nın yanına gitti.
– Ekselans, dedi. Herhalde zat‑ı âliniz, sultanınız hakkında söylediklerimi kendisine nakletmezsiniz değil mi?!
Fuad Paşa'nın cevabı tarihî ve ünlüdür:
– Majesteleri! Ben hiç şimdiye kadar sultanımın majesteleriniz hakkında söylediği sözleri gelip size nakletmiş miydim?
745– Macera
Güzel bir bayan Napolyon'a sordu:
– Haşmetmeap! Bu kadar şan şeref kazandığınız halde neden halâ yeni maceralar peşinde koşuyorsunuz?
Napolyon:
– Ya siz hanımefendi, bu kadar güzel olduğunuz halde neden halâ makyaj yapıyorsunuz?
746– Suç
İngiliz Kralı I. Georges karısı olan kraliçe Sofiya'yı müthiş kıskanırmış. Bir gün bu kıskançlığı yüzünden kraliçeyi bir kaleye hapsettirmiş. Karısının âşığı olduğunu tahmin ettiği süvari subayını da idama mahkum ettirmiş. Aradan uzun zaman geçince karısına haber gönderen kral onu affetmeye hazır olduğunu bildirmiş. Fakat onurlu kraliçe Sofiya şu cevabı göndermiş:
"Onunla barışmamıza imkan yok! Eğer ben, başkasını sevdiysem zaten kraliçeliğe yakışmam? Eğer bu durumda suçum yoksa; o zaman kocam bana yakışmaz."
747– İp
Bismarck'a bir ricasının yapılması için başvuran bir adam, şayet yapılmazsa kendini asacağını söyler.
Bismarck yumuşamış bir tavırla hemen zile basar. İçeri giren yaverine dileğinin yerine getirilmesini emredeceğini bekleyen adamcağız sevinir:
Bismarck yaverine emreder:
– Bir ip bulun da verin şu adama.
748– Siz dışardan, biz içerden…
Sultan Abdülaziz, III. Napolyon'un çağrısı üzerine Fransa'ya giderken Hariciye Nazırı Keçecizade Fuad Paşayı da birlikte götürmüş. Fuad Paşa ile Fransa Başbakanı Compte de Montauban de Palitan arasında Süveyş Kanalı'nın açılması ve Girit'in Yunanistan'a verilmesi konularında önemli görüşmeler olmuş. Paşa, Fransa'nın isteklerine şiddetle karşı çıkıyormuş. Bir gün Compte de Montauban:
– Neden boşuna ısrar ediyorsunuz? demiş. Hangi gücünüze güveniyorsunuz? Osmanlı Devleti'nin ne kadar zayıfladığını görmüyor musunuz?
– Hayır Kont, hayır! demiş Fuad Paşa. Osmanlı Devleti asla zayıflamamıştır. Bütün gücünü koruyor! Üçyüz yıldır sız dışardan, biz içerden yıkmaya çalıştığımız halde bir türlü yerinden sarsamadık!
749– Kardinalin ruhu
XIV. Louis'nin nedimlerinden biri, bir gün kralın huzuruna meyus bir tavırla girerek ahlâksızlığı ve riyakârlığı ile ünlü bir kardinalin ölümünü haber vermek istedi:
– Haşmetmeap! Kardinal hazretleri az önce ruhunu Tanrı'ya teslim etti.
Kral üzgün olmayan bir sesle:
– Hiç zannetmem ki o ruhu Tanrı kabul etmiş olsun, dedi.
750– Uyku
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki Wersailles Kon‑feransı'nın bir birleşiminde, öğleden sonraki toplantının saat kaçta başlayacağı tartışılıyormuş…
İtalyan delegesi"Saat 15.00 ten önce başlamasın; çünkü ben yemekten sonra^iki saat uyurum!"demiş.
Amerikan delegesi ise 18.00'den sonra başlamamasını teklif etmiş:"Çünkü ben akşam üzerleri mutlaka iki saat uyurum."
İngiliz delegesi ise hiç sesini çıkarmamış…
Başkan Clemenceau toplantı saatini söylemiş:
"Toplantı 15.00 te başlayacaktır; böylece hem İtalyan, hem. de Amerikalı meslektaşlarımızın uyku ihtiyaçları giderilmiş olacaktır. İngiliz meslektaşım ise toplantı sırasında uyuyabilir."
751– Günlük yakma âdeti
Ahmed Vefik Paşa'ya bir hristiyan sormuş:
– Camilerinizde niçin günlük yakmıyorsunuz? Paşa hemen şu cevabı vermiş:
– Bizimkiler abdestlidirler. Yel vermezler. Onun için günlük yakmıyoruz.
Günlük: Sıcak ülkelerde yetişen bazı ağaçların kabuğundan elde edilen ve hekimlikte kullanılan bir reçinedir. Parlak bir alev, hoş kokulu ve beyaz renkli bir duman vererek yanar.
Günlük yakmak: Hristiyanhk güçlenip de görkemli törenler yapmaya»aşlayınca (IV. yüzyıl) kilise günlük yakmayı benimsemiştir. Günlük dunanı, duaların göğe yükselişini simgeliyordu. (Vahiy, VIII, 3–4) ve kokusuysa şeytanın kukıırt kokusuna karşı çıkıyordu. Son yüzyıllarda, kesin kurallara göre kullanılan günlük, artık kilise törenlerinde serbestçe kularalmaktadır.
752– Kafa kalırsa…
Enver Paşa ile İttihatçı milletvekillerinden Babanzade İsmail Hakkı Bey söyleşiyorlar. Söz, devam etmekte olan Birinci Dünya Savaşı'ndan açılıyor. Enver Paşa:
– Allah, elbette sonunu hayır edecektir, diyor.
O sırada Enver Paşa biraz rahatlamak için kalpağını çıkarıp masaya bırakıyor. Hakkı Bey de fesini…
Enver Paşa konuşmasını şu cümlelerle sürdürüyor:
– Sonunu hayır etmezse de, siz fesinizi giyersiniz, ben kalpağımı… çeker gideriz. Hakkı Bey gülümsüyor:
– Giyecek kafa bulursak!
753– Kâmil Paşa ve Şair Eşref
İzmir Valisi Kâmil Paşa, bir denetleme gezisi sırasında Kırkağaç ilçesine uğrar. Kasabaya girerken oranın kaymakamı olan Şair Eşrefi görür. Kaymakamın vali paşanın geleceğinden haberi yok; eşeğe binmiş, ağır aksak gidiyor…
Kâmil Paşa, arkasından seslenir:
– Eşref Bey, eşek sizi düşürmesin?
Eşref, Vali Kâmil paşayı ardında görünce şaşırır, ama bozuntuya vermez. Üstelik, hemen o anda dilinin ucuna gelen nükteyi savurmaktan da geri kalmaz:
– Merak buyurmayınız paşam, eşek pek kâmildir!
Kâmil kelimesi"olgun, uysal"anlamındadır.
754– Yahudiler burada kalmıyor!
Vali Kâmil Paşa, İzmir'in ilçelerini denetlemek üzere geziye çıkıyor. Şair Eşrefin kaymakam bulunduğu Kırkağac'a da uğruyor. Eşref, Kâmil Paşa'yı tren istasyonunda karşılıyor, geceyi ilçede geçirmesini rica ediyor.
Paşa:
– Oğlum Eşref, senin konuğun olmak isterdim ama, vaktim yok. Teftiş bitsin, dönüşte uğrarım, diyor.
Daha sonra Kırkağac'ın sorunları üzerine sorular soruyor. Eşrefin açıklamalarını dinliyor. Bir ara da ilçe nüfusunu öğrenmek istiyor. Eşref, Kırkağaç'ta yaşayanların sayısını, bunun ne kadarının müslüman ne kadarının hristiyan nüfus olduğunu söylüyor.
– Yahudileri unuttun. Kaç yahudi var?
Paşa, yahudilerin burada yaşamadığını biliyor. Soruyu yöneltmesindeki amaç, kimi yergilerinde kendisinden"yahudi"diye söz eden Eşrefi mahcup etmek.
Eşref ise hiç duraksamadan:
– Efendim, diyor, buranın huyundan mı suyundan mı, her nedense, ilçemizde yahudiler durmuyor. Gelip hemen gidiyorlar!
755– Haline şükret.
Cüce Raif Bey, Şair Eşrefe durumundan yakınıyordu:
– Ne sen sor, ne ben söyleyim… Gırtlağıma kadar borç içindeyim.
Şair Eşref:
– Haline şükret, dedi. Ya ben ne yapayım? Ben senden üç misli uzunum!
756– Yanlış telgraf
Süleyman Nazif, Bağdat Valisiyken ordu kumandanlığından şöyle bir telgraf alır:
– Yüzbin okka şeker, beşyüzbin okka un ve onbin okka çay temin edip acele kumandanlığımıza gönderiniz…
Süleyman Nazif, cevap olarak şu telgrafı çeker:
– Çin İmparatorluğuna çekmeniz lâzım gelen bir telgraf, yanlışlıkla vilayetimize gelmiştir. Telgrafınız okunmuş ve mes'ûliyetimiz mahşere kalmıştır. Bilgilerinize…
757– Beş kuruşa dua
Şair Eşref bir ara beş parasız kalmış. Ne edeyim de beş on kuruş kazanayım diye düşünüp taşınırken, ölülerin ardından dua eden hocaların epeyce"dünyalık"edinmeleri dikkatini çekmiş. O da başlamış"duacı"lığa… Başlamış ama, hocalarla"rekabet"güç. Onlar çevrelerinde tanınmış kişiler, ayrıca mahallerinde bir ölen olunca çağrılmayı beklemeden kendiliklerinden ölü evine damlıyorlar…
Eşref de çözüm yolunu"piyasayı kırmakta"bulmuş. Sağa sola haber göndermiş:
"Dua beş kuruşa!"
