933– Ağzını çalkalıyor
Bektaşi, paşalardan birinin iftarına çağrılmış. Yemekten sonra söz, paşanın öteden beri yakındığı basur (hemoroid) konusuna gelmiş. Bektaşi:
– Paşa hazretleri, demiş, buradan dört saat ötede bir köy var. O köyün imamı çok etkili bir merhem yapıyor. Ondan aldırın, bir ayda bir şeyciğiniz kalmaz.
Paşa çok sevinmiş. Uşağına:
– Yarın sabah o köye gidersin, diye buyurmuş, baba erenlerin söylediği merhemi alır getirirsin.
Uşak, Ramazan günü sekiz saat yol yürümesine yol açacak bu işin Bektaşi'nin başı altından çıktığını düşünerek:
– Başüstüne paşa hazretleri, demiş. Ama belki imam beni tanımaz, merhemi vermez. Dede ile birlikte gitsek daha iyi olur.
Ertesi gün Bektaşi ile uşak yola koyulmuşlar. Oruç bir yandan, sıcak bir yandan… Dayanılacak gibi değil. Bektaşi daha fazla dayanamamış, yolu üzerindeki ilk çeşmeye koşup su içmeye başlamış.
Köylüler, bunu görünce alay etmişler:
– Babaya bakın… Ramazanda su içiyor…
Bektaşi içini çekmiş: 4
– Hayır hayır, su içmiyorum. Akşam bir halt yedim, şimdi ağzımı çalkalıyorum!
934– Kalu bela'dan beri
Baba erenler, Ramazanda kahvede nargilesini içip keyif çatarken, birdenbire içeri bir zaptiye girer ve Bektaşiye çıkışır:
– Efendi! Sen müslüman değil misin? diye sorar. Bektaşi:
– Elhamdülillah müslümanım, diye cevaplar. Zaptiye, Bektaşinin sokukkanlılığma hayret eder: – Ne zamandan beri müslümansın?
– Kalu bela'dan beri…
– Kalu bela, ne demektir?
Bektaşi omuzlarını silkerek şöyle der:
– "Kalu"ben,"bela"sen! Nereden geldin be adam! Haydi git işine.
935– Öteki dünyada da…
Bektaşi, önünden geçen cenazeyi göstererek sormuş:
– Kim bu?
– Udi Remzi Efendi.
Biraz sonra bir cenaze daha geçmiş. Tekrar sormuş:
– Bu kim?
– Tanburî Rasih Efendi. Ve üçüncü bir cenaze…
– Ya bu?
– Gazelhan Hafız Recai Efendi.
Çok geçmeden darbukacı Memduh'un da cenazesi geçince, baba erenler sakalını sıvazlamış:
– Desene bu akşam ahrette cümbüş var!
936– Çocuklara uydun.
Bektaşi, bir Ramazan günü sokakta oruç yiyormuş. Bunu gören mahallenin çocukları, babayı taşlamaya başlamışlar. Biçare kaçmış ve şehrin dışına çıkıp yakasını çocuklardan kurtarmış…
Tam o sırada hava ansızın kararmış ve dehşetli, iri taneli bir dolu yağmaya başlamış. Bektaşi, bu kez de doludan kaçmış ve bir yandan da göğe bakarak şöyle demiş:
– Ya Rabbi! Sen de mi çocuklara uydun?
937– Hepsi züğürt kalacak
Bektaşi'nin biri bir gemiye biner. Gemi sahilden ayrılır ayrılmaz, fırtına başlar. Fırtına gittikçe azar. Herkes korku. içindedir.
Nihayet adaklar başlar:
– Ya Rabbi! Kurtulayım, beş koyun kesip fakir fukaraya dağıtacağım.
– Allah'ım! Canımı kurtar, fakirlere para dağıtacağım.
– Ey ulu Tanrım! Şu beladan sağ salim kurtulayım, malımın yarısını fakirlere vereceğim.
–Ya Rabbi! Yardım et…
Kenarda sessiz sedasız duran Bektaşi şöyle der:
– Allah'ım! Tam alış–veriş zamanı. Biraz daha dayan, hepsi vere vere benim gibi züğürt kalacak.
938– Yolcuyum
Oruç yiyen Bektaşi, kadı'nın karşısına çıkarılmış. Kadı sormuş:
– Neden oruç yiyorsun? Bektaşi, aldırışsız:
– Seferiyim, demiş. Tanıklardan biri:
– Kırk yıldır bu kentte oturur, demiş. Seferi değildir. Bektaşi tanığa dönmüş:
– Dünyada hep oturacağım diye senedim mi var elimde? Ahret yolcusuyum!
