1– Yalan yarışı
Geçmiş bir zamanda padişahın biri"yalan yarışı"açmıştı. Kim inanılması mümkün olmayan bir yalan söylerse yarışı o kazanacak ve padişah tarafından bin altınla ödüllendirilecekti. Ülkenin en usta yalancıları marifetlerini göstermeye başladılar.
Bir tanesi şöyle dedi:
– Padişahım, ben gökyüzüne merdiven kurdum. Padişah karşılık verdi:
– Olabilir, mümkündür.
Bir başkası şu palavrayı sıktı:
– Padişahım, ben okyanusun üzerine köprü kurdum. Padişah buna da:
– Olabilir, mümkündür, diye karşılık verdi.
Daha bir çok usta yalancı usturuplu yalanlar söylediler. Ama padişah hepsine"mümkündür, olabilir"dedi. Hiçbirine"olamaz"demedi. Ama akıllının birisi padişahı kendi silahıyla tongaya düşürdü:
– Padişahım, sizin merhum pederinizin, benim merhum pederime bin altın borcu vardı, deyince padişah yerinden fırladı:
– Olamaz, dedi.
Böylece adam yarışı kazanmış oldu.
2– Konuşan eşek
Adamın birinin yolda otomobili bozulmuş, dağ başında ortada kalmış. Açmış motor kapağını, arızanın nerede olduğunu anlamaya çalışıyor, birdenbire arkasından bir ses gelmiş:
– Platine bak meme yapmıştır!
Dönmüş bakmış bir eşek; Başka da kimseler yok, afallamış. Şaşkın şaşkın bakarken eşek tekrarlamış:
– Aptal aptal suratıma bakacağına, platine bak diyorum sana, meme yapmıştır.
Adam bir eşeğin konuşabileceğine akıl erdiremediğinden dehşete düşmüş ve kaçmaya başlamış… Deliler gibi koşarken köylünün biri yolunu kesmiş:
– Hayrola hemşerim, peşine ayı mı düştü? – Ne ayısı yahu arabam bozuldu…
– Eeee?
– Bir eşek gelip konuştu.
– Ne dedi?
– Arıza platindendir, platin meme yapmıştır, dedi. Köylü başını sallayarak:
– Dinleme sen onun lafını… O, otomobil motorundan değil, traktör motorundan anlar! Ukalalık yapmış!
3– Dediklerin doğruysa
Adamın biri, köyden panayıra satmak için bir inek götürmüş, tellala vermiş… Tellal ineğin yularından tutmuş, başlamış dolanmaya, hem dolanıyor, hem bağırıyor:
– Bu inek soyludur, bu inek boyludur, cinstir, altmış okka süt verir, altı aylık gebedir!…
Köylü tellalın yanına yanaşmış, kulağına eğilmiş:
– Bana bak! Dediklerin doğruysa, ben bu ineği satmaktan vazgeçtim…
4– Gevezelik
Bizim başbakanlardan biri Çin'e resmî bir ziyarete gitmiş. Akşamleyin onuruna yemek verilmiş. Yemek esnasında günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yapma sırası gelince paniğe kapılmış. Yanında oturan ABD'den getirttiği danışmanına dönmüş:
– Eyvah ne yapacağım? Tek kelime Çince bilmem…
– Önemli değil efendim. Ellerinizi bacaklarınıza bitiştirin ve eğilerek başınızla selamlayın. Konuşma yerine geçer.
Başbakan denileni yapmış. Korkunç bir alkış kopmuş. Dış ülkelerde sevilmekten pek hoşlanan başbakan, alkışı görünce oturduğu yerden kalkmış, bu kez dört tarafı aynı şekilde ikiser kez selamlamaya devam etmiş.
Ancak biraz önceki alkıştan eser yok. Bu duruma bozulan başbakan yine danışmanına dönmüş:
– Yahu ne oldu?
– Fazla gevezelik ettiniz, tadı kaçtı.
5– Ne karışıyorsun
Adamın biri köpeğinin tasmasından tutmuş yolda giderken, hoşlanmadığı bir komşusuyla karşılaştı. Komşu sordu.
– Bu eşekle nereye gidiyorsun?
– Yahu bu köpek be. Köpekle eşeği birbirinden ayıramıyor musun? diye tersledi.
Komşu, aldırış etmeden:
– Ben köpekle konuşuyorum. Sen ne diye söze karışıyorsun?!
6– Teselli
İki kadın başbaşa vermiş konuşuyorlar. Bir tanesi:
– Çok üzülüyorum. Kocamın benimle sırf param için evlenmiş olduğunu artık iyice anladım.
Öteki teselli etmiş:
– Ne diyorsun? Demek göründüğü kadar aptal değilmiş!
7– Havlayan köpek ısırmaz
Adamın biri arkadaşını ziyarete gelmişti. Bahçe kapısını açacakken, ilerde havlayan bir köpek görünce durakladı. Bunun üzerine yoldan geçen biri ona: – Korkmayın, dedi."Havlayan köpek ısırmaz."
– İyi ama ya köpek bu atasözünü bilmiyorsa!
8– Rüzgar azmış
Bir yıl önce tatil yaptığı Hollanda köyünü çok beğenen bir turist bir yıl sonra aynı köye gittiğinde eskiden üç tane olan yel değirmenlerinden sadece birinin yerinde durduğunu, diğer ikisinin sökülüp yok edildiğini görünce rastladığı ilk köylüye sormuş:
– Ahbap geçen yıl geldiğimde burada üç yel değirmem vardı. Şimdi bir tane kalmış. Acaba diğer ikisini niye söktüler?
Sorunun cevabını bilmeyen köylü biraz düşündükten sonra:
– Vallahi beyim, demiş; bu yıl pek rüzgârlı değildi. Belki de rüzgâr sadece bir değirmeni çevirmeye yetmiştir!…
9– Pişkince bir cevap
Kadın müşteri mağazada battaniyeleri gözden geçiriyordu. Birdenbire durdu ve tezgâhtara seslendi:
– Siz bu battaniye için yün diyorsunuz. Ama üzerinde"yüzde yüz pamuk"yazıyor, nasıl olur?
Tezgâhtar hiç istifim bozmadan:
– Haklısınız bayan, güveleri aldatmak için öyle yazıyoruz, dedi.
10– Yanlışlık
Patron, sekreterini çağırdı:
– Bu mektupta bir yanlışlık var.
Sekreter kız baktı baktı, yanlışı bulamadı:
– Neresinde efendim?
– Ben, iş mektuplarının hiçbirine"Saygıdeğer dostum"diye başlamam. Böyle namussuzlardan dostum yok benim.
– Nasıl başlayalım beyefendi?
– "Değerli meslektaşım"diye başlayın.
11– Uzunca liste
Adamın birini kuduz köpek ısırmış. Ama adam çok ihmalci biri olduğu için, bugün iğne olurum, yarın iğne olurum derken iş işten geçmiş. Doktora başvurup da gerçeği anlayınca hemen bir kağıt kalem isteyip uzun uzun bir şeyler yazmaya başlamış. Doktor uzun süre beklemiş, bir ara dayanamamış sormuş:
– Vasiyetnameniz bu kadar uzun mu?
– Vasiyetname falan hazırlamıyorum doktor bey… Ben ısıracağım kişilerin listesini yapıyorum…
12– Azrail
İki kafadar uçaklar hakkında konuşuyorlardı. Biri şöyle ahkam kesti:
– Bugün en emin vasıta uçaktır. Korkacak hiç bir şey yok. Eğer zamanın gelmişse ve Azrail seni ararsa, yerde de olsan, gökte de olsan bulur…
Öteki cevap verdi:
– İyi ama, ya Azrail canını almak için bir pilot arıyorsa, ben ne halt edeyim…
13– Beterin beteri
İlk halkı, valinin elinden kurtulmak için padişaha haber yollamışlar:
– Aman padişahım, bizi bu adamın elinden kurtar, hepimizi soyup soğana çevirdi, rüşvetinden el aman, gözü doymuyor…
Haber İstanbul'a gidinceye kadar vali tarafından duyulmuş ve şehrin ileri gelenleri vali konağına davet edilmiş…
Herkes telaş içinde"yine ne isteyecek?"diye konağa gelmiş, ama korktukları başlarına gelmemiş, vali herkese ikram üzerine ikram, iltifat üzerine iltifat etmiş, sonra sofraya oturmuşlar, yemişler içmişler, kahveler gelince vali uşaklarına emretmiş:
– Şu sandığı getirin…
Sandık gelmiş, kapağı açılmış, içi altın, gümüş, pırlanta gibi değerli şeylerle dolu.
Vali sandığı işaret ederek:
– Bakın ağalar, beyler! Şu sandığın dolmasına bir karış kaldı. Sandık doldu mu benim işim tamam! Ama ben gidersem yerime gelecek olan vali boş sandıkla gelecek, haberiniz olsun, benden söylemesi!
14– Sana dokunmazlar
Şakacı taşralının biri Kayseri'liye sorar:
– Kayserililer eşek etinden pastırma yaparlarmış doğru mu?
Kayserili cevap verir:
– Kayseri'ye gidersen, hiç merak etme, sana dokunmazlar.
15– Hangisi zor
Albert Einstein'a sormuşlar:
– İnsanoğlu atomu parçalayıp nükleer enerji elde etmesini biliyor da, tüm insanlığı yok edecek nükleer bomba tehlikesini neden önleyemiyor?
Einstein'ın cevabı şöyledir:
– Politika fizikten daha zor öğrenilir de ondan…
16– Yağmurda da giyilebilir.
Kadın, kılı kırk yararcasına inceledikten, çekişe çekişe pazarlık ettikten sonra kaplan kürkü mantoyu almaya karar verdi. Yine de, parayı öderken sormadan edemedi:
– Yağmurda da giyilebilir, değil mi? Satıcı ilginç bir güvence verdi:
– Aman hanımefendi, şimdiye kadar yağmur altında hiçbir kaplanın şemsiye ile dolaştığı görülmemiştir!
17– Yarı ölü yarı diri
Köylüler aralarında söz birliği etmişler, köyün imamına bir şaka yapmayı kararlaştırmışlar. Numaradan köylünün biri ölmüş, cenazenin yıkanması için hocayı çağırmışlar. Hoca cenazeyi yıkamak için içeri girmiş kapıyı kapamış. Yarım saat geçmiş… Bir saat geçmiş… iki saat geçmiş… Herkesi bir merak sarmış…
Her ölüyü 15 dakikada yıkayıp paklayan hocaya ne oldu?
İkibuçuk saat sonra hoca efendi kan ter içinde dışarı çıkmış. Hemen koşup sormuşlar:
– Hocaefendi ne oldu? Hoca kızgın:
– Yarı ölü, yarı diri herifleri bana yolluyorsunuz, işini bitirip, ruhunu teslim ettirinceye kadar canım çıktı!…
18– Kafadaki çentik
Saçları dökülmeye başlayan orta yaşlı adam, saçlarını ustura ile kazıtmanın saç dökülmesini önleyeceğini duymuştu. Bir denemek için berbere gitti. Sırası gelince koltuğa oturdu:
– Aman ustacığım, perdahlı bir ustura çek saçlarıma… Ama az önceki müşteride olduğu gibi kesik istemem. Beni elaleme rezil etme.
– Siz hiç merak etmeyin beyim. O veresiye traş oluyor da, hesap karışmasın diye çentik attım onun kafaya…
19– Gazetelerin yazdığı
Üç soyguncu bankayı soyduktan sonra kaçıp ormanda buluşmuşlar. Biri:
– Şu paralan sayalım, demiş. İkincisi:
– Boşver yahu, nasıl olsa yarın gazeteler yazar, öğreniriz, diye itiraz etmiş.
Üçüncüsü yerinden fırlamış:
– Deli misiniz yahu, yarın her gazete ayrı ayrı şeyler yazar, birbirimize gireriz…
20– Kim öle kim kala
Padişaha Hindistan'dan nadide bir kumaş gelmiş.
Padişah terzibaşını çağırmış:
– Bak, demiş, bugün çarşamba, cumaya kadar 12 düğmeli bir elbise dikeceksin. Ama düğmeleri altından olacak. Altınları da sen kalıba döküp yapacaksın…
Terzibaşı:
–Ama… diyecek olmuş. Padişah kükremiş: –Aması… kellen…
Terzi çaresiz evine çekilmiş. Eli ayağı titriyormuş. Karısı teselli etmiş:
– Bak kocacığım, sen şu işe bir başla, gerisi Allah kerim… Terzi, önce düğmelerden başlamış. Altın düğme dökmek için önce çivi dökmek, sonra da bunu büküp yuvarlatmak gerekiyormuş.
Terzi cuma günü şafak sökerken binbir zahmetle ancak çivileri dökebilmiş.
Düğme haline getirmeye çalışıyorken kapı çalmış. Terzi korkudan kireç gibi bir yüz ve titreyen bacakları ile kapıyı açmış:
Karşısında üç zaptiye:
– Padişah hazretleri dün gece hakkın rahmetine kavuştular. Tabut için altın çivi lazım. Sen çivileri hazırla…
21– Ne olacak
Adam papağan satın almak üzere bir dükkâna girmişti. Bir ayağına başka, ötekine başka kurdele bağlanmış bir papağan görerek, mağaza sahibine bunun nedenim sordu:
– Sağ ayağındakini çekerseniz,"ingilizce", sol ayağındakini çekerseniz"türkçe"konuşur.
Müşteri sordu:
– Ya ikisini de çekersem ne olur? Papağan dayanamayarak lâfa karıştı: –Ne olacak, düşerim salak…
22– Senin de acelen olurdu
Bir dağın zirvesine konmuş iki kartal arkasında dumandan bir iz bırakarak uçan bir jet uçağı gördüler. Kartallardan biri:
– Bunun çok acelesi olduğuna dair bahse girerim… Ötekisi hemen:
– Tabii kuyruk tüylerin tutuşsaydı, senin de acelen olurdu!
23– En hızlı iletişim
İki bacanak sohbet ediyorlar. Bir ara biri diğerine soruyor:
– Bir haberi en kısa zamanda bir yere ulaştırmak için kaç
çeşit yol vardır?
– Üç yol vardır: Telgraf, telefon ve bir kadın…
24– Fark
Televizyon düşkünü biri ölmüş, cennete buyur etmişler. Cennette her şey güzel, düzenli, gürültü patırtı yok. Bir süre sonra televizyoncunun canı sıkılmış,"şu cehennemi de bir göreyim"demiş.
Alıp cehenneme götürmüşler, içeri girer girmez bir de ne görsün… Bir cümbüştür gidiyor, eğlence gırla, şarkı, çalgı, oyun, güzel kızlar… Dünyada günah namına ne varsa, cehennemde var.