Hocalar da"rekabeti kırmak"için Eşrefi Şeyhülislama şikâyet etmişler. Şeyhülislam, Eşrefi makamına çağırtmış:
– Ayıp değil mi, demiş, beş kuruşa dua edilir mi? Şair Eşref şu cevabı vermiş:
– Aman efendim, siz benim dualarımı bir işitseniz on para bile vermezsiniz!
758– Üç dakika daha…
Şair Eşref, günün birinde Bektaşi tarikatına girmek ister. Bu düşüncesini bir iki dostuna acar. Onlar:
– Biz de aynı yolun yolcusu olalım, derler.
Bektaşi şeyhi Ruhi Baba ile görüşülerek oluru alınır.
Sıra, tarikat dilinde"ikrar verme"denen törenin düzenlenmesine gelmiştir. Tören sırasında kurban"tığlanır", sofra kurulur, dem (içki) âlemleri yapılır. Bütün bunlardan sonra da tarikata giren kişilere"nasip"verilir…
O gece"meydan açıldığında", yani tören başlarken, Eşref arkadaşlarından biraz geri kalır.
– Yahu Beybaba, bugünü dört gözle bekliyordun, nedeı geri kaldın? diye sorarlar.
– Üç dakika daha müslüman kalmak için! der.
759– Vali ve eşek
Bir gün Kâmil Paşa yapılan bir şikayet üzerine Şaiı Eşrefi vilayet makamına davet etmişti. Davete icabet eden Eşref, vilayete geldiği zaman kendisine valinin encümen toplantısında olduğunu ve biraz beklemesi gerektiğini söylediler.
Valiyi bekleyen şair, bir ara konuşulanları dinlemeye çalıştı. O esnada valinin münakaşa edilen bir mesele hakkında şöyle dediğini duydu:
– O kadar da incelemeyin, millet eşektir anlamaz.
Bu sözlere çok üzülen şair, hemen cebinden çıkardığı bir kâğıda şu kıtayı yazdı ve valiye verilmesi için odacısına bıraktı. Sonra da çıkıp gitti:
Ehli mansıptan birisi millete essek dese,
Reddolunmaz sözü amma eşşoğlu can sıkar.
Millete essek diyen essek herif bilmez mi ki
Sadrazamlalar da valiler de milletten çıkar.
760– Daha kötüsü
Süleyman Nazifin bir yazısı, İleri gazetesinde yanlışlıkla Florinalı Nazım imzasıyla yayımlanmıştı. Celal Nuri, Süleyman Nazif e takılmak istedi:
– Geçmiş olsun üstad. Başınıza bir kaza gelmiş.
– Allah beterinden saklasın, deyiniz. Ucuz kurtulduk…
– Bundan beter ne olabilir ki, üstadım?
– Olur, olur… Ya onun yazısı altına benim imzamı koysalardı?
761– Tam isabet
İçtihad dergisini yayımlayan Abdullah Cevdet'in bir şiirindeki Ben bu vatanın öksüzüyüm dizesi, mürettip hatası sonucu Ben bu vatanın öküzüyüm biçiminde çıkmıştı.
Abdullah Cevdet buna pek öfkelenmişti. Önüne gelene dert yanıyordu. Babıâli yokuşundan inerken Süleyman Nazif e rastladı. Uzun uzun yakındıktan sonra sordu:
– Ne dersin bu işe?
Süleyman Nazif cevabı yapıştırdı:
– Tam isabet, tam isabet!… Ona mürettibin hatası değil, sevabı derler!
762– Başka dil biliyor mu?
Süleyman Nazif hiç sevmediği bir yazar için Abdullah Şi‑nasi'ye sormuş:
– Arkadaşınız Fransızca bilir mi?
– Evet bilir.
Süleyman Nazif gülümsemiş:
– Türkçe bilmiyor da, acaba başka bir dil biliyor mu diye merak ettim!
763– Şerrinden Allah'a sığın
Süleyman Nazif, hayatı boyunca, yazar, düşünür Abdullah Cevdet ile hep tartışmış, ona sataşmış, zaman zaman kavga edip dargın kalmıştır.
Bir gün karşılıklı yemek yiyorlarmış. Abdullah Cevdet tabağındaki tavuğu bıçakla kesmeye çalışırken, but kaymış, Süleyman Nazifin kucağına düşmüş, üstü başı rezil olmuş…
Süleyman Nazif ellerini açmış:
– Ey mübarek hayvan, bu adamın şerrinden bana değil, Allah'a sığın!
764– Uyanık asker
Bir gün Bismark, harpte yararlılık gösteren bir askere kahramanlık madalyası takarken sordu:
– Asker, yüz altın mı istersin, yoksa bu şerefli madalyayı mı?
– Madalyanın kıymeti nedir komutanım?
– Maddi kıymeti aşağı yukarı üç altın.
– Öyleyse 97 altınla madalyayı birlikte isterim.
765– Şeref ve para
Bir Alman subayı bir gün Fransız imparatoru Napoleon'a demişti ki:
– Sizin askerleriniz para için döğüşüyorlar. Halbuki Alman askerleri şeref uğrunda döğüşürler.
Napoleon şu cevabı verir:
– Ne yapalım, herkes kendinde olmayan şeye can atar.
766– Uçkur çözme
I. Dünya Savaşında Osmanlı Devleti mağlup olmuştur. İstanbul işgal edilmiş, Süleyman Nazif"Kara Gün"diye müthiş bir yazı yazmış, Fransızların idamından güç kurtulmuş ve Malta'ya sürülmüş. Malta sürgünleri arasında Enver Paşa'nın babası da var. Bir gün sohbet, çapkınlıktan açılmış, herkes gençliğinde yaşadığı bir çapkınlığı anlatıyormuş…
Sıra Enver Paşa'nın babasına gelmiş:
– Allah'a şükür ben çok masumum. Çünkü hayatımda hiç harama uçkur çözmedim, demiş.
imparatorluğun batışından Enver Paşayı sorumlu tutan Süleyman Nazif atılmış:
– Ah paşa hazretleri, keşke helale de uçkur çözmeseydiniz de o zaman Enver başımıza gelmez, bizler de burada sürgünde olmazdık…
767– Vız gelir…
İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere Başbakanı Churc‑hill radyoda konuşma yapmaya gidiyormuş. Radyoevinin kapısına gelince, bindiği taksinin şoförüne sormuş:
– Beni yarım saat bekleyebilir misin?
Karanlıkta müşterisinin yüzünü seçemeyen şoför:
– Özür dilerim sor, demiş. Başbakanın konuşmasını dinleyeceğim.
Churchill yurttaşının bu ilgisinden çok memnun kalarak bahşiş kabilinden iki sterlin uzatmış. Şoför parayı aldıktan sonra yerlere eğilerek selam vermiş:
– Sizi bekleyeceğim, sor. Churchill'in konuşması vız gelir bana!
768– Fotoğraf
İtalyan Faşist diktatörü Mussolini savaş raporlarını renkten renge girerek okuyordu. Gelen haberler hep yenilgiden bahsediyordu. Bir ara başını kaldırdığında gözü duvarda asılı duran kendi portresine ilişti. Mussolini gözünü kırparak sordu:
– Bu gidişle halin ne olacak? Duvarda asılı duran fotoğraf cevap verdi:
– Ne olacak, beni indirip seni asacaklar!
769– Etraftaki katırlar
Ünlü gazeteci ve yazarlardan Velid Ebuzziya, Cumhuriyetin ilk yıllarında İstiklal Mahkemesinde yargılanıp beraat ettikten sonra genç meslektaşlarına nasihat etmiş:
–Aman, şu sıralarda fincancı katırlarını ürkütmeyin…
Yusuf Ziya Ortaç başını sallamış:
– İmkansız!
– Neden?
– Etrafta o kadar çok katır var ki!
770– İngiliz siyaseti
Fıkra bu ya, ahiretteki yasalara göre, İngiliz başbakanı Churchill, Amerika başkanı Roosevelt ve Rus lider Stalin'in yargılanması tamamlandıktan sonra, dünya yasalarındaki gibi son istekleri de sorulmuş:
Roosevelt:
– Rusya'nın haritadan silinmesini isterim, demiş. Stalin:
– Amerika'nın yerle bir olmasını isterim, demiş. Sıra Churchill'e gelince:
– Can‑u gönülden Roosevelt ve Stalin'in dileklerinin yerine getirilmesini isterim, demiş.
771– Hitler'in ölüm günü
Alman diktatör Hitler bir falcıya gitti ve:
– Hangi gün öleceğim? diye sordu.
Falcı, Hitler'in yahudilerin bir bayram gününde öleceğini söyledi. Hitler:
– Bunu nasıl bu kadar emin söyleyebiliyorsunuz? dedi. Falcı cevap verdi:
– Hangi gün ölürseniz ölün, o gün yahudiler sizin için bayram yapacaklarım söylüyorlar da…
772– Yavaş konuş!
İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru… Hitler'le General Goering, savaşı kaybettikleri gün kılık değiştirip kaçmaya karar vermişler. Hemen provaya girişmişler: Hitler ak sakallı bir ihtiyar, Goering de tombul bir bayan olmuş. Çevredeki birahanelerden birine gitmişler.
Hesap öderlerken, garson kız:
– Teşekkür ederim führerim, demiş. Şaşırmışlar. Georing:
– Bu, dil alışkanlığından olsa gerek, demiş. Bir daha deneyelim.