939– Ya hiç sopa yememiş…
Kamazan günü demlenirken yakalanan Bektaşi dedesi, yeniçeri ağasının karşısına çıkarılmış. Ağa:
– Be utanmaz, Allahtan korkmaz! diye söze başlayıp dedeyi iyice haşladıktan sonra:"Götürün şunu! Beş yüz sopa vurun!…"
Dedenin gözleri açılmış:
– Ağa hazretleri, kusurumu bağışla… Ya sen ömründe hiç sopa yememişsin, ya da sayı saymasını bilmiyorsun!
940– Benim payını altta
Bektaşi ramazan günü bir elinde rakı şişesi yolda giderken ehli rnüslim biri:
– Utan utan! demiş. Ramazandan utanmıyorsan, elindeki rakı şişesinden utan!
Bektaşi üzülüp büzülerek:
– Bu rakının hepsi benim değil. Yarısı arkadaşımın, diye karşılık verince diğer adam:
– C zaman kendi payını dök, diye buyurmuş. Bektaşi şişeyi göstererek:
– Ama benim payım alttaki, demiş.
941– Seni tamir edinceye kadar.
Bektaşi'yi, Ramazan'da ite kaka namaza götürmüşler. Rastlantı bu ya; camide yanında oturan hastalıklı, sakat, zayıf bir adam, dua sırasında bütün organlarını ayrı ayrı sayarak, her biri için ayrı ayrı şifalar dilemiş. Bu ardı, arkası gelmeyen dileklerden bıkan Baba Erenler şunları söylemiş:
– Be adam! Cenab‑ı Allah seni tamir edinceye kadar, yeni birini yaratır.
942– Allah gözlerinizi korusun.
Fakir bir Bektaşi o akşamın lokma ve demini temin için bir köşede dilenirken burunsuz bir adam yanına gelerek bir beşlik lira hayır verir. Bektaşi beşliği cebine atarken:
– Allah gözlerini muhafaza etsin! diye dua eder. Adam merakla sorar:
– Babalık, neden gözlerime dua ediyorsun? Bektaşi cevaplar:
– Çünkü burnunuz olmadığı cihetle gözlerinizde bir hastalık hasıl olsa gözlük takamaz ve adeta kör gibi olurdunuz da onun için böyle dua ettim.
943– Kuluna bir bak…
Bektaşinin biri bir köyde, bir elinde şarap diğerinde ekmek, duvarın dibine yaslanmış yiyormuş. Önünden kıratın üzerinde ipek pelerinli, deri eğerli, gümüş üzengili bir beyzade rüzgar gibi süzülerek geçmiş. Çevreden geçen birine:
– Kim ola bu? diye sormuş.
– Bilmiyor musun? Bu filanca ağanın kuludur! diye cevap almış.
Bunun üzerine, bektaşi elindeki ekmek ve şarabı yukarıya doğru kaldırıp kendisini kast ederek halinden yakınmış:
– Ey Allahım, bir kendi kuluna bak, bir de"filancanmkine…
944– Yumuşasın
Bektaşi, Ramazanda erik yiyerek gidiyormuş. Bunu gören biri çatmış:
– Yahu müslüman adam oruç yer mi? Bektaşi aldırmamış:
– Yiyen kim? Ben oruçluyum.
Şaşıran adam, avurdunun şişkinliğini işaret edip sormuş:
– Peki ağzındaki nedir? Bektaşi:
– Ağzımdaki eriktir. İftara kadar yumuşasın diye ağzımda tutuyorum.
945– Çok memnun oldu
Bektaşiye sormuşlar:
– Erenler, mübarek ramazan geldi, gidiyor. Acaba kendisini memnun edebildin mi?
Bektaşi gülmüş:
– Mübarek çok memnun oldu, gelecek yıl on gün erken gelecekmiş…
946– İnadına
Köylüler yağmur duası dahil ne yaptılarsa kuraklığa neden olan havayı değiştiremiyorlar. Bektaşi"siz bu işi bana bırakın"diyerek, köydeki son suyu da ister. Herkesin şaşkınlığı arasında sırtındaki elbisesini çıkararak yıkayıp kayanın üzerine serer. Birkaç dakika sonra sağanak boşanır. Köylüler gelip Bektaşi'nin elini öperler:
– Evliya gibi adamsın baba erenler, derler. Bektaşi gökyüzünü gösterip:
. – Bugünlerde aramız bozuk da… Yağmuru elbisem kurumasın diye yağdırdı!
947– Eşeğin kabahati
Bektaşi caminin önünden geçerken bir de bakmış millet avluda bir eşeği döverek dışarı çıkarmaya çalışıyorlarmış. Kafasını avlunun kapısından içeriye uzatarak eşeği neden dövdüklerini sormuş. İçerdekiler:
– Görmüyor musun Allanın evine girmiş, demişler. Bektaşi:
– Yahu, eşekliğinden ha, bak ben giriyor muyum? demiş.