Televizyoncu cennetten vaz geçmiş, rica, minnet, yalvar yakar, kaydını cehenneme aldırmış.
İşlemler tamamlanınca, bir zebani düşmüş önüne:
– Gel benimle, yürü!
İçeri girmişler, tam bir cehennem. Ateşler, alevler, kaynar kazanlarda kaynayan insanlar… Televizyoncu şaşırmış:
– Burası neresi?!
– Cehennem burası işte.
– Ya daha önce gördüklerim neydi?
– Reklamları izlediniz!
25– Ne yer ne yedirir
İki kurt aç kalmış, kıvır kıvır yiyecek bir şeyler arıyor. Biri görmüş geçirmiş tecrübeli, öteki genç ve acemi… Bir kayanın başına geliyorlar, bakıyorlar ki altlarında kalabalık bir koyun sürüsü. Genç kurt, yaşlı olana dönüp çoban köpeğini gösteriyor ve:
– Bak dayı, şurada bize benzeyen biri var. Gidip ondan iki koyun istesek vermez mi? diyor.
Yaşlı kurt başını sallıyor:
– Sen bilmezsin yeğenim, ona koyun iti derler. Kitapsız, ne yer ne de yedirir!…
26– Büyüyünce eşek olursun
Çobanın köydeki lakabı"eşek"miş. Herkesin dilinde"eşek geldi, eşek gitti, eşek şöyle, eşek böyle…"
Karısı bir gün dayanamamış:
– Git ağaya yalvar yakar, senin lakabını değiştirsin. Çoban denileni yapmış, sevinç içinde koşarak eve gelmiş:
– Değiştirdi, değiştirdi!
– Ne koydu?
– Artık lakabım eşek değil, sıpa… Kadın dizlerini dövmeye başlamış:
– Vay başıma gelenler, sen büyür yine eşek olursun!
27– Selam
İki hemşehri aynı bölükte askerliklerini yapıyorlar… Yan‑yana yürüdükleri bir sırada, yanlarından geçen kamyona biri selam durunca öbürü soruyor:
– Neden selam verdin?
– Görmedin mi? Kamyonun üzerinde General Motors yazıyordu.
28– Lahana bölünürse
Manava giden müşteri tezgahtara rica etmiş:
– Şu lahanayı bölüp bana yansını verir misiniz?
– Bölemeyiz, demiş tezgahtar.
– Neden bölemiyorsun, nasıl olsa kiloyla satılmıyor mu? – Reyon şefimiz izin vermez, bölemeyiz…
– Git kendisine sor bakalım belki izin verir.
Tezgahtar hafif sinirli bir halde, koridorun ucunda oturan şefin yanına yürümüş. Müşteri de peşinden… Ancak tezgahtar müşterinin arkasından geldiğini farketmemiş. Reyon şefine sormuş:
– Dangalağın biri lahanayı kes, yarısını ver diyor, ne yapayım?
Tezgahtar sözünü bitirirken arkasında birisinin durduğunu hissetmiş. Bir de dönüp bakmış ki müşteri kendisini dinliyor… Hafif kızararak devam etmiş:
– Lahananın diğer yarısını da bu beyefendi istiyor!…
29– Satılan şey
İstanbul'a yeni gelen köylü, kuyumcu dükkânının vitrinini merakla inceliyordu. Kuyumcunun çırağı, onunla alay etmek için:
– Hemşerim, dedi, ne bakıyorsun öyle?
– Hiç… Bu dükkânda ne satılır diye merak ettim de… Çocuk güldü:
– Eşek kafası satılır.
–Allah versin… Alışverişiniz yolunda olmalı…
– Nereden bildin?
– Baksana, koca dükkânda seninkinden başka kalmamış!
30– Sonuç
Adamın biri arkadaşına dert yanıyordu:
– Sorma başıma gelenleri, dedi. Biliyorsun geçen yıl trende bir kızla tanışmıştım. Bana pek yüz vermemişti. Ben de her gün kendisine bir kart yolluyordum. Sonunda ne oldu biliyor musun?
– Ne oldu?
– Kız evlenmeye karar vermiş.
– Öyleyse tebrikler.
– Yok canım benimle değil. Her gün kapısını çalıp, benim gönderdiğim kartları götüren postacı ile…
31– Dert olan rüya
Adamın biri psikologa dert yanıyormuş:
– Aa beyefendi, her gece rüyamda neler çektiğimi, ne ecel terleri döktüğüm bir bilseniz…
Psikolog sormuş:
– Hayırdır inşallah! Ne gibi şeyler görüyorsunuz rüyanızda?
Ağlamaklı bir sesle cevap vermiş:
– Neler neler… Bir eğlencedir, bir şamatadır gırla gidiyor. İçkiler, enfes yiyecekler, çalgı, çenşi… Her şey… Vur patlasın çal oynasın…
Psikolog gülmüş:
– İyi ama beyefendi, daha ne istiyorsunuz işte. Keşke ben de her gece böyle eğlenceli rüyalar görsem daha ne isterim ki…
Adam derin bir of çektikten sonra:
– Kazın ayağı hiç de sandığınız gibi değil… Her şey iyi güzel de sonunda bütün hesabı hep ben ödüyorum…
32– Eşeği böyle boyarız
Kayseri'ye yeni gelen yabancı, ayakkabısını boyatırken boyacıya takılmış:
– Siz Kayserililer eşeği boyayıp babanıza satarmışsınız. Nasıl yapılır bu iş?
Boyacı, fırça sallamayı sürdürerek:
– İşte, demiş, eşeği böyle boyarız biz!
33– Bir mezara iki kişi
Babası ile kabristandaki yakınlarını ziyarete giden delikanlı bir yandan yürüyor bir yandan da mezar taşlarını okuyordu.
Bir ara üzerinde"Burada haysiyetli ve dürüst bir insan, büyük bir politikacı yatıyor"yazan taşa gözü takılan ve yazıya pek bir anlam veremeyen delikanlı safça babasına sordu:
– Baba, bir mezara iki kişi birden gömmelerinin sebebi nedir?
34– Futbol merakı
Futbol hastası iki arkadaş aralarında konuşurlarken öteki dünyadan söz açılır. Birisi merakla sorar:
– Neyi merak ediyorum, biliyor musun, acaba öteki dünyada da futbol oynanıyor mu?
– Bilmiyorum ama hangimiz önce gidersek, bir yolunu bulup diğerine haber gönderelim.
Bu sözleşmeden bir iki ay sonra biri ölür. Diğeri bütün üzüntüsüne rağmen heyecanla haber beklemekten kendini alamaz.
Bir gece yatağında yatarken kendisine seslenildiğini duyarak şaşınr. Daha sonra arkadaşının sesi olduğunu anlayınca:
– Yahu en sonunda bir haber gönderebildin…
– Evet, sana bir iyi, bir de kötü haberim var. Önce iyisi: Burada çekişmeli bir futbol ligi var. Her pazar cennet‑cehennem maçı yapıyoruz.
– Çok sevindim, peki kötü haber ne?
– Önümüzdeki pazar günkü maç için cennet takımı kadrosuna alındın…
35– "Oh"deyince…
Köylü, hayvan panayırından eşek alıyormuş. Satıcı, eşeğinin"erdemlerini"sayıp döktükten sonra:
– Ufak bir kusuru vardır, demiş. Deh'den, çüş'den anlamaz. Deh yerine"oh", çüş yerine"çöm"diyeceksin.
Köylü:
– Ben de öyle derim, deyip eşeği almış.
Köyüne dönerken, satın aldığı eşeğe binmiş."Oh"dedikçe eşek hızlamyormuş. Hızla yol alıp bir uçuruma yaklaşmışlar. Az ötesinde uçurumu gören köylü eşeği durdurmak için ne diyeceğim bir türlü aklına getirememiş. Tam kıyıya varmışlar… Eşek bir adım daha atsa, aşağı yuvarlanıp parça parça olacaklar…
Tam o anda kelimeyi hatırlayıp:
– Çöm! demiş. Eşek durmuş.
Köylünün sevincine diyecek yok. Rahat bir nefes alıp:
– Oh! deyivermiş!
36– Pirenin ölüsü
Müşteri otelciyi çağırdı, duvarı göstererek:
– Hani odalarımız temizdir, demiştin. Hani pire falan yoktu. Bak şuraya…
Otelci eğilip dikkatle baktı:
– Evet haklısınız. Ama o pire ölü.
Bu cevap karşısında müşteri boynunu büktü, otelci de işinin başına gitti.
Ertesi sabah otelci sordu:
– Nasıl rahat uyudunuz mu?
– Valla uyuyabil şeydim belki rahat ederdim ama… Sizin şu ölü pire yok mu birader…
– Ne olmuş ölü pireye?
– Siz haklıymışsınız. Gerçekten ölüymüş o pire… Ama cenaze töreni o kadar kalabalık oldu ki. Eşi, dostu, akrabası, bütün pireler hazırdı törende…
37– Maşallah ne çabuk büyümüş
Adamın biri Mahmutpaşa'dan aldığı tişörtü çocuğuna giydirdi. Eminönü'ne doğru yürüdüler. Biraz sonra yağmur başladı. Yağmurdan ıslanan tişört hemen çekti, neredeyse bir avuç bir şey oldu. Adam çocuğu elinden tutup yeniden Mah‑mutpaşa'ya getirdi. Satıcının yanına yaklaştı, tişörtü işaret etti:
– Tanıdın mı? Satıcı pişkin:
– Maşallah maşallah! dedi. Ne de çabuk büyümüş, delikanlı olmuş maşallah!
38– Beş kuruşu yok
Damat adayı, kayınpeder, kayınvalide ve müstakbel eşi ile birlikte otururken, evin küçük oğlu çıkageldi. Eniştesi olacak gence:
– Amca, diye seslendi. Bir on liranız var mı?
Genç damat adayı, derhal cebinden bir on liralık çıkarıp, küçük çocuğa verdi. Çocuk teşekkür ettikten sonra, babasına dönüp:
– Babacığım bak, dedi. Bir de bu amca için beş kuruşu yok, ben o adama kız vermem, diyordunuz…
39– Rüşvet
Devlet dairesindeki işi bir türlü görülemiyordu. Sonunda arkadaşları, görevli memura rüşvet vermesini önerdiler. O da bir miktar parayı bir kitabın içine koyarak memura gitti ve:
– Boş zamanlarınızda okursunuz, diye uzattı.
Ertesi gün uğradığında işinin yine hallolmadığını görünce, biraz şaşkın, biraz sinirli sordu:
– Neden olmadı işim?
– Dün verdiğiniz kitaba öyle daldım ki, bir türlü hazırlayamadım!
– Peki şimdi ne bekliyorsunuz?
– Kitabın ikinci cildini!
40– Fırsat
Otomobille yolculuğa çıkan karı‑koca, bir dalgınlık sonucu uçuruma yavarlanmış. Tesadüfen oradan geçen bir doktor baygın halde yatan kadını tokatlayarak ayıltmaya çalışınca kocası dayanamamış:
– Aman doktor, bu işi bana bırak, tam 20 yıldır bu fırsatın hayaliyle yaşıyorum, demiş.
41– Münasebetsizlik
Padişah, adını sıkça duyduğu Münasebetsiz Mehmet Efendiyi çağırttı:
– Senin münasebetsizliğinden çok söz ediliyor. Göster bakalım münasebetsizliğini!
Mehmet Efendi:
– Ferman padişahımmdır, dedi. Bir münasip zamanda gösteririm efendimiz.
Etek öptü, huzurdan ayrıldı.
Birkaç ay sonra… Padişah yeni bir seferin hazırlıklarını yapıyordu. Telâşından sağını solunu görmüyor, yemek yemeyi bile unutuyordu. Sarayın merdivenlerinden çıkarken arkadan birisi yaklaştı, buduna bir çimdik attı.
Padişah öfkeyle geri dönünce, Mehmet Efendi:
– Afedersiniz padişahım, dedi. Sizi sultan hanım sandım!
– Vay!… Özürün kabahatinden büyük! Tez celladı çağırın!
– Efendimiz bana bir münasebetsizlik göstermemi buyurmuştunuz, ben de"bir münasip zamanda"demiştim. İşte sözümü tutup münasebetsizliğimi gösterdim, haşmetlûm.
42– İntihar
Balıkçının biri deniz kenarında oturuyordu. Birden ya‑nıbaşında yüzü sapsarı biri belirdi. Hayattan ümidini kesmiş gibi görünüyordu. Gitti kendisini denize attı. Balıkçı hemen ardından denize dalıp genci çıkardı.
Adamın ilk sözü:
– Neden kurtardınız beni? demek oldu."Ben intihar etmek istiyorum…"
Ve bu sözlerin ardından yine kendini denize attı. Balıkçı d£ ardından atladı ve adamı kıyıya çıkardı. Sonra üçüncü dalış ve kurtarış…
Bunun üzerine genç adam kıyıdan uzaklaştı, cebinden bir ip çıkardı, ilerdeki bir ağacın dalına dolayıp kendini astı. Fakat bu sefer balıkçı kılını bile kıpırdatmamıştı. Bu olanları gören biri sordu:
–Anlayamadım… Az önce üç kez kurtardınız genci. Şimdi kımıldamadınız bile… Neden?
– Adam sırılsıklam ıslanmıştı… Ben kendini kurutmak için ipe asıyor sanmıştım…
43– Yüzme dersi
Görevli memur, kıyıda balık avlayan adama yaklaştı:
– Görmüyor musun, levhada ne yazıyor?"Burada balık avlanmaz."
– Gördüm… Gördüm ama, ben balık tutmuyorum ki…
– Yok canını… Nedir o elindeki peki?
– Kamış…
– Ya ucundaki? –Kıl…
– Peki, onun ucundaki? –İğne…
– İğnenin ucundaki?
– Solucan…
– Be birader, balık tutmuyor da ne yapıyorsun şimdi?
– Solucana yüzme öğretiyorum tabii ki!…
44– Çarpık fotoğraf
Avrupa gezisine çıkan adam, dönüşünde, çeşitli yerlerde çektirdiği fotoğrafları karısına gösteriyordu. Sıra Piza Kulesi önünde çektirdiği fotoğrafa gelmişti. Kadın baktı baktı, sonra:
– Anlaşılan yine epey çakırkeyifmişsin, dedi.
– Nereden çıkardın bunu?
– Baksana ne biçim çarpık duruyorsun?
45– Kim hakh
Trafik kazasına sebebiyet verdiği için yargılanan şoför, hâkime:
– Hâkim bey, dedi. Benim bu kazada hiç suçum yok. Ben 10 yıllık şoförüm.