İki bira daha gelmiş, bu kez hesabı Goering ödemiş. Garson kız da:
– Teşekkür ederim sayın mareşalim, demiş. Bunun üzerine Goering fısıltıyla sormuş:
– Bizi nasıl tanıdın, kızım? Garson kız kulağına eğilmiş:
–Yavaş konuş. Ben de General Goebbelsim.
773– Ceket yeni
Bir seçim kampanyasında kürsüde coşkuyla konuşan politikacı bar bar bağırıyordu:
– Bana istedikleri kadar iftira etsinler. Ben kimseden beş kuruş rüşvet almadım.
Bu şekilde bağırırken mecazen de ceketinin ceplerini ters çeviriyordu:"İşte aziz vatandaşlarım! Allah çarpsın ki, şu ceplere haram tek kuruş girmedi…"
Dinleyenlerden biri seslendi:
– Anlaşılan terziden daha yem aldınız!
774– Odun
Ercüment Ekrem Talu'nun belediye başkanı ile arası açılmıştı, o günlerde de gazetelerde odun alım ihaleleri ile ilgili ilanlar çıkıyormuş… Şu resmî daireye işte şu kadar odun ihale ile alınacaktır gibisinden…
Ercüment Ekrem Talu, yazısının dibine küçük bir ilan koymuş:
"10 ton odun açık eksiltmeyle satın alınacaktır. Açık eksiltmeye katılmak isteyenler, alınacak odunun örneğini Belediye Başkanlığı makamında görebilirler…"
775– Şeref
Faşist İtalyan ordusu, Ekim 1935'te savaş ilan etmeksizin Habeşistan topraklarına girdiğinde ve yedi aylık direnişten sonra başkent Addis Ababa'ya girmişti.
Her tarafta İtalyan askerleri geçit töreni düzenleyerek halka korku salmaya çalışıyordu:
– Rap rap rap… sesleri arasında gururla yürüyorlar.
Addis Ababa sokaklannda dünyadan ve ülkesinden habersiz Habeşli bir dilenci olanları anlamsız boş gözlerle izliyor:
Rap rap yürüyen askerî kıtalar… Bir dilim ekmeğe muhtaç, hayatında böyle bir şey görmemiş dilenci… Dayanamayıp yaklaşıyor bir askere soruyor:
– Siz kimsiniz yahu, nereden geldiniz?
– Biz Duçe'nin kahraman ordularıyız, çok uzaklardan geliyoruz!
– Nereden yani?
– Denizin öteki yakasından, İtalya'dan!
– Peki niçin?
İtalyan asker, başını göğe dikmiş gururla cevap veriyor:
– Şerefimiz için…
Habeşli dilenci hayretler içerisinde:
– Vah vah, demek o kadar uzaklardan geliyorsunuz… Oralarda hiç mi şerefiniz kalmamıştı!
776– Harp bütçesi
II. Dünya Savaşı sırasında bir gün Alman General Göring'e bir kâşif getirirler. Bu kâşif o zamana kadar görülenlerden çok üstün bir uçak modeli geliştirmişti. General Göring icattan çok memnun kaldı. Elli milyon marka planı satın aldı. Mukavele imzalandıktan sonra adam, generale:
– Size bir plan daha göstereceğim. Bir uçaksavar topu. O kadar isabetle atış yapar ki, satın aldığınız uçağı bile bir anda yere düşürebilir.
Plan tetkik edildi. Göring hayran kaldı ve yüz milyon mark'a onu da satın aldı. Sonra:
– Daha başka bir keşfiniz yoktur inşaallah, dedi. Adam gülerek:
– Var, dedi. Özel bir maden keşfettim. Satın aldığınız uçak bu madenle kaplanırsa, satın aldığınız topun mermilerine kolayca karşı koyabilir.
– Peki o kaça?
– İki yüz milyon mark.
Göring fena halde kızmıştı. Zile bastı:
– Bu adamı yakalayıp derhal gestapoya teslim edin. Toplama kampına gönderin. Yoksa harp bütçemiz tehlikeye girecek…
777– Çalarken…
Neyzen Tevfık'e soruyorlar:
– Neyzen, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?
Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir dönemdir. Neyzen Tevfik:
– Maliye Vekili değilim ki, diyor, çalarken zevk alayım!
778– Bakkal borcu
Koca Ragıp Paşa'nın konağında bir Ramazan ayında, oruç üzerine konuşuluyordu. Paşa'nın sevip himaye ettiği Şair Haşmet de oradaydı.
Paşa ona sordu:
– Haşmet senin de borcun var mı?
– Var efendim!
– Ne kadar?
– Mahalle bakkalına bin kuruş borcum var. Ragıp Paşa kızdı:
– Be adam onu sormuyorum. Oruç borcunu soruyorum, deyince Haşmet ince bir hicivle cevap verdi:
– Onu Allah sorar paşam; sizin soracağınız bakkala olan borçtur…
779– Gaz ve su
Bir ülkede vergiler o kadar artıyormuş ki daha doğrusu ülkenin yöneticisi, hergün yeni bir vergi koyuyor, halkı canından bezdiriyormuş. Parası olmayıp da vergi veremeyenin de altında üstünde nesi var, nesi yok, alıyormuş. Vergiciler evlere gidip vergiyi bildiriyor, sonra vatandaş gelip vergiyi ödüyormuş. Artık maliyenin önü eğlence yeri olmuş. İçeri giren ya ceketsiz, ya pantolonsuz çıkıyor, orada bekleşenler de büyük üzüntüyü gülerek geçiştirmeye çalışıyormuş.
Yine bir gün bir vatandaş gelmiş. Çıkışta ne görsünler adam çırılçıplak… Önündeki ve arkasındaki avret yerleri bantlanarak kapatılmış bir halde… Sormuşlar:
– Bu ne hal?
– Vergiyi ödeyemeyince havagazı ve suyu kestiler.
780– Organizasyon olsaydı
İkinci Dünya Savaş'ında Almanların Yugoslavya'yı işgali sırasında Belgrad'a yakın bir köyde kalan bölük komutanı köyün bir evinde kalmış. Gece tuvalete gitmek ister, evin içinde tuvalet yeri arar bulamaz, nihayet ev sahibine seslenir; Tuvalete götürmesini ister, ev sahibi eline fener alır"beni takip et"der. Ev sahibi gider, yüzbaşı takip eder ve nihayet bir çalılığı gösterir:
– Şurada idare edin, der. Yüzbaşı:
– Ben size tuvaleti gösterin dedim.
– Bizim evde ve köyde tuvalet yoktur, der. Yüzbaşı:
– Ee… Siz nereye yaparsınız?
– Arazide uygun yerlere. Yüzbaşı:
– Ne kadar kötü organizasyon… der. Yugoslav köylü:
– Sizin aradığınız organizasyon bizde olsaydı, şimdi belki de biz sizin tarlaya ederdik, der.
781– Hangi anahtar?
Dindar geçinen bir dostu, Neyzen Tevfik'e sorar:
– Beni tanırsın… Cennetin anahtarı sende olsa beni oraya almaz miydin?
Neyzen Tevfik, karşısındakini baştan ayağa şöyle bir süzdükten sonra gülümser:
– Bende cennetin değil de cehennemin anahtarı olsaydı, senin için daha hayırlı olurdu. Belki seni oraya çıkarırdım!
782– Horoz haklı
Şair Hüseyin Siret, Yahya Kemal'e son şiirini okuyup görüşlerini almak istemiş ve baştan sona şiirini okumuş.
Rehgüzerimde bir garip horoz
Eyliyordu benimle istihza… dizeleriyle şiir son bulur.
Yani:"Yolumun üzerinde bir garip horoz, benimle alay ediyordu."
Şair, Yahya Kemal'e sorar:
– Nasıl buldunuz üstad?
– Bence horoz haklı!
783– Koçun boynuzları
Yıl 1925. Bir mizah dergisi, Kurban Bayramı sırasında yayımladığı sayıda, hayali bir kurban kesip dağıttı: Kesilen koçun ayakları topal bir kişiye, gözleri bir şaire, dili bir gevezeye… Koçun postu da,"yoksul ve çulsuz"bilinen Sait Hikmete değer görülüyordu.
Sait Hikmet, yazıyı okur okumaz derginin yönetim yerine gitti:
– Armağanınıza teşekkür ederim. Ancak, listenizde koçun boynüzlarıyla ilişkili bir şey yok. Anlaşılıyor ki, onları da kendinize ayırmışsınız!
784– Muasır medeniyet
Cumhtıriyetimizin onuncu yılını kutlama törenlerinde bir konuşmacı meydan nutkunda:
– On yılda Avrupayı on asır geride bıraktık! diyerek gürleyince, Yahya Kemal esefle dizine vurur:
– Yahu, şu Avrupa ile bir türlü beraber olamadık… Ya geri kalıyoruz, ya geçiyoruz.
785– Yağın böylesi
Politikacının biri ava meraklıymış. Bir gün"yağdanlıkları"ile ava çıkmış, bir göl kıyısında pusuya yatmışlar, ördek vuracaklar…
Biraz sonra ördekler görünmüş, parti lideri tüfeğini doğrultmuş, bir el ateş etmiş:
– Pat!
Sonuç karavana… Başyağdanlık yerinden fırlamış:
– Beyefendi, beyefendi tebrik ederim, vurduğunuz ördek ne güzel uçuyor!
786– Üç mektup
Adamın birini hiç ummadığı bir anda Sadrazam yapmışlar.
Adam, ne yapacağını hiç bilmiyormuş. Düşünmüş taşınmış kendi kendine şu karara varmış:"En iyisi eski sadrazama danışayım."
Ve gitmiş eski Sadrazama. Eski sadrazam:
– Bak, sana üç mektup bırakıyorum. Zora düştükçe, sırasıyla aç ve mektupta denilenleri yap…
Aradan günler geçmiş.