Kazaya uğrayan yaya derhal atıldı:
– Ama hâkim bey, ben de 45 yıllık yayayım. Herhalde ben de mesleğimi biraz bilirim?
46– Bir gecede yapılmış
Bir Amerikalı Fransa'nın başkenti Paris'i geziyordu. Bir taksi kiralayarak şoföre başlıca görülecek yerleri dolaştırmasını söyledi."Zafer Takı"yanından geçerlerken Amerikalı sordu:
– Nedir bu?
– Zafer Takı.
– Ne kadar zamanda yapıldı bu?
– Otuz senede. Amerikalı ukalaca:
– Amerikada olsa iki senede bitirirlerdi.
Biraz sonra Eyfel Kulesi yakınından geçiyorlardı. Amerikalı tekrar sordu:
– Eyfel Kulesi dedikleri bu mudur?
– Evet efendim.
– Ne kadar zamanda yaptılar bunu?
– Birkaç senede.
Amerikalı yine aynı ukalaca tavır içinde:
– Amerikada olsa iki ayda yaparlardı.
Bir müddet sonra Notre‑Dame Katedralinin önüne gelmişlerdi. Amerikalı yine sordu:
– Nedir bu kilise? Şoför:
– Bilmem, dedi.
– Nasıl olur?
– Nasıl bileyim, dün buradan geçtim, bu bina yoktu. Herhalde gece çırpıştırmış olacaklar!
47– Bana da mı lo lo lo?
Sanık kesinlikle ceza yiyecekti. Avukat" Ben seni kurtarırım"diyerek büyük bir ücret karşılığında davayı üstlendi. Sonra sanığı karşısına aldı:
– Yargıç ne derse desin, ne sorarsa sorsun,"lo lo lo"dan başka söz söylemeyeceksin.
Duruşma saati geldi, yargıç sanığa sordu:
– Adın ne?
– Lo lo lo.
– Söylesene be adam!
– Lo lo lo.
– Kaç yaşındasın?
– Lo lo lo.
– Yahu burası mahkeme. Cevap ver!
– Lo lo lo.
Bu esnada sanığın avukatı yerinden kalktı.
– Görüyorsunuz sayın yargıç, müvekkilim zararsız bir delidir. Ceza sorumluluğu yoktur.
Yargıç savunmayı haklı bularak sanığın ceza sorumluluğu olmadığı yolunda karar verdi.
Duruşmanın ertesi günü avukat, sanıktan ücretini istedi. Hapisten kurtulan adam yine mahkemedeki tavrını takındı.
– Lo lo lo.
– Dostum, mahkeme sona erdi, kendine gel. Şakayı da bırak.
– Lo lo lo. Avukatın tepesi attı:
– Senden paramı istiyorum be adam! Bana da mı lo lo lo?
48– Yolcunun inadı
Yataklı vagon yolcusu, tren görevlisini çağırarak Lyon'da kendisini uyandırmasını istedi.
– Uykum çok ağırdır. Uyanmazsam bir iyice sarsın, yine de kalkmazsam bavulumla birlikte trenden atın beni. Zahmetinize karşılık şu yüz frankı veriyorum.
Görevli teşekkür edip gitti, yolcu uyudu. Uyanınca Lyon istasyonunu çoktan geçmiş olduklarını farkederek görevliyi çağırdı:
– Aksam konuşmamış mıydık? Beni niye uyandırmadınız?
– Bir şey istemememiştiniz ki benden.
– Bir yolcunun size yüz frank verdiğini, Lyon istasyonunda zorla uyandırılmak istediğini unuttunuz mu yani?
– Unutur muyum? O yolcu beni ne kadar uğraştırdı…"Ben Marsilya'da ineceğim"diye direniyor, bağırıp çağırıyordu. Onu tren kalkarken, bavuluyla birlikte güç bela trenden attım!
49– Uyanık gazeteci
Maden kuyusunda yüzlerce işçinin hayatına mal olan infilâk haberi gelir gelmez Newyork'un sansasyonel haber peşinde koşan en büyük gazetelerinden biri, kaza mahalline derhal açıkgöz muhabirini yollar. Muhabir, uçakla bir saat içinde olay yerine yetişmiş, hemen kolları sıvayarak kurtarma ekipleriyle kuyuya inmiş, görülmesi gereken her şeyin resmini çekmiş, birkaç saat sonra da gazetesine ilk haberi ulaştırmıştı. Fakat okuyucuların duygularını tahrik için biraz da edebiyat yapmak istemişti:
– "Korkunç facia sahnesine hâkim olan tepenin üstünde, bu akşam, Tanrı mahzun mahzun oturmuş bu acıklı manzarayı seyrediyor."
Biraz sonra muhabire gazetesinden şu haber iletilir:
– Kazayı bırak. Derhal tann ile mülakat yap. Mümkünse fotoğraf al.
50– Gözlük lâzım
Adamın biri paldır küldür yazıhaneden içeri girmiş:
– Aman doktor bey, gözünüzü seveyim yardım edin bana, midemde şiddetli bir sancı, yanma var, geceleri gözüme uyku girmiyor. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?
– Öncelikle sigarayı ve alkollü içecekleri bırakın. Fazla yağlı yemeyin. Kızartmalardan uzak durun ve en önemlisi kendinize hemen bir gözlük alın.
Adam şaşkınlık içinde:
– Her şey iyi de doktor bey, anlayamadığım bir şey var, mide ağrısıyla gözlüğün alâkası ne?
– Alâkası olmaz olur mu beyefendi? Ben avukatım, doktorun muayenehanesi üst kattadır.
51– Kuş
Adam, sirk müdürünün odasına girerek iş istedi.
– Ben çok güzel kuş taklidi yapabilirim. İstersiniz beni bir deneyin.
Sirk müdürü oralı olmadı.
– O da bir şey mi sanki, dedi. Herkes kuş taklidi yapabilir.
Adam ne kadar uğraştıysa bir türlü razı edemedi. En sonunda da sinirlendi, dayanamadı penceriyi açtı ve uçup gitti.
52– Eşek demenin yolu
Hazır cevap adamın biri ayağına basan kadına"eşek"dediği için yargılanmıştı. Duruşma sonunda yargıç adama kararı okudu:
– Altı ay hapis cezası verdim, cezanı paraya çevirdim, dedi.
Sanık sordu:
– Peki sayın yargıç, bir eşeğe"hanım"desem yine suç olur mu?
Yargıç kısa kesti:
– Olmaz.
Sanık, davacı kadına döndü:
– İyi günler, hanım!
53– Yiyip bitirmesin
Hans Müller, Orta Afrika'da avlanırken yamyamların eline düşmüş. Götürüp kabile çadırlarının ortasındaki kazana atmışlar. İçine biraz sebze, patates ve ot koyup, yavaş ateşte pişirmeye başlamışlar. Başına da genç bir yamyamı dikmişler. Yamyam aşçı yamağı elindeki kepçeyle ikide bir"tak"diye Hans'ın kafasına vurup duruyormuş.
Bu durumu gören kabile reisi çadırından bağırmış:
– Oğlum sen deli misin? Yazık değil mi adama! Ne diye kepçeyi kafasına vurup duruyorsun?
Genç yamyam, kepçeyi kafaya taklatırken cevap vermiş:
– Ne yapayım efendim, bu açgözlü herif kazandaki bütün patatesleri yiyip bitirecek!
54– Şehadet
Bizim Türklerden biri Almanya'da işsiz kalmış, aramış taramış uygun bir iş yok! Bir hemşehrisi haber vermiş:
– Sirkten adam arıyorlardı, git bir bak!
Bizimki sirke müracaat etmiş. Sirk müdürü sormuş:
– Ne iş yaparsın?
– Ne iş olsa yaparım…
– Bizde bir iş var amaaa… Bilmem yapar mısın?
– Ne iş olsa yaparım dedim ya!
– Maymun olacaksın! Bizimki şaşırmış:
– Nasıl oİacak bu iş?
– Biz seni maymun kılığına sokacağız, sen seyircilerin arasında dolaşıp onları eğlendireceksin.
Bizimki düşünmüş, taşınmış, aç dolaşmaktansa kabul etmiş.
İşe başlamış, maymun kılığında piste çıkıyor, seyircilerin arasına giriyor, kadınları, çocukları korkutuyor… Kısacası hem eğlenip hem de para kazanıyormuş. Bir gün yine maymun kılığında sirkte dolaşırken karşısına bir aslan çıkmış.
– Eyvaaah, demiş içinden. Kafesten kaçtı bu galiba… Şimdi ben ne yapacağım?
Aslan bir adım atmış, bizimki maymun kılığında adım gerilemiş. Aslan geliyor, bizimki geri geri gidiyor. Sonunu köşeye sıkışmış kalmış, kaçacak yer yok. Aslan düpedüz kendisini yiyecek, hem de maymun kılığında… Kurtuluş yok…
Bari imansız gitmeyeyim diye yüksek seksle kelime‑i tevhid getirmiş:
– La ilahe illallah… Aslan karşılık vermiş:
– Muhammeden rasûlullah…
55– Siz de yalan söyleyin
Meşhur Amerikalı mizahçı Mark Twain bir ziyafette bayanın birini sofraya doğru götürüyormuş. O gün fevkalâde neşeli olan Mark Twain, kadına:
– Ne kadar güzelsiniz, demiş. Bayan:
– Maalesef aynı komplimanla size cevap veremeyeceğim, deyince, Mark Twain gülerek şu cevabı vermiş:
– O halde sayın bayan, siz de benim yaptığımı yapın! Yalan söyleyin…
56– Kırk haramiler
Adam, arkadaşına dert yanıyordu:
– Sorma başıma geleni: Bizim hanım üçüz doğurmasın mı? Ona her zaman söylerdim, şu"Üç Silahşörler"romanını okuya okuya bir gün üçüz doğuracaksın diye…
Arkadaşı:
– Eyvah yandık! diye bağırır.
– Ne oldu yahu?
– Daha ne olacak! Bizim hanım da bir kaç gündür"Kırk Haramileri"okuyor!
57– Milyarder taklidi
İş arayan bir adam gazino müdürünün odasına girdi:
– Ben müthiş taklit yaparım efendim, gerçeğinden ayırt edemezsiniz… Bakın şimdi bir Demirel taklidi yapayım, der ve tıpkısının aynısı dedirtecek kadar Demirel taklidi yapar.
Daha başka taklitler de yapar, hünerini kanıtlar. Haftada 1000 dolar üzerinden anlaşırlar.
Adam hafta boyunca hünerini gösterir ama hafta sonunda müdür sadece 100 dolar verir.
Taklitçi adam:
–– Aman patron şimdi ben ne yaparım? Otel kirası, yemek parası, karımın masrafları…
Müdür:
– Vallahi işler çok kötü gitti. O kadar iyi taklit yapıyorsun ki şimdi de biraz milyarder taklidi yap idare et…
58– Sonradan görme
Yeni zenginlerden biri gösteriş maksadıyla birşeyler almak üzere bir antikacı dükkanına girmişti. Eşyalar arasında dolaşırken duvarda vazoda çiçekleri gösteren bir natürmort görerek sordu:
– Bu nedir?
Antikacı yüzünde iftiharlı bir gülümseyişle cevap verdi:
– Bir Van Gogh efendim.
Göbekli müşteri, resme bir daha bakarak: –Ya! Halbuki ben menekşe sanmıştım!…
59– Yanlış kapı
Kabadayı bara girdi, barmenin yanına giderek:
– İlanınız üzerine geldim, dedi. Burada hır çıkmasına engel olacak birisini arıyormuşsunuz.
– Arıyoruz. Siz daha önce böyle bir işte çalıştınız mı?
– Çalışmadım ama, sizi ikna edebilirim. Bakın şimdi… Karşı masaya gitti, orada tek başına oturan adamı pataklayıp dışarı attıktan sonra geri geldi:
– Nasıl buldunuz?
– Güzel. Ben çok beğendim. Ama patronla görüşmeniz gerekiyor.
– Nerde patron?
– Kapının önünde. Biraz önce patakladığınız adam.
60– Aç sor
Bir resmî dairede iki müdür, birbirlerine odacılardan dert yanıyorlarmış, sonunda hangisinin odacısı daha aptal, diye iddiaya tutuşmuşlar…
Önce biri zile basmış, odacı girmiş:
Müdür:
– Al şu ellibin lirayı, bana son model bir araba al gel! Arkadan diğer müdür, kendi odacısını çağırtmış:
– Git bizim eve, bak bakalım, ben evde miyim, değil miyim, öğren!
– Baş üstüne efendim.
İki odacı kapıda karşılaşmışlar; birbirlerine dert yanmaya başlamışlar:
– Yahu benim müdürüm çok aptal, bana elli bin lira verdi, git bir araba al gel, dedi. Bugün tatil, her yer kapalı, nereden alacağım?
Diğer odacı başını üzüntülü şekilde başını sallamış:
– Sorma birader, benimki seninkinden daha aptal! Git eve bak bakalım, ben evde miyim, değil miyim, öğren, diyor. Be aptal adam, önünde telefon var, aç sor!
61– Vatan toprağı
Acemi erler, çavuşa:
– Biz bu çorbayı yiyemiyoruz komutanım, içi kum dolu, dediler.
Çavuş öfkelendi:
– O nasıl söz? Buraya yemek beğenmeye mi geldiniz? Buraya, vatan toprağını korumaya geldik hepimiz!
Erlerden biri atıldı:
– Ama bu gidişle korunacak toprak kalmaz. Vatan toprağını yemiş bitirmiş oluruz.
62– Sütteki su
Müşteri, pastanede kahvaltı yapıyordu, garsona. – Bu süt çok sulu, diye çıkıştı.
– Haklısınız, diye cevap verdi garson. Biliyorsunuz son günlerde havalar çok sıcak. İnekler çok su içiyorlar…
63– Neyi savunacak
Adamın biri, kafayı çekip ortalığı birbirine katmış, yakalamışlar, iş mahkemeye intikal etmiş. O gün son savunması yapılacak, mahkeme karar verecek… Mübaşir adını okuyunca adam hâkime mazeret beyan etmiş:
– Efendim avukatım gelmedi? Hâkim dosyaya bakıp, başını sallamış:
– Evladım, sen karakolda ifade vermişsin, savcılıkta da aynı şeyleri söylemişsin, burada da ilk ifadeni kabul etmişsin, şahitler dinlendi, onlara da itiraz etmemişsin, avukatın gelip neyi savunacak?
Adam boynunu bükmüş:
– Ben de onu merak ediyorum ya, hâkim bey!
64– Çanak uğruna
Antikacılıkla uğraşan bir uyanık bir köyden geçerken köy evinin önünde antika değeri hayli yüksek bir çanak gördü. Biraz oyalanınca, bunun köpeğe su vermek için kullanıldığını anladı.
Çanağı satın almak istediğini söylese olmazdı. Bu yüzden, köpeğe kanının kaynadığını söyledi ve sordu:
– Bu cici çomarı bana kaça satarsınız?
Köylü epey nazlandıktan sonra yüksek fiyatla köpeği sattı. Antikacı, onu arabasına götürürken:
– Şu çanağı da alalım, dedi. Çomarı susuz bırakmayalım. Köylü hemen karşı çıktı:
– Onu veremem.
– Neden?
– O çanak sayesinde burada bir sürü köpek sattım. Daha önce de bunun iki kardeşini yine bu çanak sayesinde sattım.
65– Caka satarken
Caka meraklısı bir kadın, hizmetçisine şöyle tembihte bulunur:
– Misafirlerin yanında senden bir şey istediğim zaman o şey bir tane olsa bile, yine bana"hangisini efendim?"diye soracaksın.
Bu tembihten sonra evde misafir bulunduğu zamanlarda, hanım hizmetçiye seslenir:
– Kız Ayten! Git kürkümü getir, dedi mi; hanımın bir kürkü olduğu halde hizmetçi:
– Hangisini efendim? diye sorar. Hanımdan cevap aldıktan sonra kürkü getirir.
Yine bir gün hanım, kapının önünde misafirlerini uğurlarken hizmetçiye seslenir:
– Kız Ayten, çabuk kocamı çağır, misafirler gidiyor, o da uğurlasın.
Hizmetçi alışkanlıkla sorar:
– Hangisini efendim?
66– Kımıldamadı bile
İskoçya'da adamın biri kaldırımda yürürken aniden yere yıkılır. Yoldan gelip geçenler hemen koşuşurlar, biri yakından ilgilenir ve:
– Ölmüş, der.
Oradaki kadınlardan biri:
– Fakat, bayım, siz nabzına bakmadınız bile, diye bağırınca:
– Gereksiz, der adam. Elimi cebine soktum, o hiç kımıldamadı bile…
67– Kiliseden çıksınlar hele
Büyük ressam Brughel'e bir tablo sipariş edilmişti. Ressam romantik çizgileriyle bir şehir peyzajı çizmiş, içine hiçbir insan koymamıştı. Siparişi veren müşteri tabloyu almaya geldiğinde, resme şöyle bir baktıktan sonra kendi kendine baştan savma bir şey olduğunu düşündü.
Şaşırmış bir eda ile ressama sordu:
– Ustad, galiba sokağa insanları koymayı unuttunuz? Ressam hiç istifini bozmadan:
– Hayır unutmadım. Pazar günü olduğu için bütün halk şu gördüğünüz kilisenin içindedir.
Müşteri ondan daha baskın çıkarak:
– Ya, öyle mi? O halde kiliseden hele bir çıksınlar, o zaman resmi almaya gelirim…
68– O kadar ağır mıymış?
Adamın biri uzun zamandır görüşmediği bir arkadaşına ayaküstü anlatıyordu:
– Sorma birader bir ameliyat geçirdim, apandisitim alındı, Allah seni inandırsın tam yirmi kilo verdim.
–Vay canına! Apandis denilen şeyin bu kadar ağır olduğunu kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi!
69– Çağır İstakozunu
Güneşli bir günde küçük bir çocuk, köpeğiyle boğazda kıyıda dolaşıyordu. Köpek, içi istakoz dolu bir sepete doğru yürüdü, başını soktu. O anda kulağına bir İstakoz yapışınca havlaya havlaya uzaklaşmaya başladı. Acı acı uluyordu.
Denizden İstakozları çıkaran balıkçı, çocuğa:
– Hey küçük, dedi, köpeğini çağır da gelsin!'
– Ben neden çağıracakmışım. Sen kendi istakozunu çağır!
70– Taş
Ölüm döşeğindeki adam, yeğenini yanına çağırdı:
– Senden başka kimsem yok… Beş milyon liram yastığın altında duruyor. O parayı alır görkemli bir taş yaptırır, üstüne adımı yazdırırsın. Arasıra da ziyaretime gelirsin.
Adam öldü, yeğen bir pırlanta yüzük alarak parmağına taktı.
– Ölünün vasiyeti böyle mi yerine getirilir? diyenlere şu karşılığı veriyordu:
– "Taş al"dedi, en pahalısından aldım."Üstüne adımı yaz"dedi, yazdırdım…
– Taş, mezara dikilir.
– Be yle değerli taş çalınmaz mı? Taşın yanına bir de bekçi mi oturtalım yani? Taş parmağımda olursa, amcamı her gün anarım. Mezarlıkta olursa, yılda bir ya giderim ya gidemem…
71– Sana mı benzeyeyim
Bir buldok köpeği dolaşmaya çıkmıştı. Caddeden geçerken bir apartmanın üçüncü katında bir kurt köpeğinin aşağı baktığını gördü. Bunun üzerine:
– Aşağı insene arkadaş! diye yukarıya doğru, kurt köpeğine havladı.
Yukarıdaki karşılık verdi:
– İmkânsız kapıyı üstüme kilitlediler…
– Öyleyse atla aşağı.
– O kadar akılsız mı zannettin beni? Sana benzemek ister miyim hiç…
72– Tasarruf tedbirleri
Ekonomik bir krize giren firma yöneticileri, personel arasında bir yarışma açtılar. Buna göre şirketin masraflarında kısıntı sağlayan projenin sahibine 2 bin dolar ikramiye ödenecekti. Çeşitli projeler arasından düşük gelirli bir memurun projesi beğenildi. Memur önerisinde şöyle diyordu:
– Bir dahaki sefere, bu tip yarışmaların birincisine sadece beş yüz dolar ikramiye ödensin!
73– Kravat benim.
Evin beyi, hizmetçiye çıkıştı:
– Gördüm… Nişanlın yine evin etrafında dolaşıp duruyor.
– Ama efendim. Siz nişanlımı nereden tanıyorsunuz?
– Nereden olacak. Kravatımdan…
74– Berber misiniz?
Odada misafir oturuyordu. Bir ara evin küçük kızı misafirlerin yanına gelerek:
– Amca siz berber misiniz? diye sordu.
– Yooo, hayır…
– Demin babam"yine traş etmeye geldi"dedi de…
75– Uğursuzluk kimde?
Emevi hükümdarlarından Abdülmelik'in oğlu, ava giderken rastladığı tek gözlü adamı yakalattırıp suyu çekilmiş bir kuyuya kapattırdıktan sonra:
– Bugün avda kısmetimiz bol olursa serbest bırakacağım bu adamı, demiş. Ama avlanamazsak, önümüze çıkışını uğursuzluk sayıp başını kestireceğim.
Bol bol avlanmış ve dönüşte adamı kuyudan çıkarttırmış. Adam, şehzadeye dönmüş:
– Beni uğursuz saydınız ama, uğursuz olmadığım anlaşıldı. Bense kendi yolumda giderken, kimseye bir zararım yokken, gün boyu kuyuda hapis kaldım, ölüm tehdidi altında yaşadım. Şimdi siz söyleyin: Uğursuzluk bende mi, sizde mi?
76– Kandırmaca
Küçük Ahmet'in annesi bebek beklemekteydi. Babası, onu bu duruma alıştırmak için bir gün:
– Farkında mısın oğlum? dedi. Annen bu günlerde oldukça şişmanladı…
– Evet farkındayım…
– Eee, belki bugünlerde postacı sana bir hediye getirir… Çocuk bir an sevindi, sonra üzülerek:
–İnşaallah annem öğle uykusunda olduğu zaman gelmez,
dedi.
– Niye oğlum?
– Uykudayken kapı çalınırsa belki korkar. Biliyorsun hamile!…
77– İnce espri
Meslekte yeni bir gazeteci, meslektaşına şöyle yakınıyordu:
– Kalemin kılıçtan daha güçlü olduğunu söyleyen Richelieu keşke makas'ı da azıcık övseydi. Zira yazı işleri müdürünün
makası, kalemden de kılıçtan da daha güçlü…
78– Benim adetim de böyledir
Bir gün Arap âlimlerinden Câhız'a bir kişi gelip bir tavsiye mektubu rica etti. Câhız, bir şeyler karalayarak kâğıdı zarfa koydu, zarfın ağzını mühürleyerek adama verdi.
Odadan çıktıktan sonra mektupta ne yazıldığını çok merak eden adam dayanamayarak zarfı açtı ve şunları okudu:
"Bu mektubu sana getireni tanımam. Tavsiye için de bir sebep görmem. Sırf başımdan savmak için bu kağıdı yazdım. Dileğini yerine getirirsen memnun olurum, dileğim yerine ge‑tirmezsen mahzun olmam."
Bu satırları gören adamcağız fena halde kızarak geri döner ve Câhız'a çıkışır:
– Böyle bir tavsiye yazacağına hiç yazmasaydın, olmaz mıydı?
Câhız:
– Adetim böyledir, ben tavsiye mektubu yazdım mı böyle yazarım, bunu bütün dostlarım bilir, deyince adam Câhız'ın yüzüne tükürür ve:
– Benim de âdetim böyledir, böyle teşekkür ederim, bütün dostlarım bilir, der.
79– Yüz akıyla verilen hesap
Köylünün biri, hacca giderken yüz koyundan oluşan sürüsünü çobana emanet etmiş.
Hac dönüşünde çobanı köy yolunda yemek yerken bulmuş, yanına yaklaşmış. Hoş beşten sonra koyunlarını sorunca, çoban:
– Hiç sorma ağa, demiş. Sen gittikten sonra bir gök gürledi, bir şimşek çaktı… Doksanının ödü patlayıverdi. Kaldı mı onu?
–Yaa?…
– Büyük toklu kendini kayadan attı, beşi de onun ardından gitti… Kaldı mı dördü…
– Eee?
– Birini sattım kasaba, birini sayma hesaba… Dün öldü birisi, bu da bugünkünün derisi… Çoban, yeni yüzülmüş bir koyun postu göstermiş.
Tam o sırada Hacı, çobanın önündeki yoğurt bakracını adamın başına geçirivermiş.
Çoban, yoğurda bulanmış bembeyaz yüzünü göstererek:
– İşte ağa, demiş, yüzünün hesabını da yüz akıyla verdim!
80– Kazak koca
Kadın giyinmiş, sokağa çıkacağı zaman, kocası nereye gideceğini sordu. Kadın kızgın:
– Nereye istersem oraya!
– Peki ne zaman döneceksin?
– Sana ne canım, ne zaman istersem o zaman dönerim! Erkek boynu bükük cevap verdi:
– Onu bunu bilmem, ortalığı toplaymcaya kadar dönmezsen, ben de ne çamaşırları yıkarım, ne de bulaşıkları…
81– İnsaf
Yoksul Bektaşi yakındaki hamama gider, yıkanıp çıkar, parası olmadığı için de yıkanırken bir eşyasının çalınmış olduğunu söylermiş. Bu yüzden hamamcıyla çekişir, para vermeden çıkar gidermiş. Bir gün hamamcı:
– Baba, demiş, istediğin zaman gel yıkan. Para da verme. Ama bir şeyinin çalındığını söyleme. Müşteriler bu sözüne inanabilirler.
Bektaşi eyvallah deyip gitmiş, zaman zaman gelip yıkanmaya devam etmiş.
Bir gün hamamcı, bektaşinin bohçasında bir tek donunu bıraktırmış, onun dışındaki çamaşırlarını saklatmış. Bektaşi hamamdan çıkınca donunu giymiş, sonra hamamcının karşısına geçip durmuş:
– Söz verdim. Bir şeyim çalındı demeyeceğim. Ama sen de insaf et. Ben hamama bu kılıkta mı geldim?
82– Kral kıtlığı
İngiliz Kralı, vilâyetlerden birinde seyahat ederken, yolu bir köye düştü. Mütevazı bir handa geceledi. Yemek olarak da bulduğu dört yumurta ile karnını doyurdu. Hesabını sorunca, kendisinden on altın istediler.
– Aman! dedi. Burada yumurta kıtlığı mı var?
Han sahibi cevap verdi:
– Hayır haşmetlim, yumurta boldur ama, kral kıtlığı var…
83– Kayıp sayılmaz
Küçük afacan babasına soruyor:
– Babacığım, insan bir şeyinin nerede olduğunu bilirse o şey kayıp sayılmaz, değil rni?
– Kayıp sayılmaz oğlum.
– Ohhh çok iyi babacığım. Biraz önce saatimi denize düşürdüm de…
84– Tele‑velet
Kadın hastalanmış, grip olmuştu. İki günde iyileşip kalktı ama, sesi açılmadı bir türlü… Yataktan kalktığı günün akşamı eve dönen kocası, kapıda kendisini karşılayan küçük çocuğuna sordu:
– Annen nasıl?
Televizyon meraklısı yavru güldü:
– Görüntü iyi ama ses parazitli…
(Halit Kıvanç'tan)
85– Borcun vadesi
İyi yürekli bir vezir, yoksul ve muhtaçlara devlet hazinesinden borç para veriyordu, borç alanlar:
– Bunu ne zaman geri ödeyeceğiz? diye sorduklarında,
– Padişahımız ölünce ödersiniz, diye cevap veriyordu. Bu duruma şahit olan birisi bir gün padişaha:
– Efendimiz, sizin veziriniz devletinizin hazinesinden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyor. Demek ki niyeti kötü, sizin bir an önce ölmenizi istiyor, siz ölünce de paraları zimmetine geçirecek, diye gammazladı.
Bu gammazlık üzerine padişah vezirinden şüphelenmeye başladı. Vezirim huzuruna çağırıp söylenenlerin doğruluk derecesini ve maksadının ne olduğunu sordu. Vezir sıradan bir vezir değildi. Zekâsı ve uyanıklığı dillere destandı. Padişahı yatıştıran ve yüreğini ferahlatan şu açıklamayı yaptı:
– Söylenenler doğrudur. Ben hazineden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyorum. Ama bunu sizin ölmenizi değil, tersine çok yaşamanızı istediğim için yapıyorum. Bilirsiniz ki, her borçluya borcunun vadesi kısa gelir, vade dolmasın diye dua eder. Bu demektir ki borçlarını siz ölünce verecek olanlar, borçlarının vadesi dolmasın diye sizin ölmemeniz için dua edeceklerdir. Allah katında en makbul dualardan biri de borç altındaki kullarının duasıdır. Benim de maksadım ömrünüzün uzunluğu, sağlık ve afiyetinizdir.
86– Ne lüzum var.
Meşhur İngiliz yazan Swift, İrlanda'daki bir seyahati sırasında küçük bir domuz çobanına rastlamış. Biraz konuşunca çocuğun zeki biri olduğunu anlamış ve onu yanına uşak almış.