Başı sıkışan Sadrazam ilk mektubu açmış.
"Senden öncekileri kötüle"diye yazıyormuş mektupta.
Ve Sadrazam mektupta denilenleri yapmış. Durmadan kendisinden öncekileri kötülemiş, yerin dibine batırmış.
Ama durum bir türlü düzelmiyormuş.
En sonunda dayanamamış, ikinci mektubu da açmış."Yakın çevrendekileri de kötüle…"diye yazılıymış.
Ve Sadrazam yememiş, içmemiş, yakın çevresindekileri de, hatta en yanındakileri bile kötülemeye başlamış.
Ama durum yine düzelmemiş. Dayanamayıp sonuncu mektubu açmış.
Sonuncu mektupta şöyle yazılıymış:
"Üç mektup da sen yaz…"
787– Toprağın altı
Abraham Lincoln'ın reisicumhurluğu sırasında iş talep eden bir genç huzuruna çıkıp; köklü bir Amerikan ailesinden geldiğini, ecdadının Amerika'ya ilk yerleşenler arasında olduğunu, büyük babasının kızıl derililere karşı savaştığını, babasının Dahili Harpte büyük yararlılıklar gösterdiğini, amcasının…
Cumhurbaşkanı, gencin sözünü keser ve:
– Delikanlı, siz bana patatesi hatırlatıyorsunuz, zira onun da en iyi tarafı toprak altındadır, der.
788– Mebus adayımız
Adamın birinin dehşetli başı ağnyormuş, gitmediği doktor, başvurmadığı hastane kalmamış. Hiçbirisi başının ağrısına çare olamamış. Sonunda dostları bir beyin cerrahının adını vermişler, ona gitmiş…
Doktor bakmış, kafa röntgeni çekmiş, başını sallamış, işte birşeyler yapmış:
– Sizin beyniniz eskimiş!
– Aman doktor, ilk defa duyuyorum, insanın beyni eskir mi hiç?
– Eskir ya! Arabaların bile motoru eskiyor, senin de beynin eskimiş, bakıma alacağız.
– Nasıl olacak bu iş?
– Kafatasını açacağız, beynini alacağız, onbeş gün burada bakım yapacağız, sonra yerine takacağız.
– Peki ben beyinsiz ne yapacağım?
– Onbeş gün dedim. Onbeş gün beyinsiz idare edeceksin. Adam razı olmuş, kafatasım açmışlar, beynini almışlar, gitmiş…
Gidiş o gidiş… Onbeş gün, bir ay, beş ay… Adam yok.
Doktor merak ediyor, bu adam beyinsiz ne yapıyor, başına bir hal gelmesin…
Doktor bir gün dışarda dolaşırken şehrin meydanında bir j kalabalık görmüş, merak etmiş:
– Ne var yahu, ne oluyor?
– Filan partinin adayı konuşuyor, herkes onu dinlemek için toplanmış.
Doktor da kalabalığa karışmış, itiş kakış kürsünün yanına kadar yanaşmış… Aaaa, bir de ne görsün?! Beynini aldığı hasta değil mi? Adam kürsüde veryansın ediyor, nutuk çekiyor, herkes onu alkışlıyor… Konuşma bitince halk, coşup adamı omuzlarında taşımaya başlamış…
Ortalık biraz yatışınca doktor adama yanaşmış:
– Yahu beni tanıdın mı?
– Evet tanıdım!
– O halde niye gelip beynini almıyorsun be kardeşim? Biz sana onbeş gün dedik, aylar geçti ortada yoksun…
Adam elini sallamış:
– Boşver, artık ona ihtiyacım kalmadı…
– Niye?
Politikaçı ol dum!…
789–En pahalı yazar
Bernard Shaw, İngiltere'nin en çok kazanan yazarlarından biridir. Kelimesine bir şilin ücret alır. Ama bu tarifeyi de az görür ve Amerika'da basılacak yazılarının her kelimesi için bir dolar ister.
Bir gün Amerikalı muzip okuyucularından biri kendisine bir dolar göndererek:
– Üstad, bana bir kelime yollayınız, der.
Bernard Shaw l dolan aldı ve bir kâğıdın üzerine şu kelimeyi yazarak okuyucusuna yolladı:
– Mersi.
790– Boğaz manzarası
Ünlü ressamlarımızdan İbrahim Çallı, yaşadığı dönemde kimilerince beğenilir, kimilerince de beğenilmezmiş… Eşref Şefik de fırsat buldukça yarı şaka yarı ciddi İbrahim Çallı'ya takılırmış.
Bir gün İbrahim Çallı resim yeteneği konusunda kendi kendini överken Eşref Şefik dayanamamış:
– Yahu Çallı, demiş, bir boğaz manzarası yaptın Ruslar boğazları almaktan vazgeçti kardeşim, hâlâ ne konuşuyorsun…
791– Adanı olmazsın
Lenin Troçki'ye bir hafta boyunca meseleleri anlatmış durmuş. Sonunda anlayıp anlamadığını sormuş. Troçki:
– Anlamadım, deyince kızarak yakındaki uzunca bir elektirik direğini parmağıyla göstererip:
– Bak, onca zamandır sana anlattıklarımı şu direğe anlatsaydım belki adaıri olurdu. Ama seni oraya oturtsam dahi adam olmazsın, demiş.
792– Politika
Küçük oğlu, milletvekili babasına sordu:
– Baba, sizin partiden biri çıkıp da, öbür partiye giderse, ne olur?
– Hain olur oğlum!
– Peki, ya başka partiden biri sizin partiye girerse?
– O mu? O da doğru yolu bulan insan olur…
793– General Göring gibi…
Almanya'da Hamburg'lu bir balıkçı, sardalya balıklarını satarken bağırıyordu:
– Yağlı bunlar… Göring gibi…
Bunun üzerine Gestapo'nun adamları balıkçıyı yakalayıp götürdüler. Bir yıl toplama kampında çalıştırdılar. Adamcağız memleketine döndükten sonra yine bağırarak, sattığı balıkları övmeye başladı:
– Yağlı bunlaar… demeye kalmadı ki karşısında yine Ges‑tapo polis elemanı kendisini kontrol ediyor. Bozuntuya vermeden bağırmaya devam etti:
– Bir yıl önceki gibiii…
794– Kül tablası
Hitler'in dünyayı kasıp kavurduğu dönem… Führer emretmiş:
– Öyle bir otomobil yapın ki eşi olmasın.
Gerçekten ilginç bir otomobil yapmışlar. Su derdi yok, az benzinle çok kilometre, falan filan… Adım da"Halk arabası‑Wolksvagen"koymuşlar. İlk arabaya binen Hitler, pek beğenmiş:
– Güzel… Dışardan küçük görünüyor ama, buna 5 Alman ve 300 Yahudi rahat sığar.
– Büyük Führer, 5 Alman alması doğru. İki öne, üç arkaya… Ama 300 Yahudi'yi nasıl alacak?
Hitler:
– Nereye olacak, demiş,"otomobilin kül tablasına…"
795– Motosiklet almalısın
Musolini'nin büyük oğlu bir gün günah çıkartmak için Papaya gitti:
– Muhterem peder! Faşist Partisi'nin kasasından yüzbin liret çalmıştım. Günahımı itiraf ediyorum. Cezam nedir?
– Çok fena etmişsin oğlum. Kefaretini ödemek için Sen Pi‑etro meydanını 33 kere koşarak dolanacaksın.
Bir hafta sonra Musolini'nin ikinci oğlu Papa'nın huzuruna gelerek günah çıkartıyordu:
– Muhterem peder! Faşist Partisi'nin kasasından bir milyon liret çaldığımı itiraf ediyorum.
Papa:
– Büyük günah işlemişsin oğlum. Ağabeyine yüzbin liret için Sen Pıetro meydanını 33 kere devretmek cezasını vermiştim. Sen daha çok çalmışsın, o yüzden 333 defa meydanı dolanacaksın.
Birkaç hafta sonra Musolini aile fertleriyle yemek yerken şöyle dedi:
– Birkaç günahım var, bir gün Papaya gidip günah çıkar sam fena olmayacak…
İkinci oğlu hemen atıldı:
– Baba, dedi, daha önce bir motosiklet alsan fena olmaz…
796– Üçüncü oy
Adamın biri belediye seçiminde başkanlığa adaylığını koymaya karar vermişti. Karısı küplere bindi.
– Çıldırdın mı sen? diye bağırdı. Sana kim oy verir ki? Tabii kendinden ve benden başka…
Koca gülümsedi:
– Sen sabret de gör, dedi.
Seçimler yapıldı, sandıklar açıldı, oylar sayıldı… Ve bizim adayın tam üç oy aldığı belli olunca, karısı feryadı bastı:
– Hain… Ben senin hayatında bir başka kadın olduğunu biliyordum zaten.
797– Klasiklerden
Tiyatro oyuncusu bir bayan, ünlü yazar Bernard Shaw'a evlenme önerisinde bulundu. Mektubunda şöyle diyordu:
"Sizin, olağanüstü zeki olduğunuzu işittim. Uzmanlar, benim de dünyanın en güzel vücutlu kadını olduğumu belirtiyorlar. Bu iki bulunmaz niteliğin bir çocukta birleşmesi, ancak evlenmemizle sağlanabilecektir."
Bernard Shaw cevap yazdı:
"Sayın bayan, ya doğacak çocuk benim vücudumu ve sizin zekânızı alırsa? işte bu tehlike, ne yazık ki evlenme önerinize evet dememe engel oldu. Selâmlar."