Bir gün yola çıkacağı sırada ayakkabılarının temizlenip silinmediğini gören Swift, uşağını uyarmış. Çocuk şu cevabı vermiş:
– Ne lüzumu var efendim? Akşama nasıl olsa yine kirlenecek değil mi?
Swift:
– Öyle ya! deyip susmuş.
On kilometrelik bir yol aldıkları sırada bir lokantanın önünde durmuşlar. Uşak:
– Yemek vakti daha gelmedi mi? Karnım acıktı, diye sorunca Swift taşı gediğine koymuş:
– Ne lüzumu var? Akşama nasıl olsa yine acıkacağız!
87–Verese
Bir adam, çarşıda üzerine saldıran bir köpeği öldürür. Olaya şahit olan ve hamiyet damarları kabaran kimseler adamcağızı yaka paça kadı'nın huzuruna çıkarırlar. Mahkemenin içi dışı bir sürü şikayetçiyle ve bunların gürültüsü ile dolar. Bu halden canı sıkılan kadı gelenlere hiddetle bağırır:
– Yahu nedir bu kalabalık, bu şamata? Maktulün veresesi (mirasçıları) kimlerse onlar kalsın, diğerleri çekilip gitsin!
88– Kuyruk acısı
Etrafta kabadayı geçinen biri dövme yaptırmaya heveslenmiş, Araştırmış soruşturmuş bir hamama gidip döv‑meciyi bulmuş:
– Fiyakalı bir dövme yaptırmak istiyorum. Ne resimleri var?
–Yılan, balık, kartal başı, deniz kızı, aslan…
– Bunların ea büyüğü hangisi?
– Aslan. Ama acısına dayanmak zordur.
– Acı filan bana vızgelir. Haydi, göster marifetim!
Dövmeci, aslan resmini iğneyle adamın vücuduna çizmeye başlamış. Koskoca aslan resmi kolay biter mi?… Kabadayı iki saat kadar acıya dayandıktan sonra:
– Yeter gayrı, demiş. Bu kadarından da anlaşılıyor aslan olduğu.
– Kuyruğuna geldik, ağa. Biraz daha dayanırsan bitecek. Artık dayanamayıp dövmecinin önünden kalkan kabadayı bozuntusu:
–Yeter, yeter! diye bağırmış. Hiç kuyruksuz aslan mı görmedik yani. Bu da kuyruksuz oluversin!
89– Zaten
İki afacan kavga ediyorlardı. Birinin sonunda kafası kızarak, ötekine:
– Hıh, dedi. Benim babam senin babanı döver!
– Tabiî döver. Babamı annem bile dövüyor zaten…
90– İdam kararıyla değil…
Komşu olan bir avukat ile bir doktor birbirleriyle hiç ge–çinemiyorlardı. Sürekli birbirlerini iğneleyici konuşmalar yaparlardı. Bir gün avukat:
– Haydi anlat bakalım doktor, müşterileriniz yine ölüyorlar mı?
– Evet, fakat idam kararıyla değil…
91– Adres
Fıkra bu ya; meleklerden biri öbür dünyada bir Kayserili ile bir yahudiyi karşısına çağırarak:
– Bakın, demişler,"buradaki davranışlarınız hoşumuza gitti, sizi tekrar dünyaya göndereceğiz. Hatta size bir de dilekte bulunma hakkım tanıyoruz. Ne istiyorsanız, söyleyin bakalım.
Yahudi hemen atılmış:
– Bana bol para ihsan edin. Melek:
– Tamam, demiş,"sen ne istiyorsun?"Kayserili cevap vermiş:
– Ben mi? Bir şey istemem. Sadece şu arkadaşın adresini verin yeter, gerisini>bana bırakın!
92– Bülbül kimin için öttü
Eski zamanlarda iki köylü bir ağacın altında göl‑gelenirlerken başlarının üstündeki dallarda, bir bülbül ötmüş. Köylülerden biri:
– Bu kuş benim için ötüyor, deyince öteki karşı çıkmış.
– Hayır, benim için ötüyor!
"Senin için, benim için"derken iş büyümüş, sille tokat, tekme yumruk, saç baş dövüşmüşler. İş mahkemeye düşmüş. İki köylüyü"Kayserili Kadı"adındaki biri yargılayacakmış. Köylülerden biri duruşmadan önce Kadı'nın evine giderek ona besili bir kaz hediye etmiş. Öteki de aynı şekilde davranarak bir hindi vermiş. Ertesi gün duruşmaya çıkarak davalarım anlatıp Kadı'nın bir karara varmasını istemişler. Kadı kararını açıklamış:
– O bülbül, ne senin için öttü, ne de senin… Benim için öttü, benim…
93– Asker korkmaz.
Komutan içkiyi yasakladı ve sık sık hatırlanması için duvara"Alkol öldürür"diye yazdırdı.
Ertesi sabah, bu yazının altına muzip bir asker tarafından bir cümle eklenmişti:"Asker ölümden korkmaz."
94– Kayserili
Profesör, öğrencileriyle birlikte koğuşları geziyormuş. Bir ara yüzü oldukça solgun bir hastanın önünde durmuş, öğrencilerden birine:
– Koleralı olan hasta bu mu? diye sormuş. Öğrencisinin cevap vermesine fırsat kalmadan hasta yattığı yerden atılmış:
– Hayır doktor bey, ben koleralı moleralı değilim. Özbeöz Kayseriliyim!
95– Olamam
Kayserilinin biri Amerika'ya gitmiş. Yirmi yıldan beri Amerika'da oturan hemşerisini arayıp bulmuş. Biraz lafladıktan sonra sormuş:
– Bunca yıl burada ne iş yapıyorsun?
– Geldiğimden beri aynı fabrikada çalışıyorum. Türkiye'den gelen kızmış:
– Yahu insan yirmi yıldan beri çalıştığı fabrikanın sahibi olmaz mı? Sen ne biçim Kayserilisin?
– Olamam, olamam, bu fabrikanın sahibi olamam!
– Niye?
– Fabrikanın sahibi de Kayserili de ondan…
96– Neşenin kaynağı
Neyzen Tevfik'e bir gün şöyle sormuşlar:
– Neyzen! Çalarken mi neşelenirsin yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?
Neyzen, adı hırsıza çıkmış bir adamın adını vererek cevaplamış:
– Ben o muyum ki, çaldığım zaman neşeleneyim…
97– Fasulye gibi vali
Seçimlerin birinden hemen sonra siyasî yönden merdiven kurmaya çalışanlar çoğalmıştı. Bakan olur olmaz yeğenim vali yapan birine Neyzen Tevfik şöyle demiş:
– Maşaallah kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor. Bakan:
– Neden böyle söylüyorsun Neyzen? Genç yaşta vali oldu. Neyzen taşı gediğine koymuş:
– Ben de onun için söylüyorum zaten. Malûm ya fasulye de bir sırığa sarılarak büyür hep!
98– Yumurtanın tazesi bayatı
Tanıdıklarından biri, yazdığı romanın müsveddelerini Neyzen Tevfık'e göstererek, fikrini sorar: • Neyzen:
– Beğenmedim. Müsveddelerin yazarı:
– İyi ama siz hiç roman yazmadınız ki! deyince, Neyzen Tevfik şu cevabı verir:
– Ben yumurtanın tazesini bayatını anlıyorum ama hiç yumurtlamadım ki!
99– Rica ediyorsa
Garson müşteriye seslendi:
– Beyefendi, karınız sizin telefona gelmenizi rica ediyor… Adam:
– Rica mı ediyor, o halde karım değildir.
100– Kim yazdı?
Edebiyat sınavında oğretmen sormuş:
– Hamlet'i kim yazdı?
– Ben yazmadım efendim, demiş öğrenci.
Öğretmen, o akşam davet edildiği bir yemekte bu olayı sağında oturana anlatmış. Adam:
– Gerçekten o yazmamış mı? deyivermiş.
Öğretmenin canı sıkılmış. Solunda oturana hem öğrencisinin, h°m sağında oturanın sözlerini aktarmış. Solundaki sormuş:
– Yazan o değil miymiş?
Adamcağızın büsbütün canı sıkılmış. Yemekten sonra evin hanımına olayı ve üç cevabı anlatmış. Kadın:
– Vah vah! demiş. Demek, Hamlet'i kimin yazdığı anlaşılmayacak!
Öğretmen alıklaşmış… Davetliler arasındaki bir İngilize aldığı cevaplardan söz etmiş:
– Düşününüz, demiş, evin hanımı da bana"Demek, Hamlet'i kimin yazdığı anlaşılmayacak"dedi.
İngiliz biraz düşündükten sonra cevap vermiş:
– Hanımın hakkı var.
101– Üzülmez olur muyum?
Kocasının kafasında şemsiye kıran kadına mahkemede hâkim sordu:
– Kocanızın başında şemsiye kırdığınız iddia ediliyor, doğru mu?
– Doğru efendim.
– Peki. Hiç üzülmediniz mi?
– Üzülmez olur muyum hâkim bey, diye cevap verdi kadın. Yenisini sordum. 150 lira dediler…
102– Yeni müdür
Yeni müdür hayvanat bahçesini geziyordu. Aslan kafesinin önüne geldiğinde, iki aslan birbirleri ile konuşmaya başladılar.
– İşte yeni müdürümüz.
– İnşaallah, eskisinden daha lezzetlidir!…
103– Yemekleri yakıyorsa…
Doğumhanenin kapısının önünde üç baba adayı sabırsızlık içinde bekliyorlardı.
Derken hemşire kucağında siyah tenli bir bebekle çıktı. Baba adaylarından biri hemen atılıp.
– Amanin, amanin benim güzel de bebeğime… diye sevmeye başlayınca hemşire sordu:
– Bu bebeğin sizin olduğunu nerden biliyorsunuz?
– Bilirim bilirim, bizim hanım pişirdiği yemekleri hep yakar. Bunu da o doğurmuştur.
104– O kadar yatak yok
Bir İspanyol asilzadesi, gece karanlığında Fransa'da bir hanın kapısını çalmıştı. Pencereden başım uzatan han sahibi:
– Kimsiniz? diye sordu:
– Grigorio del Amaldo de Monte Carpo de Santa Cruce de Palamado de Quirina del Agnoso de Montesquieu.
Hancı söylenen isimleri bir bir dinledikten sonra hemen:
– O kadar adamı misafir edecek kadar yatağım yok, diyerek pencereyi indirdi.
105– İslamın şartı kaç?
Osman Cemal Kaygılı yazıyor:
1924 yılı. Yunanistan'daki Türkler Türkiye'ye, Türkiye'deki Rumlar da Yunanistan'a gidecek. Yunanistan'dan gelecek Türklerin yerlerini, durumlarını, sayılarını öğrenmek üzere Yunanistan'a bir kurul gönderiliyor.
Kurul, Yunanistan'da Türklerin çok bulunduğu bölgeleri gezerken Goloz'a geliyor.
Goloz, Müslüman Çingenelerin toplandığı yer. Çoğu Rumca konuşuyor. Bilenler de Türkçe'yi çat pat konuşabiliyorlar. Daha o zaman hepsinin başlarında şapka var.
Kurul, hep Rumca konuşan, şapkalı adamları görünce şaşırıyor. Bir kahveye giriyorlar.
– Bize burada Türkler oturur dediler. Hani nerede Türkler? diye etrafındakilere sorunca, onlar da:
– Biz Türküz, Müslümanız, diyorlar.
– Türkiye'ye gitmek ister misiniz?
– Tabii… İstemez olur muyuz? Elbette.
– Ama biz sizin Türklüğünüzden de, Müslümanlığınızdan da bir şey anlamadık. Türkçe konuşamıyorsunuz. Başınızda da şapka var.
Kahvedekiler hep birden karşı koyuyorlar:
– Hayır, Müslümanız elhamdülillah… Bunun üzerine kurul başkanı:
– Mademki Müslümansınız, söyleyin bakayım, diyor. İslamın şartı kaçtır?
Kahvedekiler şaşkın şaşkın birbirlerine bakıyorlar. Kendisine sorulan adam, yanındakine Rumca:
– Titapo (ne kadar diyeyim)? diye soruyor. O da:
– Pesta ikaton (on tane de), diyor, adam:
– On, diyor. Başkan:
– Olmadı, siz Müslüman değilsiniz, diyor. On şartı az bulduğunu sanan biri:
– Ben biliyorum, İslamın şartı yirmi!… diye bağırıyor. Artık iş pazarlığa dökülüyor.
– Yirmi beş!
– Otuz!
– Kırk!…
Elliye kadar çıkıyorlar. Bir türlü, karşılarındaki adama beğendiremiyorlar.
Kahvede oturan bir Arnavut da deminden beri bu olanları dinler dururmuş. O da hayatından memnun olmadığı için, Türkiye'ye gider, belki durumumu düzeltirim diye birden artırıyor:
– More ben biliyorum, diye bağırıyor. İslamın şartı yüz!… Başkan ona da:
– Olmadı, deyince Arnavut'un canı sıkılıyor. Kahveden çıkınca, doğru bir hocanın evine gidiyor:
– More hoca… Çabuk söyle, diyor, İslamın şartı kaç? Hoca:
– İslamın şartı beştir, der demez, Arnavut hırsından kıpkırmızı olmuş bağırıyor:
– Git işine be!… Ben herife yüz dedim de yine beğenmedi!
106– Kanaat‑nasihat
Şehir dışında göçebe halde yaşayan Arap kabilelerinden birisi Şam şehrine gelmişti. Kabile mensubu bilge bir kişi sokakta giderken açlıktan şikayet ederek sadaka isteyen bir fakire rastladı. Peşinden ayrılmayıp kendisini rahatsız eden bu dilenciye:
– Kanaat tükenmez bir hazinedir, diye nasihat verdi. Kurnaz dilenci onun bu sözüne şu karşılığı verdi:
– Evet öyledir. Fakat yiyip içtikten ve yatacak yer bulduktan sonra, ben de senin gibi bu sözü tekrarlayabilirim.
107– Karışan külahlar…
Olay Osmanlı döneminde geçiyor…
Adamın biri sıkışmış, borçlarını ödeyemiyor. Ne yapacağını şaşırmış…
Bazı ahbapları çareler önermişler:
– Ayasofya'nın top kandili altında kırk sabah namaz kılarsan borcundan kurtulursun, demişler.
O da ertesi sabah Ayasofya'ya koşmuş… Otuz dokuz sabah, hiç aksatmadan namazını kılmış…
Kırkıncı sabah da, daha ortalık karanlıkken giderken, karşıdan gelen birine çarpmış. Başından külahı düşmüş.