798– Çirkinliğin izahı
Abrahanı Lincoln, çirkin bir adamdı. Bu çirkinliğini ise şöyle izah ederdi:
– Ben birkaç aylıkken, Kentucky'nin en güzel bebeğiymişim. Fakat ne yazık ki dadım beni, bir göçebe ailenin çok çirkin çocuğuyla değiştirmiş…
799– Basına özgürlük
Bir gün Adolf Hitler berberinden şikayet ediyormuş… Saçlarını dik tarayamıyormuş da. saçlar alnına dökülüyormuş gibisinden şikayetler…
Berber'in Hitler ile samimiyeti varmış ki şu cevabı vermiş:
– Çaresi var mein Führer! Basın Yayın organlarına özgürlük veriniz, saçlarınız diken diken olur…
800– Nah
Turgut Özal ile samimi dostu"President Bush"un Amerika'daki bir toplantısı sırasında kahve molası verilmiş.
Bush ile Özal, ayakta laflarlarken, Bush'un gözü, biraz uzakta duran irikıyım bir Türk'e takılmış. Adam, sağ elinin baş ve şehadet parmaklarını"para"anlamına gelecek şekilde birbirine sürtüp, Özal'a birşeyler anlatmak istiyormuş… Bush, Özal'a sormuş:
– Kim bu? Galiba size bir şeyler anlatmak için işaret ediyor. Özal, ne yapsın, ne desin, gülmüş:
– Evet, benim Devlet Bakamındır, ekonomi ondan sorulur, sağ elinde tik vardır, hep böyle yapar!
Başkan Bush, bir kahkaha atmış:
– Bilirim, bilirim, benim de sağ elimde tik vardır, hep böyle yaparım!
Ve sağ elinin baş, işaret ve orta parmaklarını birleştirip, yumruk halinde bir şey yapmış…
Nasıl bir şey mi? Hani birine kızınca"nah"deriz ya!…
801– Siyasi suçlu
Siyasi slogan atan papağanı ceza olsun diye tüylerini yolup tavuk kümesine atmışlar. Kümeste çıplak papağanı gören horoz kabararak ona doğru gidince papağan çıkışmış:
– Hop, hop! Biz öyle bildiğin âdi suçlulardan değiliz. Siyasetten düştük, demiş.
802– Kartvizitini yollamış
Dümbüllü İsmail Efendi şarkı söylerken seyircilerden biri sahneye salatalık atar.
Seyirciler, sanatçının bu münasebetsiz harekete nasıl kar şılık vereceğini beklerler. Dümbüllü yere eğilir, salatalığı eline alır:
– Birisi kartvizitini yollamış, der.
803– Zavallı Bili
Ünlü Amerikalı yazar Mark Twain'e sormuşlar:
– Kardeşiniz var mı?
Gözleri buğulanarak cevap vermiş: –Yardı azizim… Zavallı Bili…
– Öldü mü?
– Esrarlı bir ölüm. Biz ikiz doğmuşuz. Bizi ayırt edemiyorlarmıs. 20 günlük iken ikimizi banyoda yı‑kıyorlarmış. Nasıl olduysa olmuş birimiz boğuluvermişiz. Boğulan hangimizdi, bir türlü anlışalamamış. Bazıları Bill'ın, bazıları da benim boğulduğumu söylerler.
804– Fotoğraftaki kusur
Sinema dünyasının yaşlanmayan büyükannesi Marlene Dietrich bütün zarifliğine rağmen çektirdiği resimden hoşlanmamıştı. Fotoğrafçısına çıkıştı:
– Anlayamıyorum… Son defa size poz verdiğim zaman, sonuç çok güzeldi. Bu sefer neden böyle oldu…
Fotoğrafçı ezilip büzülerek su cevabı verdi:
– Ha evet hanımefendi, o zaman ben on yaş daha gençtim…
805– Ahıra girdiğini düşün
Neyzen Tevfik arkadaşıyla bir meyhaneye uğramış. Adamın biri yanlarına yaklaşarak okkalı bir tokat atmış. Neyzen hemen dışarı çıkınca, arkadaşı da ardından gelerek:
– Yahu utanmadın mı! Adam sana tokat attı, sen ise bir şey olmamış gibi dışarı çıktın.
Neyzen hiç istifini bozmadan:
– Ahıra girdiğini düşün, bir essek sana çifte atarsa ne yaparsın? demiş.
806– Baş ağrısı
Resimden anlamayan biri, sergisine geldiği Şevket Dağ'a resimlerden birini gösterip:
– Sanki bunu neden yaptınız, nedir bu? diye sormuş. Şevket Dağ:
– O, demiş. Acı Veren Boşluk'tur. Alayla gülen adam:
– Boşluk acı verir mi? deyince, Şevket Dağ:
– Sizin hiç başınız ağrımaz mı? demiş.
807– Kavrulmuş kestane
Fransız filozof Voltaire, yeni bir kitap yazmıştı. Sansür bunu tehlikeli bulup toplattı ve yakılmasına karar verdi. Haberi Voltaire duyunca gülümsedi:
– Boşuna zahmet, dedi. Benim yazılarım kestaneye benzer, ne kadar kavrulursa, alıcısı o kadar artar!…
808– Atası ve babası
Fransız romancılarından Paul Bourget, bir gün ünlü Amerikalı mizahçı Mark Twain'le konuşurken, Amerikalıların köksüz olduğuna işaret ederek ona takılmak istemiş:
– Bence, demiş. Bir Amerikalı'nın canı sıkılıyorsa ve vakit geçirmek istiyorsa, atalarını bulmaya çalışsın, yeter… Tabiî büyükbabasından daha geriye gidebilirse…
Mark Twain hemen cevabı yetiştirivermiş:
– Haklısınız dostum, demiş. Bir Fransız da canı sıkılınca babasının kim olduğunu araştırsın… Tabiî bulabilirse!
809– Yaşı kaç acaba?
Bernard Shaw'a bir kadın sormuş:
– Ben kaç yaşında gösteriyorum üstad?
Bernard Shaw, kadını baştan aşağı süzmeye başlamış:
– Saçlarınıza bakılırsa 18, dişlerinize bakılırsa 19, hareketlerinize bakılırsa 14…
Kadın sevinçle:
– Ah! Teşekkür ederim! diye haykırınca Bernard Shaw devam etmiş:
– Acele etmeyin; yaşınız için, bunların bir de toplamını yapacağız.
810– Kıçımı yere vurdum
Adamın biri yolda giderken düşmüş, arkadan gelen biri yardıma koşmuş, kaldırmış. Yere düşen adam teşekkür etmiş:
– Bu iyiliğinize, yardımınıza nasıl karşılık verebilirim? Tesadüf ya yardıma koşan adam politikacıymış:
– İlk seçimlerde oyunuzu bizim partiye vererek, demiş. Düsen adam birden itiraz etmiş:
– Beyefendi dikkat edin, ben düşünce kıçımı yere vurdum, başımı değil…
811– Tükürülecek yer
Özgürlük sevdalısı bir İspanyol birgün postahaneye gitmişti, memura şöyle dedi:
– Bana verdiğiniz pul yapışmıyor.
Memur şaşırdı. Üstünde Diktatör Franko'nun resmi bulunan pul aldı, arka yüzdeki zamklı kısmına biraz tükürdüj ve pulu yapıştırdı. Müşteriye dönerek:
– Gördünüz mü nasıl yapıyor? İspanyol:
– Ben o tarafına tükürmemiştim ki…
812– Seçim yasağı
Rusya'da Perestroika ve glasnot öncesi dönemde seçim yapılıyordu. Adamın biri eline verilen zarfı açmak isteyince görevli sandık başı memuru atıldı:
– Hey ne yapıyorsun?
– Bir şey yaptığım yok. Sadece kimi seçtiğimizi bilmek istedim de…
Memur gülerek başını salladı:
– Olmaz öyle şey. Seçimin gizli olduğunu bilmiyor musun?
813– Saraylar ve komünistler
Rusya eski devlet başkanlarından Brejnev yoksul bir ailenin çocuğuymuş. Yüksele yüksele devlet başkanlığı makamına gelmiş. Bir gün annesini başkent Moskova'ya çağırmış. Kremlin Sarayı'nı dolaştırmış ve:
– İşte anneciğim, şimdi artık ben buralarda oturuyorum. Annesi hiç sesini çıkarmadan üzgün halde başını sallamış:
– Vah vah oğluma…
Brejnev içinden:"annem burayı beğenmedi"deyip, alıp onu dağ evine götürmüş. Bir dağın tepesinde karlar içinde nefis bir saray yavrusu…
– Bak anne burası da benim… Yaşlı kadın yine içini çekerek:
– Vah vah oğluma… demiş.
Brejnev annesinin bu haline bir anlam verememiş ve biraz bozulmuş. Annesini alıp Karadeniz kıyısındaki yazlık köşküne götürmüş:
– Bak anne burası da benim yazlık sarayım. –Vah vah oğluma, çok acıyorum sana… Brejnev bu sefer iyice kızmış:
– Ne oluyor sana anne? Benim bu halime sevineceğine üzülüp"vah vah"diyorsun. Neden?
Kadıncağız yine üzgün:
– Ben üzülmeyeyim de, kim üzülsün oğlum… Bir gün komünistler gelirse, ne olacak senin bu halin?
814– Yanlış yere giden not
İngiltere eski başbakanlarından bayan Margaret Thatc‑her bir bölge yemeğine gider. Bölge milletvekillerinden biri okuması için eline bir not tutuştururlar. O da sağ yanında oturan konuğa verip kendisine okumasını ister. Notta şöyle yazıyormuş:
"Lütfen sağ yanınızda oturan adamla konuşun. Çok sıkıcı ve tam bir aptaldır. Ama partiye büyük bağışta bulunuyor."