Karanlıkta eğilip almış, Ayasofyanın top kandilinin altına gidip namazını karanlıkta kılmış. Namazı bitince oturup Tanrı'nm kendisini borçlardan kurtarmasını beklemeye başlamış.
Camiden çıkanlar yanına uğrar, para bırakır giderlermiş. Önünde epeyce para toplanmış.
Bu esnada caminin baş kayyumu yanına gelmiş:
– Kardeşim, demiş, paraları al da git. Allah imanını kabul etsin. Yalnız, sünnet olmadan önce başlığını değiştir. Müslümanların giydiği kavukla sarıktan al…
Bu sözlerden bir şey anlamayan adam, elini başına götürmüş. Bir de bakmış, başında bir papaz külahı… Yolda çarpıştığı adam papazmış, karanlıkta külahları değişmişler. Camiden çıkanlar da papazın Müslüman olup namaz kıldığını zannetmişler, keselerine davranıp"sünnet akçesi"vermişler.
Bizim ki ellerine göğe kaldırarak:
– Tanrım, demiş, buna da şükür… Veriyorsun… Veriyorsun ama, adamın başına papaz külahını da giydiriyorsun!…
108– Jimnastik
Adam uzun uzun yerde idman yapan karısını seyretti, sonra dayanamadı ve:
– Vücudunu güzelleştirecek idman yapmayı bırak da, biraz da huyunu güzelleştirecek idman yap, daha iyi olur!
109– Faiz oranları
Borçlarının çokluğundan birbirine yakınan iki arkadaş konuşuyorlardı:
– O tefeciden hiç para alma, kışın % 50, yazın ise % 60 faiz istiyor.
– Neden yazın % 60 istiyor.
– Günler uzun olduğu içinmiş…
110– Zavallı
Adamın biri, yol kenarında oturup dilenen körü, gazete okurken görünce küplere bindi:
– Bu ne hal böyle? Hem gözüm görmüyor diyorsun, hem de gazete okuyorsun.
Kör, gazeteden yavaşça başını kaldırdı:
– Yanılıyorsunuz efendim. Ben gazete okumuyorum. Sadece resimlerine bakıyorum…
111– Sermayesine satış!
Hırsızın biri çaldığı elbiseyi satmak için gittiği pazarda, nasıl olduysa bir başkasına çaldırdı. Akşamleyin eve döndüğünde karısı, elbiseyi kaça sattığını sordu.
Acemi hırsız güldü:
– Kaça olacak? Sermayesine.
112– Ona da mı pasaport?
Londra havaalanında altı yamyam, yanlarında bir beyaz adamla gümrükten geçiyorlardı. Polis pasaportlarını istedi. Uzattılar. Altı pasaport incelemesini bitiren memur:
– İyi ama, siz yedi yolcusunuz. Nerede yedinci yolcunun pasaportu?
Yamyamlar şaşkın birbirlerine baktılar:
– Nerde yedinci yolcu? Hangi yedinci yolcu?
Memur, yanlarındaki beyaz adamı gösterince daha da çok şaşırdılar:
– Yanımıza yolluk olarak aldığımız yiyeceğe de pasaport çıkarılması gerektiğim bilmiyorduk, derler.
113– Tükürük
Adamın biri tek başına durduğu gişenin önünde tiren bileti istemiş. Satıcı"sıraya gir"demiş. Adam bakmış, kendisinden başka kimse yok. Tekrar istemiş ve aynı karşılığı almış:
– Sıraya gir!
Dayanamayıp satıcının suratına tükürmüs. Satıcı kızarak:
– Neden, nasıl yaparsın bunu bana! deyince, adam istifini bozmadan:
– Valla ben tükürmedim, arkamdaki adam tükürdü, demiş.
114– Ters yön
Adamın biri otobana ters yönden girmiş, dinlemekte olduğu radyodan bir anons:
"Dikkat bir araba filan otobana ters girmiş!"diye uyarıyor. Adam kızarak:
– Yahu ne bir arabası; baksana hepsi ters geliyor.
115– Kırmızı ışık
Polis kırmızı ışıkta geçen arabayı durdurarak:
– Görmedin mi? Kırmızı ışık yanıyordu, demiş. Sürücü:
– Valla kırmızıyı gördüm de, sizi görmedim.
116–Elma ye
Kürt'ün birisi karısıyla İstanbul'a gitmiş. Çiçekçinin önünden geçerlerken kadın,
– Ne güzel, şunlardan bir tane alalım, demiş. Adam terslemiş:
– N'apacan çiçeği, elma aliyim de ye.
117– İsot
Urfa şehrimiz acılı kebaplarıyla meşhurdur malum. Bir gün Urfa'ya düşman girdi diye bir haber yayılmış, kimsenin kılı kıpırdamamış. Ancak"Düşman isot tarlalarından geçiyor"denilince bütün Urfa ayaklanmış.
118– Siz yaptınız
Bir Nazi subayı, Paris'teki dünya fuarında sergilenen Gu‑ernica tablosunu aşağlayıcı bir eda ile Picasso'ya göstererek sorar:
– Bunu siz mi yaptınız? Picasso:
– Hayır. Siz yaptınız, der.
119– Fıkra derneği
Adamın biri, arkadaşını üyesi olduğu bir fıkra derneğine götürür. İçeriye girdikten hemen sonra çeşitli masalarda oturan gruplar; 313 sayısı söylendiği anda gülerler. Diğer bir grup 15 sayısı söylendiğinde derhal yüksek kahkaha atarlar.
Arkadaşı:
– Niçin bunlar bir sayı söylendiği zaman bazen az bazen de çok gülüyorlar?
– Bizim dernekte birbirlerine o kadar çok fıkra anlatmışlardır ki fıkralara numara verilmesi zorunluluğu doğmuştur. Artık fıkra anlatmak yerine kod numarasını söylerler, üyeler de bu fıkrayı hatırlayıp gülerler.
120– Sıra
İki kadın konuşurken dillerinden bal akar sanki…
Biri sordu:
– Neredeydin bu sabah? Öteki:
– Güzellik salonundaydım. Beriki dik‑dik bakarak:
– Haaa! Daha sıran gelmeden ayrıldın demek!…
121– Balonda…
Bir bilgisiyar donanım uzmanı balonla gezmeye çıkmış; ama kaybolmuş. Rüzgara kapılıp, günlerce aç, susuz olarak denizleri ve çölleri aşmış. Sonunda bitkin bir durumda çevreyi gözlerken birden, yerde golf oynayan birisini görmüş. Ne yapmış, ne etmiş balonu alçaltmayı başarıp golf oynayan adama seslenmiş:
– Neredeyim? Yerdeki cevaplamış:
– Balonda…
– Hayır, demiş donanıma; yani, dünyanın neresindeyim?
Cevap gelmiş:
– 23 derece 43 dakika doğu, 65 derece 4 dakika kuzeydesiniz.
Donanımcı sinirlenmiş:
– Siz yazılımcı mısınız?
– Evet! demiş yerdeki; Nereden anladınız?
– Söyledikleriniz çok doğru ama bir b…ka yaramıyor!
122– Çare
Lüks bir lokantada müşterilerden biri, yediği mükemmel yemekten sonra şef garsonu çağırıp, üzgün bir tavırla şöyle
dedi:
– Çok müteessirim, fakat yanıma para almadığım için,
hesabı ödeyemeyeceğim.
– Ne ziyanı var efendim, dedi şef garson. Adınızı şu kar–şıki duvara yazarız, bir daha sefere gelişinizde hesabı ödeyince de sileriz.
– Aman, nasıl olur? Herkes adımı görür sonra, rezil olurum.
– Ne münasebet beyefendi. Kimse görmez. Çünkü nasıl olsa paltonuzu adınızın üzerine asacağız.
123– Uygun memuriyet
Odacı, müdürü selamlayıp müsaade istedikten sonra:
– Efendim, memuriyet isteyenler içinde bir de sağır var.
– Öyle mi? Çok iyi, yarın gelip işe başlasın.
– Ama efendim, sağır birinin görevi ne olacak?
– Ne mi olacak? Şikayet bürosuna memur…
124– Sinekler
Biriktirdiği parayla güzel bir yaz tatili geçirmek istedi. Çiftlik hayatı yaşamak için bir çiftlik evini pansiyon olarak tuttu. Taşındığının ikinci günü, akşam üstü ev sahibi ile otururken ensesine bir tokat indi. Adamcağız irkilerek ev sahibine:
– Hani, burada hiç sivrisinek bulunmadığın söylemiştiniz? Ev sahibi hiç istifini bozmadı:
– Tabii öyledir, bu sinekler bizim çiftliğin değil ki, komşu çiftliğin sinekleri…
125– Acı gerçek
Macaristan'da bölge sorumlusu Sovyet malı bir suni gübreyi öve öve bitiremiyordu.
– Düşünün bir kere, dedi. Bir dönümlük tarla için yeterli suni gübre pantalonun bir cebine bile sığabiliyor.
Dinleyen köylülerden biri lafa karıştı:
– Doğru ben denedim, bu tarladan alınan ürün de öteki cebe pekala rahatlıkla sığabiliyor.
126– Kaçırma
Kayserili biri, zengin bir kadının köşkünün önünden geçiyordu. İri bir kurt köpeğinin fena halde hırladığını görerek adımlarını sıklaştırdı. Köpek, bir ara bahçe kapısını atlayarak dışarı fırladı. Adamcağız bunu görünce korkudan tabana kuvvet kaçmaya başladı. Onun kaçtığını gören köpek hırıltılar ve havlamalarla peşine takıldı. Yetiştikçe paçalarına saldırıyor, bacaklarını dişlemeye çalışıyordu.
Tam bu sırada köşkün yaşlı Kayserili sahibesi kapıdan çıkarak avaz avaz bağırmaya başladı:
–Yetişin polis yok mu?… Herif köpeğimi kaçırıyor.
127– Yardım
Arslanın biri yaralanmış. Bir ağaç altına oturup yarasını yalarken yanına bir tilki sokulmuş:
– Aman arslan baba demiş, geçmiş olsun. Ağır yaralandığını duydum da koşup imdadına geldim. Ceylan istiyorsan yakalayıp getireyim, düşmanların varsa kırıp geçireyim. Sen sağ ol da sadece emret.
Arslan bıyık altından gülümseyerek:
– Teşekkür ederim. Benim yaram herhalde geçecek ve ben bu yaradan ölmeyeceğim ama, senin şu sözlerin yok mu, işte asıl o beni öldürecek.
128– Kalite
Kuşlara meraklı kekemenin birisi kuşçu dükkanına girdi. Rengarenk papağanlara uzun uzun baktıktan sonra:
– Lü lü lüt fe feen bi bur pa pa pa ğaan iss iss ti yoo yo
rum, dedi.
Dükkan sahibi, adamı kolundan tuttuğu gibi kapıya
doğru sürüklemeye başladı.
– Çok rica ederim, bir an önce terkedin burayı.. Yoksa mallarımın hepsini bozacaksın.
129– Kefenin cebi
Zengin biri ölümüne yakın, bir doktor, biri papaz, diğeri avukat üç yakın arkadaşını çağırmış yanına. Bir ricada bulunmuş:
– 300 bin dolarlık tasarrufum var, bunu yanımda öteki dünyaya götürmek istiyorum. Ama kimseye de güvenemiyorum. Size şimdi 100 er bin dolar vereceğim. Ne olur, bu paraları ben gömülürken kefenimin iç cebine koyuverin…
Adam ölmüş… Üç arkadaş verdikleri sözü yerine getirmişler. Bir süre sonra doktur vicdan azabına yakalanmış. Diğer iki arkadaşını çağırarak onlara itirafta bulunmuş.
– Hastanenin çok acil ihtiyacı vardı, demiş, onun için 100 bin doların 20 bin dolarını hastaneye sarfettim, kefene 80 bin koydum…
Papaz:
– Maalesef ben de aynı günahı işledim, demiş, parasının yarısını kilisenin inşaatına ayırdım. Kefenim cebine 50 bin dolar koydum…
Avukat:
– Ben sözümü aynen yerine getirdim, demiş. Kefenin cebine 100 bin dolarlık çek koydum…
130– Golf
Gemi batınca, üç kişi denizin ortasında günlerce salda kalmışlar. Canları sıkılımış. Biri bir teklif atmış ortaya:
– Vakit geçirmek için golf oynayalım, demiş."Bir sopa, bir top, bir delik yeter. Alın şu bastonumu. İşte sopa benden…"
Öteki cebinden bir ceviz çıkarmış:
– Tamam. Alın şu cevizi. Top da benden.
Üçtncü ayağa fırlayıp bağırmış:
– Ben oynamıyorum arkadaşlar… Bilmem anlatabildim mi?
131– Bu ne sıcak
Sonradan görmenin biri, yeni aldığı çok pahalı yüzüğü parmağına takıp arkadaş toplantısına gitmişti. Ne var ki, saatler geçtiği halde arkadaşları yüzüğü farketmemişlerdi. Bir ara ev sahibesi:
– Burası çok sıcak oldu galiba, dedi."Ne dersiniz? Bir pencere açalım mı?"
Bizim ki hemen atıldı:
– Ah çok iyi olur. Beni de şu yüzük nasıl terletti, bilemezsiniz.
132– Üşüyor…
Bir gün bir kutup ayısıyla oğlu sohbet ediyorlarmış. Çocuk sormuş:
– Baba senin baban da kutup ayısı mıydı?
– Evet oğlum öyleydi.
– Peki onun babası?
– Evet o da kutup ayışıydı
Baba ayı bir yandan da işkilleniyo ne is diye? Çocuk sormaya devam ediyor.
– Peki onun babasının babası?
– Evet o da öyleydi.
– Peki annemin babası?
– Evet öyleydi oğlum…
– Onun babasının babası?…
– Evet ne niye bu soruları soruyosun?
– Üşüyom baba ya üşüyorum…
133– Artmayan şey
Adamın biri karısına sürekli yaşım soruyormuş. En sonunda kadın dayanamamış, bağırmış:
– Yetti artık be, demiş. Durmadan yaşımı soruyorsun.
Adam ezile büzüle:
– Sevgili karıcığım, görüyorsun her gün her şey artıyor. Bir artmayan senin yaşın kaldı. Artmayan bir şeyin bulunması beni sevindiriyor da, onun için soruyorum…
134– Akıllı satıcı
Yaşlı kadın pazara çıktı. Mevsim sebzelerinden canının çektiğini aldı doldurdu filesine. Havuç, taze soğan, yeşil salata, biraz turfanda domates, limon… Birden gözü balıkçıya takıldı. Çok taze görünmeyen palamutlar yatıyordu tezgâhta… Canı pilâki çekti ve yanaştı balıkçıya:
– Balıkların taze mi oğlum? diye sordu. Balıkçı, eline aldığı bir balığı kaldırarak:
– Senin kadar hanım abla, dedi.