815– İç Tüzük
Geri kalmış ülkelerin birinin Meclis'inde bir yasa tasarısı tartışılırken iktidar ve muhalefet milletvekilleri birbirlerine girmişlerdi.
Havanın iyice elektriklendiği bir sırada, muhalefet milletvekili, iktidar milletvekiline bağırdı:
– Cehenneme kadar yolun var…
Diğeri şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi. Sonra Meclis Başkanına döndü. Muhalefet milletvekilinin bu sözüne itiraz ettiğini belirtti.
Meclis Başkanı, hemen yanında bulunan ve üzerinde"Meclis içtüzüğü"yazılı olan kitabı açtı, sayfaları karıştırdı.
Sonunda kitabı kapatıp, şikayetçi milletvekiline:
– İçtüzüğe baktım, dedi. Gitmeniz şart değil…
816– Tercih
Erdal İnönü ölmüş. Cehenneme gitmiş. Zebaniler sormuşlar:
– Özal'ın cehennemine mi, Demirel'in cehennemine mi gitmek istersin?
İnönü sormuş:
– Özal'ın cehennemi nasıl?
– Üzerinde çivili bir uzun tahta var. Yatırıyorlar, elektrik veriyorlar, üstünden de buldozer geçiyor.
İnönü, Demirel'in cehennemim tercih etmiş ve demiş ki:
– Demirel'in cehenneminde tahta olmaz. Tahta olsa, çivi bulunmaz. İkisi de olsa elektrikler kesilir. Elektrikler ke‑silmezse bu sefer de benzin, mazot bulunmaz, buldozer çalışmaz.
817– Tek çare
Şili diktatörü Pinoche bir gün, kendi hayatının anlatıldığı belgesel filmi izleyip seyircinin nabzını yoklamak için sinemaya gitmiş. Filmde her görünüşü sinemada olağanüstü tezahürata neden oluyormuş. Öyle ki, izleyiciler ayağa kalkarak alkış yağmuruna tutuyorlarmış. Pinoche yanında oturan yaşlıya bu sevginin nedenini sorunca adam:
– Ne sevgisi, canımızdan olmamak için tek çaremiz bu, demiş.
818– Zenci Rus
CIA, Rusya'da bir kasabaya casus yerleştirecek, çevrede Ruslar'ın nükleer araştırma merkezleri var. Ama öyle bir casus olacak ki, tıpkı bir Rus gibi…
Önce Amerika'da, Rusya'daki kasabanın bir benzeri yapılmış, yüzlerce kişi arasından seçilen casus adayı, yıllarca bu yapma kasabada yaşamış… Rusça'yı o bölgenin lehçesiyle öğrenmiş… Ruslar ne yer, nasıl içer, nasıl şakalaşır, nasıl kızar, hepsi en ufak ayrıntısına kadar öğretilmiş ve zamanı, gelince bir imtihandan geçirilip, –uçakla Rusyadaki gerçek kasabanın çevresine atılmış. Amerikalı casus, kasabaya adımını atar atmaz, eliyle koymuş gibi meyhaneyi bulmuş, dalmış içeri, herkesi Rus usulü selamlamış ve meyhaneciye votka söylemiş… Meyhanede de fazla kişi yokmuş, biraz sonra ondan başka kimse kalmamış…
Meyhaneciyle oradan, buradan, sağdan soldan konuşmaya başlamışlar, vakit geçmiş, meyhaneci casusun omuzuna elini atmış!
– Haydi Joe, kalkıp karakola gidelim, seni teslim edeyim. Amerikan casus şaşırmış, ama bakmış kurtuluş yok, kaçamayacak, yola çıkmışlar…
Amerikalı dayanamamış, sormuş:
– Çok merak ediyorum, benim Amerikalı olduğumu nasıl anladın? O kaçlar güzel Ruslasmıştım ki!
Meyhaneci gülmüş:
– Her şeyin tamam olmasına tamam da, bizim buralarda hiç zenci Rus bulunmaz, demiş.
819– Çirkin
Churchill'in kadın muhalifleriyle de atışmaları ünlüdür. Lady Astor kürsüde konuşan Churchill'e laf atar.
– Eğer kocam olsaydınız, kahvenize zehir katardım! Churchill cevap verir:
– Eğer ben de kocanız olsaydım, o zaman kahveyi sevinerek içerdim!…
820– Eşşeklikten
Churchill'e politikaya neden atıldığını sormuşlar. O da şöyle cevaplamış:
– Eşşekliğimden. Tekrar sormuşlar:
– Peki öyleyse neden çekilmiyorsunuz?
– Söyledim ya eşşekliğimden diye… İnadımdan çekilmiyorum.
821– İkinci gece gelebilirim.
Ünlü tiyatro yazarı Bernard Shaw,"Pgymalion"oyununun ilk gecesine, Churchill'e iki davetiye yollar ve bir de şu notu ekler:"Bir dostunuzu da getirebilirsiniz, tabiî eğer bir dostunuz varsa…"
Churchill lafın altında kalır mı, hemen şu cevabı gönderir:"Başka bir yere daha önceden söz verdiğim için oyununuzun ikinci gecesine gelebilirim, tabiî eğer ikinci gece perdeyi açıp oy‑nayabilirseniz!"
822– Sarhoş ve çirkin
Churchill her gün içkiye erken başlayanlardandı. Tartışmalı bir parlamento toplantısından sonra İşçi Partisinin kadın milletvekillerinden Braddock sinirlendi:
– Sen bir sarhoşsun! Churchill güldü:
– Olabilir ama sen hep çirkin kalacaksın!…
823– Damat
II. Dünya Savaşından sonra Churchill ailesi ve dostlarıyla birlikte bir akşam yemeğinde, ciddi bir konuyu tartışırlarken masanın ucundan bir ses yükselmiş:
– Sor, II. Cihan Savaşı'nın en önemli adamı kimdi? Herkes dönüp bunu sorana bakmış; Churchill'in sarhoş damadı…
Churchill aldırmamış. Ama damat yakasını bırakmamış, sesini daha da yükseltmiş:
– Sor, sor, cevap vermediniz, savaşın en önemli adamı kimdi?
Churchill, yine aldırmayınca, sarhoş damat ayağa kalkmış:
– Duyuyor musunuz, size soruyorum, savaşın en önemli adamı kimdi, diyorum.
Churchill, gayet sakin, purosundan bir nefes çekmiş:
– Mussolini'ydi!
Herkes şaşırmış bu cevaba… Yakın dostlanndan biri Churchill'in kulağına eğilmiş:
– Niçin acaba? Churchill gülmüş:
– Damadım astırdı da!
824– Sil baştan
Şair Eşref top seslerini duyunca merak edip sormuş:
– Hayrola ne oldu ki top atılıyor?
– Padişahımızın bir şehzadesi oldu.
– Ya, adını ne koymuşlar acaba?
– Ertuğrul…
– Eyvah desenize sil baştan.
825– Yellenme
İngiltere eski başbakanlarından Margaret Thatcher bir gün Kraliçe Elizabeth ile birlikte atlı kraliyet arabalarının birinde iken arabayı çeken atlardan biri yellenir. Çok utanan Kraliçe hemen"özür dilerim"deyince Thatcher yanıt verir:
– Önemli değil majesteleri, ben atlardan biri yaptı sanmıştım.
826– İsmimle hitab edebilirsin
Thatcher'in kocası gazetede, kendisinin satın aldığı bazı hisse senetlerinin yükseldiğini görünce heyecan içinde, banyo yapmakta olan karısının yanına koşmuş ve:
– Tanrım, şu fiyatlara bak, demiş.
Thatcher gülerek kocasına:
– Deniş sana kaç kere, kimse yokken bana Margaret diyebileceğini söyledim, cevabım vermiş.
827– Erkeklik
Cumhuriyet tarihinde 1950–1960 lı yılların politik arenasında en renkli kişilerden biri de Osman Bölükbaşı idi.
Bölükbaşı bir gün meclis kürsüsünde konuşurken, demokratlardan Murat Ali Ülgen laf atar:
– Sen erkek misin?
Dili hayli keskin olan Bölükbaşı bu lafın altında kalmaz:
– Ben erkekliğimin zekatını versem, sen bile erkek olursun, der.
828– Hangisini
Öğretmen, çocuğa soruyordu:
– Karşında Kennedy'le Kruşçef in durduğunu farzet! Elinde de dolu bir tabanca var. İkisinden hangisine ateş edersin?
Çocuk bir an durdu.
– Şey efendim… Siz olsanız, hangisine ateş ederdiniz?
– Elbette ki Kruşçef e!
– Öyleyse, dedi çocuk. Bana tercih yapacak bir şey kalmıyor… Ben de Kennedy'e…
829– Seçim konuşmaları
Bir milletvekili adayı seçim kampanyasında yapacağı konuşmayı hazırlıyordu. Hayli uğraştıktan sonra bir metin hazırladı ve bir arkadaşına verdi:
– Şunu oku da bana fikrini açıkça söyle, dedi.
Ertesi gün arkadaşı yazıyı getirip milletvekili adayına iade etti. Beriki hemen sordu:
– Nasıl buldun yazıyı, fikrin nedir?
– Yazıyı üç kere okudum. Birincisinde bana iyi göründü. İkincisinde aksak yönlerini farketmeye başladım. Gelgelelim üçüncü okuyuşumda berbat buldum.
Milletvekili adayı biraz duraladıktan sonra:
– Öyleyse yazı mükemmel demektir.
– Nasıl yani?
– Konuşmamı değişik yerlerde yalnız bir kere okuyacak değil miyim?
830– Refah düzeyi
Bir toplantıda Gorbaçov yumruğunu masaya vurmuş ve şöyle bağırmış:
– Yoldaşlar, bundan beş yıl sonra her Sovyet vatandaşının bir evi ve bir otomobili olacak. Bundan on yıl sonra da her Sovyet vatandaşının bir uçağı olacak…
Yoldaşlar Gorbaçov'u alkışlamışlar… Ancak, bir yoldaş dayanamamış kalkıp sormuş:
– Yoldaş Gorbaçov! Bu kadar çok uçağı nerede kullanacağız?
Gorbaçov hayli sinirlenmiş:
– Diyelim ki Moskova'daki kasaplarda et bulamadın… Uçağına atlayıp, Azerbaycan, Litvanya, Ukrayna, Letonya'daki kasapları dolaşacaksın. Nerede varsa, oradan alacaksın etini.
831– Soru
Thatcher, bir partide karşılaştığı adamın kim olduğunu hatırlamaya çalışıyormuş. Adama şu soruyu sormuş:
– Yine aynı işte mi çalışıyorsunuz? Adam soğuk bir şekilde:
– Evet tabiiki, diye cevap vermiş.
Adamın kim olduğunu bulamayan Thatcher sorusuna devam etmiş:
– Babanız iyi mi? Adam:
– Çok teşekkür ederim, iyi, demiş. Thatcher bu kez:
– Anneniz, o da iyi mi? sorusunu yöneltince adam:
– O da iyi ve hâlâ İngiltere Kraliçesi, demiş.
832– Basın
Humeyni, Amerikalı gazetecilerin kendi aleyhinde yazdıklarından bıkıp usanmıştı. Onları etkileyip, bu aleyhteki kampanyayı sona erdirmeye karar verdi. Bütün Amerikan gazete, radyo ve televizyonlarından birer heyet, tüm masrafları karşılanarak İran'a davet edildi. Hepsi çok iyi şekilde ağırlandıktan sonra, Humeyni'nin kendileriyle Hazar Denizi kıyısında görüşeceği söylendi. Tüm kameralar ve fotoğraf makineleri hazırlanırken yaşlı lider çıkageldi.
"Şimdiye kadar hep aleyhimde yazdığınız için size kızmıyorum, çünkü benim gerçek kişiliğimin gücünü bilmiyorsunuz. Şimdi kendi gözlerinizle gördükten sonra, hakkımdaki kanılarınızı değiştireceğinize eminim… iyice bakın, denizi yürüyerek geçeceğim!"
Birden tüm sesler kesildi, bakışlar Humeyni'de toplandı ve yaşlı lider, kendinden emin ve memnun bir biçimde denizin üzerinde yürümeye başladı…
Ertesi gün, namazını kılar kılmaz ilk işi Amerikan gazetelerini istemek oldu. Keyifli bir biçimde eline ilk gazeteyi aldı ve büyük harflerle yazılmış sekiz sütunluk bir manşetle karşılaştı:
"Üstelik Yüzme de Bilmiyor!"
833– Deli değil
Her zamanki zam fırtınalarının birinden sonra, Devlet Başkanı, yanına Başbakanım alıp akıl hastanesine gitmiş.
Hastaneye girmişler…
Delilerin olduğu koğuşları dolaşırken korkunç bir alkış patlamış. Herkes Devlet Başkanı'nı ve Başbakan'ı çılgınca alkışlıyormuş.
Sadece bir kişi, hiç kımıldamadan durup onları izliyormuş.
Devlet Başkanı adamın önünden geçerken, durmuş.
– Dikkat ettim, bir tek sen beni alkışlamadın. Niçin? diye sormuş.
Adam:
– Efendim, ben deli değilim, gardiyanım.
834– Ortaklık
Eski başbakan Yıldırım Akbulut'la zamanın Bakırköy belediye başkanı Yıldırım Aktuna, bir gün ortak toto oynamışlar.
İki Yıldırım, kolonları özenle ve dikkatle doldurduktan sonra sıra isim adres yazmaya gelmiş. Aktuna, hemen kendi adım adresini yazıp basmış imzayı…
Yıldırım Akbulut itiraz etmiş:
– Olmaz! Ya 13+1 tutarsa, ben nasıl hak iddia edeceğim? Sen kendi adını adresini yazdın.
Aktuna:
– Haklısın, ama kolayı var. Senin ismini benim soy ismimi yazalım. Ortak olduğumuz anlaşılır.
Biraz durduktan sonra cevap vermiş Akbulut:
– Tamam öyle olsun!…
835– Biz saz çalıyoruz
Şaibeli bir politikacı, İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın konağındaki mûsiki meclisindeyken:
– Siz burda ne çalıyorsunuz? diye laf atmaya kalkar. İbnülemin'den aldığı cevap şöyledir:
– Biz burada saz çalıyoruz. Ya siz mecliste ne çalıyorsunuz?
836– Sohbet
Üç köpek, köpek fuarında bir araya gelirler. Biri Amerikalı, biri Polonyalı, biri de Rus…
Sohbet derinleşmiş, hal hatır sorulmuş ve sahipler çekiştirilmeye başlanmış.
Amerikalı köpek halinden memnunmuş:
– Ben hayatımdan memnunum demiş, ne zaman hav‑lasam hav hav desem hemen pirzola verirler.
Polonyalı köpekle, Rus köpeği birbirine bakmışlar… Polonyalı sormuş:
– Anlamadım, o pirzola dediğin ne? Ben onu hiç bilmiyorum.
Rus daha da şaşkın sormuş:
– Peki o hav hav diye yaptığın nedir? Biz onu hiç bilmiyoruz!
837– Deve
"Yıldırım Akbulut meclis lojmanlarındaki evine deve gelmesin diye evin etrafına ağaç dikiyormuş, oradan geçen birisi sormuş:
– Yıldırım bey ne yapıyorsnuz?
– Eve deve gelmesin diye ağaç dikiyorum.
– İyi de beyefendi burada deve yok ki…
– Eee arkadaş biz bu ağaçları boşuna mı diktik.
838– Değişim
İki arkadaş lise çağlarında birbirlerine söz vermişler:"İleride kim önemli bir kişi olursa, diğeri ona gidecek, özel kalem müdürüne"O benim!"yazılı bir kart yollayacak.
Aradan yıllar geçmiş, birisi devlet memuru olmuş, diğeri ise politikaya atılmış.
Politikaya atılan, bir gün başbakan da olmuş. Memur olan hemen başbakanlığa gitmiş ve özel kalem müdürüne üzerinde"O benim"yazılı kartı uzatmış ve başbakanın odasına yollamış.
Başbakan da içerden bir başka kartla cevap göndermiş:
– "O, ben değilim!"
839– Kemer sıkma
Politikacılardan biri, meyhaneye gitmiş. Barda içki içen bir adamın yanına oturmuş. Havadan sudan konuşmaya başlamışlar. Bir süre sonra politikacı:
– Gördüğüm kadarıyla iyi içki içiyorsun, demiş. Sık sık içer misin böyle?
– Evet, demiş adam. Her gün içiyorum.
– Peki günde ne kadar kazanıyorsun? –200–300 bin lira…
– Peki, demiş politikacı, kemerleri biraz sıkalım diye ücretleri azaltıp koşulları ağırlaştırırsak, ne kadar kazanabilirsin?
– 500–600 bin lira…
– Peki, daha sıkarsak…?
–800–900 bin lira… Politikacı iyice şaşırmıştı:
– Bu ne biçim iş? Ya sonuna kadar sıkarsak?
– O zaman l milyona para demem…
– Yahu, der politikacı. Sen ne iş yapıyorsun ki. ücretleri kıstıkça gelirin artıyor?
– Mezarcıyım, efendim.
840– Radyo
Bir diktatörlükte özel bir devlet görevlisi köylere giderek herkesin bir radyo edinmesini sağlamaya uğraşıyordu. Köylülerden biri sordu:
– Bu radyoların ne yararı olacak efendim?
– Başkentte sayın başkanımızın söylediklerini buradan işiteceksiniz?
Köylüler bir süre aralarında fısıldaşırlar. Neden sonra aralarından biri sorar:
– Peki bizim burada konuştuklarımız da başkentten duyulacak mı?
841– Açığa vurulan sır
Ülkenin birinde, adamın biri çekmiş kafayı sarhoş bir halde sokağa fırlamış, başlamış cumhurbaşkanına sövüp saymaya:
– Öküz herif, essek kafalı geri zeka…
Tabii hemen yakalayıp götürmüşler. Alelacele yargılayıp basmışlar ağır hapis cezasını… Adamcağız dövünüp duruyormuş:
– Yahu beni deli sanıyorsunuz. Sonra ben hür değil miyim?
– Hürsün, deli de değilsin…
– Özgürsem istediğim gibi bağıramaz mıyım?
– Bağırırsın ama bu ceza bağırdığın için değil…
– Ya neden?
– Önemli bir devlet sırrını açığa vurmaktan…
842– Kıvırmak
Ünlü bir futbolcu büyük paralarla transfer edilmişti. Televizyonda kendisiyle bir konuşma yaptılar.
– Edindiğimiz bilgilerden, rakamlardan anlaşıldığına göre, başbakandan daha çok kazanıyorsunuz.
– Tabii kazanacağım, dedi futbolcu;"başka türlü düşünülemez, çünkü ben başbakandan daha iyi kıvırıyorum!…"
843– Sağırlar
Zamanın Fransız Dışişleri Bakanı Edourd Heriot, Simp‑lon Ekspresle Sirkeciye varıyor… İstanbul Valisi: Rahmetli Muhittin Üstündağ… Kıymetli misafirimizi garda karşılıyor.
"Excellence, je şule tres content de venir en Turpule!…"
Muhittin Üstündağ ağır işittiği için, tercüman Heriot'nun kulağına eğilip ağır işittiğini belirtiyor. Misafirimiz, bağırıp çağırmaya başlıyor:
"Heeey… Ekselaaans… vs."