– İyi, dedi yaşlı kadın; ver öyleyse bir tane.
135– Zart zurt Mozart
Bir Türk Amerikaya gezmeye gitmiş. Sokakta dolaşırken tuvaleti gelir. Koştura koştura umumi bir tuvalet bulur. Kendini bir an önce içeri atmak ister fakat kapıdaki adam 25 cent ister. Bizimki sıkışa sıkışa 25 centi verir, içeri dalar. Zart zurt… Sesli sesli işini yaparken yandan"yavaş be adam"diye bir ses gelir. Meğerse yandaki kabinde işini gören de bir Türkmüş. İşini bitirip dışarı çıktıktan sonra yandakiyle karşılaşır ve lafı yapıştırır:
– Be adam 25 cente Mozart'ı mı yoksa Şopen'i mi dinleyeceğini sanıyordun?
136– Yenisi
Hayvanat bahçesindeki maymunlardan biri olmuştu. Müdür vekili, seyahatte bulunan müdüre şu telgrafı çekti:
– Maymunlardan biri öldü, yerine yenisini koyabilmek için sizi bekliyoruz.
137– Çıplak ayak
Dünyaca ünlü bir İtalyan ayakkabı firması, mallarına pazar bulmaları için iki pazarlama uzmanını Afrikaya gönderdi. Bir kaç gün sonra uzmanlardan birinden şöyle bir telgraf geldi:
– Burada satış imkânsız. Çünkü herkes çıplak ayakla geziyor…
Diğer pazarlama uzmanı ise şu telgrafı çekmişti:
– Burada herkes çıplak ayakla gezdiği için milyonlarca ayakkabı pazarlayabiliriz.
138– İşimi bilirim
Beceriksiz bir berber, bir adamı traş ediyordu. Berber bir ara ustura ile gerdan kısmında çalışırken, müşterinin fena halde canı yandı. Adam acı ve hiddet dolu bir sesle bağırdı:
– Bu nasıl traş?! Usturayı biraz yatık tutsana… Gırtlağımı kestin be…
Pişkin berber, azarlayıcı bir ciddiyetle cevap verdi:
– Haydi sus bakayım… Yalanın bu kadarı da olmaz. Ben işimi bilirim. Hiç gırtlağı kesilen adam konuşabilir mi?
139– Köse kalmak evla
Münasebetsiz ve uluorta konuşmalarıyla bilinen kızıl sakallı bir adam, bir gün parkta gezinirken gördüğün köse bir bahçıvanla alay etmeye kalkışır:
– Ne o sakal dağıtılırken yetişemedin mi? Köse bahçıvanın cevabı zekicedir:
– Efendim, Allah sakal dağıtırken ben geç kalmışım. Benden önce gelenler, beğendiklerini alıp alıp gitmişler. Ortada kala kala bir kızıl sakal kalmıştı. Düşündüm, taşındım, kızıl sakallı olmaktansa köse kalayım daha olur dedim.
140– Öğüt
Büyük bir iş adamı oğluna öğüt veriyordu:
– Oğlum… İş hayatında muvaffak olmak istiyorsan, iki kaideye daima riayet edeceksin…
– Neymiş onlar baba?
– Birincisi şerefli olmak… ikincisi de ihtiyatlı olmak.
– Şerefli olmak nedir baba?
– Daima, başına felâket geleceğini bilsen bile, verdiğin sözden asla dönmemek.
– Anladım… Peki ya ihtiyatlı nasıl olunur baba?
– O da hayatta asla söz vermemektir…
141– İyi dostmuş!…
Ölmek üzere olan bir adam, hem arkadaşı, hem de ortağı olan zatı başucuna çağırmıştı:
– Dinle beni, birazdan öleceğim. Senden af dilemek istiyorum. On sene önce kasadan eksilen beş bin lirayı hatırlıyorsun tabii. O parayı ben almıştım!…
– Biliyorum!…
– Mağazamızdaki yangını da hatırlıyorsundur. Sigorta şirketinin ödediği zarar, ziyan sana söylediğimden çok fazlaydı. Aradaki farkı kendime alakoymuştum.
– Biliyorum!…
– Ne iyisin, dostum. Bir şey daha var. Çoktandır karın…
– Biliyorum.
– Sen meğer hakiki bir dostmuşsun. Bana kızmadın ya. Nasılsa ölüyorum, bana hakikati söyleyebilirsin.
– Boş yere üzülme. Sana neden kızayım? Bütün bunlar yüzünden seni zehirleyen ben değil miyim?
142– Neden?
Küçük kız, annesinin üzerine sıçradı. Karnına çıktı, küçücük ayaklarıyla tepinmeye başladı. Kadın hamile idi:
– Dur yavrum, dedi. Küçük kardeşinin canını acıtırsın. Afacan kız, parlak gözlerim annesine dikerek sordu:
– O, iyi, uslu bir çocuk değil mi, anne?
– Evet yavrum…
– O halde, onu niçin yedin?
143– O kızımı döverse
Kocasından dayak yiyen kadıncağız, ağlayarak gelip babasına şikayet eder. Babası da fena halde kızarak, kızına şiddetli bir tokat atar ve:
– Git o kocan olacak herife söyle, o benim kızımı döverse işte ben de onun karısını döverim, der.
144– Diğerleri nerede?
Küçük afacan annesine yaklaşarak onu eteğinden çekti ve:
– Anneciğim, dedi. Benim öteki kardeşlerim nerede? Anne hayretle çocuğuna baktı:
– Hangi kardeşlerin oğlum? Sen bizim biricik ço‑cuğumuzsun.
– Ben de öyle biliyorum ama, babam hep aYınen seni doğururken, ben de dokuz doğurdum, diyor da…
145– İnşallah karıcığım
İyi anlaşamayan karı koca birgün yine münakaşaya tutuşmuşlardı. Kadın bir ara:
– Herif, herif!… Sen benim iyiliklerimi ödemek için omuzlarında taşımalısın beni. deyince kocası:
– İnşaallah karıcığım. Allah o günleri de gösterir bir gün, der.. '
146– Gülmüş…
Küçük afacan, ağlaya ağlaya annesinin yanına geldi.
– Ne oldu oğlum, niye ağlıyorsun?
– Babam çekici eline vurdu.
– İyi, ama sen niye ağlıyorsun buna?
– Ben de gülmüştüm de!…
147– Derhal
Adamın biri, an yetiştiren bir çiftçiye gelerek şikayette bulundu:
– Arabamla buradan geçerken, arılarınızdan biri beni soktu. Kaza yapabilirdim…
– Siz bana derhal suçluyu gösterin beyefendi. Elinden uçuş iznini aldım mı görür o!…
148– Köylü ve prens
Bir prens kendi bölgesinde bir köyü geziyordu. Köylünün birine neden eşeklerin boynuna çıngırak astığını sordu.
– Eşek yürümeyip durursa çıngıraktan ses gelmez ve ben de eşeğin yürümediğini anlarım.
– Peki ya eşek yürümeyip de başını iki yana sallayarak seni aldatmaya kalkarsa…
– Aman efendim neler söylüyorsunuz? Nerede şimdi sizin gibi zeki eşekler…
149– İyi mi bari?
Yaşlı kadın, gişeden bilet alırken sordu:
– Filmin konusu ne acaba?
– Bir doktor efendim.
– Bu kadar para aldığınıza göre, iyi bir doktor mu bari?
150– Kanguru
Avustralya'yı ziyaret eden Amerikalı bir turist bir Avustralyalıya sorar:
– Nedir bunlar? –Öküz…
– Peki ya şunlar?
– Koyun…
– Ya vah… vah… Oysa bizde öküzler bunlardan en az iki misli… Koyunlar da üç misli olurlar.
Amerikalı birden sustu… Karşıdaki kanguruyu işaret ederek sordu.
– Kuzum bu hayvanın adı nedir? Avustralyalı kayıtsız cevap verdi:
– Ha… O mu? Çekirge…
151– Katır tekmesi
Eskiden bir kasabada ileri gelenlerden birinin mahkemeye bir işi düşmüş. Kadı rüşvet olarak adamın bakımlı katırını ister. Fakat adam vermediğinden kadı da mahkemede işini görmez.
Aradan zaman geçer. Öteki ne yapıp edip kadıyı işinden attırır. Bir gün bir yerde konuşurlarken kadı durumundan söz ederek şöyle der:
– Bu bir tekmedir ama, kimin tekmesi anlayamadım. Öteki ipicu verir:
– Kimin olacak kadı efendi, bizim katırın tekmesi…
152– Fark etmez!
Bir gazinodan çıkarlarken karı‑koca kavga etmeye başladılar. Erkek:
– Sen beş para etmeyen bir kadınsın, dedi. Kadın bağırdı:
– Öyle mi? Kamtlasana. Erkek:
– Dur, kanıtlayım, dedi ve bir taksiyi çağırdı:
– Pıer Loti'ye kaça götürürsün?
– İki milyona bayım.
– Ya karım da birlikte olursa?
– Farketmez, aynı fiyat. Erkek karısına dönerek:
– Gördün mü? dedi. Seni hesaba bile katmıyor.
153– Yıldönümü
Yüksek sosyetede tertiplenen bir kokteyl gecesinde evlilik üzerine sohbet ediliyordu. Bir ara yaşlıca bir hanım yanındaki beye sordu:
– Söyleyin beyefendi, dedi. Kocalar neden evlenme yıldönümlerini kolay unuturlar da kadınlar daima hatırlarlar?
Tecrübeli bey:
– Bu işin sırrı, kadınların balıkçılara benzemelerindendir, diye atıldı.
Hanımefendinin anlayamaması üzerine izah etti:
– Bir balıkçı oltasına takılı balığı daima hatırlar, balık ise bu müthiş anı unutmayı tercih eder.
154– Keşke…
Bundan yıllar önce televizyonun ülkemize yeni girdiği yıllarda köylünün biri büyük kentte bir mağazayı geziyordu. Birden gözü asansörün kapısına takıldı."Bu da neyin nesi acaba?"diye düşünürken, yaşlı bir kadın kapıyı açıp asansöre bindi. Kapı kapanınca köylü iyice meraklandı. Yaşlı kadının o daracık dolaba niye girdiğini bir türlü çözememişti. Beklemeye başladı, derken kapı açıldı. Asansörden genç, güzel, son derece şık giyinmiş bir kadın indi.
Bunu gören köylü zevk ve şaşkınlıkla elini dizine vurdu:
– Bak hele, demek dolabın marifeti buymuş. Keşke benim karıyı da getirşeydim!…
155– İlki
Adam öfkeyle karısına bağırdı:
– Demek düzinelerle erkek sana ha!…
–Elbette!…
– Keşke sersemlerin ilki ile evlenseydin. Kadın sakin sakin cevap verdi:
– Ben de öyle yaptım zaten.
evlenme teklifi yaptı
156– İşin aslı
Bir misyoner, Afrika'nın balta girmemiş ormanlarındaki yerlilerle konuşmakta ve inceleme yapmaktaydı. Hepsinin belli bir zeka düzeyine sahip olmalarına karşılık, birinin çok zeki olduğunu fark etti. Bunu kabile reisine söylediği zaman reis:
– Tabii ki daha akıllı olacak, dedi. O adam iki bilgini yuttu.
157– Saat
Fabrikaya yeni müdür atanmıştı. İlk birkaç gün, fabrikanın her tarafını gezdi, atelye ve yönetim odalarını gördü. Sonra personel müdürünü yanına çağırttı:
– Bütün kuruluşunuz sigortalı mıdır?
– Hepsi değil efendim, kısmen.
– Olmaz! İğneden ipliğe kadar her şey sigorta ettirilecek. Yalnız, kaleni odasındaki asma saat dışında tabii.
– Neden?
– Bütün çalışanların gözü sabahtan akşama kadar saatte olduğu için kimse çalamaz da ondan…
158– Horlama
Bir satıcı küçük kasabaya geldiğinde artık saat çok geçtir ve şansına bulabildiği tek oteldeki tüm odalar tutulmuştur. Adam yalvarır:
– Tek bir yatağınız bile yok mu? Nerede olsa yatarım… Resepsiyon memuru cevap verir:
– Esasında iki yataklık ve bir yatağı boş bir odam var ama o odadaki öyle bir horluyor ki yan odadakiler tüm gece. şikayet ettiler.
– Önemli değil, farketmez, o tek yatağı bana veriniz… Ertesi sabah satıcı gözleri parlak ve kendini çok dinç bir
şekilde kahvaltıya iner. Otelci sorar:
– Nasıldı geceniz?
– Hiç bu kadar iyi olmamıştı…
–….?
– Odaya girdim, adama"iyi geceler güzelim"diyerek bir öpücük verdim, gecenin geri kalanında uyanık olarak beni izledi…
159– Tanıyormuş
Dalkavuğun biri, paşanın evine iftara gidiyordu. Sokakta bir arkadaşına rastladı. Adam:
– İlle beni de götür, diye yalvarınca:
– Eh, hadi amcamın oğludur, derim, diye düşünerek yanına aldı.
Biraz sonra bir başka ahbabı ile karşılaştı. Zengin bir sofrada iftar etmek zevkine o da katılmak isteyince:
– Eh dayımın oğludur, derim, diyerek onu da peşine taktı.
Biraz sonra ipsiz takımından üçüncü bir tanıdığına rastladı. Nereye gittiklerini öğrenince, bu da beraber gelmek için yalvarıp yakardı. Bunun üzerine dalkavuk:
– Hadi birini amcamın oğlu, ötekini de dayımın oğlu diye yutturacağım. Ya senin için ne diyeyim? diye sorunca, külhanbeyi:
– Sen hiç merak etme, paşa beni tanır, dedi.
Böylece cümbür cemaat konağa vardılar. İçeri girip de paşanın karşısına çıktıkları zaman, paşa:
– Bu ne ulan, dedi. Peşine taktığın iki hergele yetmiyormuş gibi bu eşşoğlu eşşeği de nereden buldun?
Dalkavuk hemen, külhanbeyine döndü.
– Sahi be, yalnız seni değil, babanı bile tanıyormuş.
160– Vejeteryenmiş
Yolculuk akşama dek sürecekti. Tren kompartımamndaki yolcular, beraberinde getirdikleri poşetlerden yolluklarını, söğüşleri, tavuk butlarım, köfteleri çıkararak bir güzel karınlarını doyurmaya başlamışlardı.
Kadının biri birden, yanında oturan. karanlık bakışlı adama dönerek,"siz bir şey yemiyor musunuz?"diye sordu.