O akşam Haydarpaşa'ya geçilip, Ankara'ya hareket ediyor… Ankara istasyonunda, o zamanki Protokol Umum Müdürü Cevat Açıkalın, Heriot'yu karşılıyor… Tercüman gene Bakan'a:
– Ekselans da ağır işitirler… Sesinizi biraz yükseltiniz… Heriot ona da derdini bağıra bağıra anlatıyor… Başvekil İsmet Paşa, Heriot'yu kabul ediyor… Tercüman
gene Herıotya ihtarda bulunuyor:
– Ekselans da ağır işitirler!
Nihayet misafirimiz Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal'in huzuruna çıkıyor… Alıştı ya, başlıyor bağırıp çağırmaya:
– Monsier is president de la Repubilpue, je suis… Tercüman hemen müdahale ediyor:
–Aman, diyor."Reisicumhur Hazretleri iyi işitirler!…"Nihayet Edourd Heriyot cenapları, memleketine dönüyor… Paris'te gazeteciler etrafına sarıp soruyorlar:
– Türkiye hakkındaki görüşleriniz nasıl?
– Valla orası bir sağırlar memleketi… Bir işiteni bulmuşlar, onunda Reisicumhur yapmışlar!… der.
844– Karaborsa
İkinci Dünya Savaşı sırasında, İngiliz avam kamarasında şöyle bir olay cerayan eder:
Bir milletvekili elindeki portakalı başbakan yardımcısı Atlee'ye göstererek:
– Bunu karaborsadan aldım, anlıyor musun? der. Atlee buna karşılık şu cevabı verir:
– Bir memlekette karaborsadan mal alan insanlar bulunuyorsa karaborsa da var demektir.
845– Birinci sayfa
Franklin Roosevelt'in amansız muhaliflerinden tanınmış bir işadamı her sabah New York şehrinin bir banliyosundaki evinden trenle New York Grand Central istasyonuna gelir gelmez perondaki gazeteciden bir New York Times satın alır ve birinci sayfaya bir göz attıktan sonra bırakıp gider.
Gazeteci birgün dayanamayarak sorar:
– Beyim, gazeteyi satın alıyor, ama sadece birinci sayfaya şöyle bir göz attıktan sonra bırakıp gidiyorsunuz. Sebebini sorabilir miyim?
– Gazetenin"ölenler sütunu"na bakıyorum, cevabını verir adam.
– Ama ölenler sütunu yirmi üçüncü sayfada. Adam:
– Benim baktığım herifin ölümü birinci sayfada verilecek, cevabım verir.
846– Çocukluk hayalleri
Zenginlerden bin köşkünde bir parti veriyordu. Sosyeteden, üst düzey bürokrasiden ve hükümet çevresinden davetliler vardı. İktidar partisinin önde gelen bir Bakan'ı, yanındakilere şöyle dedi:
– Düşünebiliyor musunuz, çocukluğumda hep bir soyguncu olmayı hayal etmiştim…
Partiyi veren ev sahibi:
– Gerçekten çok şanslısınız, çünkü çocukluk hayallerim kavuşan çok az kimse vardır dünyada…
847– Fal
Fıkra bu ya üç büyük devlet adamı şeytana ülkeleri hak kında soru sormuşlar:
Amerika başkanı Reagan:
– Ülkemde kaç yıl sonra tam bir refah olacak?
Şeytan:
– 25 yıl sonra, diye cevap vermiş. ı Rusya devlet başkanı Gorbaçov:
– Bizim demokrasiye geçişimiz kaç yılda olacak? diye sormuş.
Şeytan:
– 50 yıl sonra, cevabını verince,
– Benim ömrüm vefa etmez, demiş.
Neyse sıra Türkiye başbakanı Özal'a gelmiş:
– Enflasyon ne zaman düşecek? diye sorunca şeytan bağırmış:
– İşte buna da benim ömrüm vefa etmeyecek…
848– Havlama
Eski Roma'da ünlü hatiplerden Çiçero, soygunculuğu ve ahlâksızlığı ile meşhur olan bir avukatın da bulunduğu bir topluluk önünde nutuk çekiyordu. Çiçero'yu çekemeyen avukat kalabalık arasından fırlayarak hakaret etmeye başladı:
– Hey orada ne havlayıp duruyorsun? Çiçero hemen cevabı yapıştırdı:
– Ne yapayım, bir hırsız gördüm de…
849– Politikacı ağzı
Fransanın ünlü şarkıcılarından Charles Trenet'ye sormuşlar:
– Bir politikacının yaşayıp yaşamadığı nasıl anlaşılır?
– Ağzına bakacaksınız, kapalıysa ölmüş demektir.
850– Mecliste temsil
Seçim öncesi aday listeleri hazırlanıyordu. Parti genel merkezinde genel başkan bir öneride bulundu:
– Aday listesine Şaban Bey'i mutlaka yazın. Parti ileri gelenlerinden biri itiraz etti:
– Aman sayın başkanım, Şaban Bey aptalın biridir.
– Memleketimizde bir yığın aptal var. Onların da mecliste temsilci bulundurmaya hakları yok mu?
851– Şimdi milletvekili
Köylü Mehmet Ağa'ya sormuşlar:
– Yahu senin şu Sabri adlı oğlun nerelerde?
– Bir süre Ege'de çiftçilik yapmayı denedi, beceremedi. Sonra İstanbul'da avukatlık yapmak istedi, o da olmadı…
– Yah vah iyi çocuktu be… Üzüldük…
– Üzülmeyin o kadar canım, şimdi milletvekili oldu.
852– İki general
Vietnam savaşının olduğu yıllar… Amerikalılar büyük zayiat vermekteler. Yenilgiye bir çare ararlarken akıllarına birden Arap‑İsrail savaşının ünlü komutanı Moşe Dayan geldi. İsrail hükümetinden bu savaşın sona erdirilmesi için Moşe Dayan'ı istediler.
israil hükümeti:
– Elbette, diye cevap verdi,"ama karşılığında iki general isteriz."
Amerikalılar bu teklife çok sevindiler:
– Kimleri istiyorsunuz?
– General Elektrik ve General Motors'u…
853– Öküzün yaptığı
Geri kalmış bir ülkenin Devlet Başkanı, Başbaka'nıyla birlikte otomobille bir kente gidiyormuş.
Şehirlerarası yolda bir süre gittikten sonra, önlerine, yolun ortasına yatmış bir öküz çıktı.
Öndeki polis arabasından inen görevliler öküzü kaldırmak ve yolu açmak için uğraştılar. Ama bir türlü kalkmıyordu öküz.
Bir süre sonra, Başbakan da gitti onların yanma. Ne yaptılarsa, ne ettilerse bir türlü kalkmıyordu öküz yerinden.
Tüm olanları arabasının içinden izleyen Devlet Başkanı, sonunda dayanamadı. Otomobilinden‑indi, yavaş yavaş öküzün yanına gitti. Eğildi, hayvanın kulağına birşeyler söyledi. Ve anında öküz kalktı, tarlaların arasına dalarak uzaklaştı.
Başbakan ve tüm görevliler şaşkınlık içinde kalmışlardı.
Biraz sonra hepsi arabalarına bindiler ve yola devam ettiler.
Başbakan, Devlet Başkanı'na, öküzün kulağına neler söylediğim sordu.
Devlet Başkanı güldü:
– Öküzün kulağına şunları söyledim: Bana bak, haddini bil! Ben, senin gibi milyonlarca öküze hükmediyorum, sana mı söz geçiremeyeceğim. Hadi kalk bakalım oradan… dedim.
854– Delik
Ünlü bir politikacı kendisine muhteşem bir villa yaptırmıştı. Bu villada,"yok", yoktu. Akla gelebilecek herşeyin en iyisi bulunmaktaydı.
Gelen konuklarına hep aynı soruyu sorardı:
– Villamı nasıl buldunuz? Konuklar da hep aynı yanıtı verirdi:
– Harika… Muhteşem… Şahane… Bundan güzeli olmaz… Günlerden bir gün, bir din bilgini gelmiş. Aynı soruyu ona
da sormuş politikacı. Din bilgini:
– Evet, herşey şahane… Ama şu delik olmasaydı, demiş. Politikacı şaşkın gözlerle çevresine bakmış:
– Hangi delik? diye sormuş.
– Hangisi olacak, demiş bilgin, Azrail'in gireceği delik. Orası açık kalmış.
855– Müebbet
Geri kalmış bir ülkenin hukuk mezunu başbakanı, seçimi kaybedip meclise giremeyince, yeniden avukatlığa dönmüş.
Yaşamı boyunca girdiği davaların biri dışında tümünü de yitiren bu avukat, o kazandığı dava için de temyize başvurulduğu için oldukça büyük bir ün sahibi olmuştu.
İşte bu avukata bir gün iki kişi gelir.
– Bak arkadaş, derler avukata. Bizim ıçerde bölge şefimiz yatıyor. Ona idam vermeleri ihtimali var. Sen ne yapıp edip, onu idamdan kurtarıp müebbede mahkum ettireceksin. Eğer müebbede mahkum ettiremezsen senin canına okuruz.
Ve duruşma günü gelir.
Gizli celse sonucu Bölge Şefi, avukatın direnmesi sonucu müebbede mahkum olur.
Duruşma salonundan çıkar çıkmaz, mahkumun adamları çevresini sararlar:
– Ne oldu? Çabuk söyle… Avukat şöyle bir kasılır:
– Merak etmeyin, dediğinizi yaptım. Az kaldı beraat ediyordu, müebbede çevirinceye kadar akla karayı seçtim…