Adam etlere dik dik bakarak:
– Hayır yemiyorum. Ben vejeteryenim, dedi. Kadın bunun üzerine saf saf şöyle dedi:
– Vah zavallı! diye mukabele etti. Pencereden filim gibi o yemyeşil çayırları görüp de trenden inememek sizin için kim‑bilir ne büyük işkence?
161– Baba
Adam, yanında çok sevimli bir çocukla berbere girmişti. Önce kendisi koltuğa oturdu:
– Saç, sakal, dedi.
Berber adamı traş etti. Sonra çocuğu oturttu. Adam:
– Saçlarını kısalt, dedi.
Berber, çocuğu traş ederken adam eğildi:
– Ben köşedeki büfeye kadar gidiyorum bekle, dedi ve çıktı. Çocuğun traşı bitti. Bir kenarda bekliyordu. Uzun zaman bekledikten sonra berber sordu:
– Oğlum baban nerde kaldı? Çocuk:
– Hangi babam? dedi.
– Canım seni getiren adam.
– O benim babam değil ki.
– Amcan mı?
– Yooo.
– Ya neyindi?
– Hiç birşeyim değildi. Ben sokakta oynuyordum. Gel seni berbere götüreyim de saçlarını kessinler dedi, geldik.
162– Kestirme yoldan
Poker partisi iyice kızışmıştı. Ortada da yüklü para vardı. Bütün parasını oyuna koyan adam yine kaybedince, birden fenalaştı. Ve ötekilerin"Ne oluyor?"demesine kalmadan, kalpten oluverdi. Adamın karısına haberi kim verecekti? İçlerinden birini görevlendirdiler:
– Sen güzel konuşursun. Git, karısına kestirme yoldan anlat olayı.
O da gidip ölen adamın karısını buldu:
– Kocanız poker oynarken… Kadın hemen sözünü kesti:
– Önündeki bütün parayı ortaya koydu değil mi?.
– Evet efendim.
– Sonra da hepsini kaybetti.
– Kaybetti, efendim.
– Allah onun canını alsın.
–Aldı efendim…
163– Toptancı
İki arkadaş konuşuyorlardı. Biri ötekine sordu:
– Senin patronun dört tane birbirinden güzel kızı varmış, bu güne kadar neden evlenmemişler?
Öteki cevap verdi:
– Neden olacak, patronum toptancıdır."Ben kızlarımı teker teker veremem"diyor…
164– Çağdışı
Damda iki kedi karşılaşır. Birincisi:
– Miyav miyav, dedi.
– Hav hav diye karşılık verdi öteki…
– Bu da ne demek?
– Amma da çağdışı hayvansın… Hiç değilse bir yabancı dil bilmeyen kaldı mı günümüzde?
165– Sizden iyi konuşmazsa
Kuşçu dükkânına giren kekeme adam, eliyle kafeslerden birini göstererek:
– Şu pa pa pa papağanı is is is isti isti istiyorum, dedi. Kuşçu kafesi indirdi. Müşteri sordu:
– İ i i i i iyi ko ko ko ko konu konu konuşur mu mu mu?
– Sizden iyi konuşmazsa para almam, efendim.
166– Eser
Cenovalı bir mürettip ailesiyle birlikte opera seyretmek istemişti. Operaya parasız girebilmek için gazetesi arkadaşı Gondolin'in aracılığını rica etti. Gazeteci, başlama zamanı kapıda bekleyecek ve onları içeri alacaktı.
Gerçekten mürettip bütün ailesi ile birlikte geldi. Önce kapıdan baba girdi. Gazeteci arkadaşı, biletleri kontrol eden adama onu takdim etti.
– Beyefendi basın mensubu bir yazardır…
Arkadan boy boy çocukları birbiri ardından içeri girerken:
– Bunlar da basılan eserleri, dedi.
167– Eldiven
Falcı kadın:
– Eyvah!… dedi:"Sonunuz çok kötü olacak. Sizi öldürecekler, pişirecekler ve yiyecekler."
Müşteri şaşkınlık içinde"Eyvah!"dedi. Ama birden durdu ve"pardon"dedi."Keçi derisi eldivenimi çıkarmayı unutmuşum, bir de şimdi bakın."
168– Ne kadar vahşiler
Avrupa'da harpte milyonlarca insanın öldürüldüğünü duyan yaşlı bir yamyam sorar:
– Bu kadar insanı nasıl yiyecekler? Genç zenci cevap verdi:
– Avrupalılar öldürdükleri insanların etlerini yemezler. İhtiyar yamyam:
– Öyleyse ne yaparlar?
Ya fırında yakarlar ya da ormana topluca gömerler. İhtiyar yamyam:
– Allah Allah, bu Avrupalılar ne barbar insanlarmış. Demek maksatsız insan öldürüyorlar.
169– Tasarruf
Neşeyle kapıdan içeri giren genç kadın, gazetesini okuyan kocasına müjdeledi:
– Sana sevineceğin bir haber vereyim mi şekerim? Bugün tam üç kez kırmızı ışık yanarken geçtim arabayla, ama bir kerecik bile trafiğe yakalanmadım. Biriktirdiğim üç ceza parasıyla da kendime güzel bir elbise aldım!
170– Neredeymiş
Adamın biri lokantaya girdi, pirzola söyledi. Garson, pirzolayı getirdi, gitti. Biraz sonra tekrar geldi:
– Pirzolayı nasıl buldunuz efendim? diye sordu. Müşteri lakayt bir tavırla başını salladı:
– Epey güçlük çektim ama, nihayet buldum. Patateslerin arasındaymış.
171– Avantaj
Evin hanımı yeni çocuk bakıcısı ile konuşuyordu:
– Senin çocuk bakıcılığı için gayet iyi referansların var fakat bu iş için çok kısa boylu değil misin?
– Hayır efendim bu benim avantajlarımdan biridir. Eğer çocuğu kucağımdan düşürürsem, düşeceği mesafe daha azdır.
172– Alışkanlık
Bir kahveci çırağı, mesleğinden bıktığı için, bir gemiye tayfa olarak girmişti.
Fakat daha ilk seyahatinde müthiş bir fırtına patlak verdi. Bu sırada arkadaşlarından birinin dev bir dalgaya kapılıp denize yuvarlandığını görünce, feryadı bastı.
O sırada ikinci bir dalga kendisini de kapıp götürürken, alışkanlıkla ilâve etti:
– Denizdeki adam iki oldu…
173– Ehliyet
Kadın direksiyon imtihanına girdiği gün bitkin bir halde eve döndü. Merakla onu bekleyen kocası sordu: – Bari ehliyetini alabildin mi?
– Bilmem!…
– Ne demek bilmem?
– Nasıl bileyim ayol… Ben, hastaneden ayrılırken, imtihan komisyonunun başkanı henüz komadan çıkmamıştı ki…
174– Ufak hata
Cafer işsizdi; nihayet arkadaşlarından biri iş bulabileceği bir müessese tavsiye etti ona. Söylenen yere giden Cafer, akşam utanç içinde eve döndü. Karısı iyice çıkışarak:
– Bu kez de işe girmedin mi? diye sordu. Cafer üzüntüyle:
– Ne yaparsın, ufak bir hata işledim. Bana teklif edilen işi yapıp yapamayacağımı sordular, öyle bir işi gözlerim kapalı yapabileceğimi söyledim. Karısı şaşırarak:
– Eeee? Memnun olmadılar mı? diye sordu. Zavallı Cafer:
– Hayır, diye homurdandı. Anlaşana, teklif ettikleri iş gece bekçiliği idi.
175– Büyük dalgınlık
Bir ressamın atelyesinde:
– Tuhaf bir şey geldi başıma. Bu tabloyu sergiye gönderecektim; oysa yanlışlıkla fırçalarımı temizlediğim tuvali paketleyip göndermişim.
– Aman ne felâket! Geri mi göndermişler?
– Ne gezer, sergilemişler, hatta gazeteler uzun uzun bahsettiler ondan…
176– Ne gülmesi
Şaban, üçüz babası olmuştu. Arkadaşlarından biri kendisini yolda durdurdu, tebrik ettikten sonra:
– Talih sana gülümsedi desene dostum… dedi. Üçüz babası suratını astı:
– Ne gülümsemesi yahu? Kahkahalarla güldü, kahkahalarla…
177– Eskisi gibi koşamıyorum
Karakolda komiser suçluya sordu:
– Seni niye yakaladılar? Suçlu içini çekerek:
– Komiserim, eskisi kadar hızlı koşamıyorum da ondan…
178– Çürük diş
Eski limanda bir müşteri, balık tezgâhına yaklaşır. Bir barbunya balığını tutup koklar ve tiksinerek yerine bırakır:
– Bu da ne demek oluyor? diye haykırır öfkeyle balıkçı."Nesi varmış barbunyanın?"
– Nesi olacak, kötü kokuyor, taze değil! Öfke ile tekrar bağırır balıkçı:
– Barbunyam taze değil ha? Daha bu sabah denizden çıkmıştır…
Müşteri çekinerek bir mazeret uydurur:
– Öyleyse çürük bir dişi olmalı…
179– Kayıp mayo
Fıkra bu ya; bir fil, öğle sıcağında denize girmiş tatlı tatlı serinliyordu. Fare kumsaldan seslendi ona:
– Nonoş biraz buraya gelsene…
– Ne var ne istiyorsun?
– Gel de öyle söyleyeyim…
Fil oflaya puflaya sudan çıktı, kumsala geldi… Fare şöyle bir baktıktan sonra:
– Tamam, dedi. Gidebilirsin. Mayomu bulamadım da yanlışlıkla sen mi giydin diye bakacaktım!
180– Taşlama
İki eski arkadaş yolda karşılaştılar. İlki sorar:
– Nasılsın bakalım?
– Allah'a şükür. Yakında evleniyorum.
– Sahi mi? Kimi alıyorsun?
– Çok yaman bir kız. Beni hem güzel, hem zeki, hem de zevkli bulan biri…
– Nee? Şimdiden bu kadar yalan söyleyen bir kızı almaya karar verdin ha?
181– Pipo
Bir kral, diğerine emrinde ne kadar çok insan çalıştırdığını anlatmaya çalışıyordu:
– Sadece pipomla uğraşan bir adamım var, dedi. Öteki de:
– O da birşey mi? dedi."Benim pipomla görevli dört tane adam var: Birinci getirmek, ikinci doldurmak, üçüncüsü yakmak için."
– Ya dördüncüsü?
– O da içmek için… Çünkü pipo içmesini sevmem.
182– Tazminat
Adamın biri, bir tazminat davası açmak istiyordu. Avukata müracaat etti ve dedi ki:
– Size durumu anlatayım, eğer bu tazminatı alabileceksem davayı açalım, yoksa hiç teşebbüs etmiyelim.
Ve oturup bütün olayı anlattı. Avukat dikkatle dinledikten sonra:
– Ne duruyorsunuz? Yüzde yüz siz haklısınız. Karşınızdakinin suçluluğu o kadar açık ki, tutar yeri yok. Bir dakika bile kaybetmeden bu davayı açalım, muazzam bir tazminat alırız…
Avukatın bu heyecanına karşılık, adam hiç ses çıkarmadan, dinleyip başını salladı:
– Hiç dava açmasanız daha iyi olur.
– Neden ama?
– Zira ben karşı tarafın durumunu anlattım.
183– Kravatın önemi…
Çölde bir adam. Susuzluktan kumların üstünde sürünürken birden bir kervan görünmüş. Adam"Suuuu su"diye yalvarırken, kervanbaşı:
– Su veririm ama, bir bardak su vermek için develerime yüklü kravatlardan bin tane alman gerekir, demiş.
– Kardeşim, çölün ortasında ben kravatı ne yapayım? demeye kalmamış, kervan çekip gitmiş.
Adam kıvranıyor susuzluktan… Az sonra bir kervan daha görünmüş. Biçare yine su istemiş. Bu kervanın başı da:
– Olur, demiş,"ama bir bardak su vermek için develerimde yüklü kravatlardan beş bin tane alman gerekir."
– Yahu çölde bu kravat merakından öleceğim. Ben su diyorum siz kravat, demeye kalmamış, o kervan da gitmiş.
Adamcağız sürüne Sürüne ilerlemiş. Birden karşısına şahane bir köşk çıkmış. Çölün ortasında bir köşk. Su bulmak hayaliyle köşkün kapısına yönelmiş. Kapıda üniformalı, iri‑yarı bir kapıcı… Eli de silahlı:
– Dur, giremezsin?
– Niye giremiyorum?
– Bu köşke kravatsız girmek yasaktır!
184– Fiyat
Delikanlı, nişanlısına nişan yüzüğü almak için kuyumcuya girdi. Elmas taşlı birini beğenip, fiyatını sordu.
Delikanlı fiyatı duyunca hayretle bir ıslık çaldı, sonra bir başkasını gösterip sordu:
– Ya bu kaça diye?
– O mu? O da iki ıslık!…
185– Ölmeyen vakit
Hâkim sanığa sordu:
– Anlatılanlara göre şehrimizin en lüks lokantasında otururken cebinizden tabancayı çıkartıp salondaki saate ateş etmeye başlamışsınız. Doğru mu?
– Evet efendim. –Neden?
– Can sıkıntısından efendim…
– Ne demek can sıkıntısı? –Vakit öldürüyordum efendim…
186– Test sonuçları
Amerikalı bilim adamları, uçaklarda kullanılan camların sağlamlığını test etmek için bir makine geliştiriyorlar. Bu makine, ölü tavuk fırlatıyor. Fırlatış hızı ve diğer değerleri, uçuş halinde çarpan bir kuş ile aynı. Uçaklardaki camları doğal yöntemlerle test etmiş oluyorlar –böylece… Bu iş ingilizlerin çok ilgisini çekiyor ve trenlerde denemek üzere makineyi ödünç alıyorlar. Fakat bütün ayarları yapmış olmalarına rağmen sürekli bütün camlar kırılıyor hatta bazen arkalara kadar gidebiliyor. Durumu makineyi üreten şirkete söylediklerinde şirket yetkilileri şöyle cevap veriyorlar:
– Çözülmüş tavuk kullanın!
187– Ayar
Küçük kasabanın belediye memuru ayda bir kere postaneye telefon ederek saati sormak adetindeydi. O gün de aynı amaçla postaneye telefon açtı ve saati sordu. Santraldakı kız dayanamayıp sordu:
– Kuzum niçin bizden ayda bir kere saati sorarsınız? Memur izah etti:
– Belediye binasındaki saat kulesinin ayarı benim görevlerim arasındadır. O saatin de dakikası dakikasına doğru gitmesi gerekir.
– Ne kadar garip!
– Niçin garip oluyor?
– Biz postanedekiler de saatlerimizi sizin saate göre ayarlarız da…