948– Keramet derim
Kendisini akıllı zanneden biri, Bektaşi'ye gördüğü rüyayı anlatmaya başlar:
– Hasta idim, şeyhimi rüyada gördüm. Bana,"yâ ahmak!"dedi, kalktım, sağlığa kavuştum; sen bunu neye yorarsın, deyince Bektaşi şu cevabı verir:
– Ne olacak keramet derim.
949– Hak deyip dururuz
Bektaşi'nin biri Mevlevi dervişine nasıl âyin yaptıklarını sorar. Mevlevi:
– Hak deyip döneriz, der. Bektaşi güler:
– Biz bir kere Hak deyince artık dönmeyiz, dururuz, cevabını verir.
950– Hastayım
Ramazanda oruç yiyen Bektaşiyi yakalayıp yargılamak üzere Kadı'nın huzuruna çıkartmışlar. Kadı öfkeyle sormuş:
– Bre adam! Mübarek Ramazanda göz göre göre oruç yenir mi?
Bektaşi cevap vermiş:
– Ne yapayım, özürüm var!
– Nedir özürün?
– Hastayım.
– Nerenden, ne hastasısın?
– Açlıktan hastayım, açlıktan.
951– Canımı sıkarsa
Bektaşiye sormuşlar:
– Ramazan gelirse ne yaparsın?
Bektaşi, dişlerini sıkıp başını sert sert sallamış:
– O beni bilir. Eğer benim canımı sıkarsa, yerim onu.
952– Ben kıldım oldu
Bektâşinin biri hocaya, abdestsiz namazın kılınıp kılınmayacağım sormuş. Hoca:
– İmkânsız, öyle şey olmaz, caiz değildir, cevabını verince, Bektaşi:
– Ben kıldım oldu, demiş.
953– Sıratı denizden geçeceğim
Bektaşi Nâfi Baba, Kurban Bayramı arifesinde kocaman bir torik alıp evine giderken tanıdıkların biri takılmış:
– Ne o erenler, kurban yerine torik mi aldın? Nâfi Baba gülerek:
– Evet canım, fakir bu yıl sıratı denizden geçmek niyetinde olduğundan derya kuzusu kurban ediyorum, cevabını verir.
954– Duan makbul değil
Dilencinin biri Bektaşi dervişine:
– On para ver, sana dua edeyim, der. Bektaşi duayı kabul
etmez. Dilenci hayır duasını kabul etmeyişinin sebebim sorunca, Bektaşi:
– Allah'ın yanında duâıı makbul olaydı kendine ederdin de dilencilikten kurtulurdun, cevâbını verir.
955– Üçümüz için ot getirmeye
Bektaşi dervişi merkebini önüne katmış yolda giderken adamın biri:
– Böyle ikiniz birlikte nereye gidiyorsunuz? diye sormuş. Bektaşi hazır cevap yapıştırmış:
– Üçümüz için ot getirmeye… demiş.
BİRAZ DA NASREDDİN HOCA'DAN
956– Hamam ücreti
Nasreddin Hoca merhum, bir gün hamama gidecek olur. Hamamcılar kendisine hiç itibar etmezler. Eski püskü bir peştemal, kirli, yırtık bir havlu verirler. Hiçbir tellak da yanına uğramaz.
Hoca kendi kendisine şöyle böyle yıkanır. Hamamdan çıkarken de on akçe gibi ancak çok zengin ve eli açık insanlann verdikleri büyük bir bahşiş bırakır.
Tabiî hamamcılar bu durum karşısında pek utanırlar.
Bir müddet sonra Nasreddin Hoca yine aynı hamama gelir. Kendisini gören hamamcılar hemen karşılamaya koşarlar. Hususi oda açarlar. Sırma işlemeli peştamallar, ipek havlular, sedef nalınlar çıkarırlar. Hoca'nın koltuğuna girerek onu içeri alırlar. Halvette çift tellak kendisini kokulu sabunlarla yıkayıp bir âlâ keselerler, Hocaya yıkandıktan sonra çay, kahve ikram ederler. İstirahatine dikkat ederler…
Hoca bu sefer hamamdan çıkarken kendisini uğurlamak üzere sıralanan hamamcılara bir akçe uzatır. Onların buna fena halde bozulduklarını görünce de şöyle der:
– Bu bir akçe, geçen sefer geldiğim zamanki hamam bahşişidir. Geçen sefer verdiğim on akçeyi de bugünkü hamam bahşişine sayarsınız!…
957– Maksadı başka imiş!…
Nasreddin Hoca merhum, eşeğim huysuzluğu yüzünden satmaya karar vererek pazara götürür. Hayvanı pazarın tellalına teslim eder.
Bir müşteri gelir, dişine bakmak ister, eşek hart diye ısırır.
Bir başkası kuyruğuna bakayım derken çifteyi yer.
Hayvan kimseyi yanına yaklaştırmaz. Kimsenin kendisini muayene etmesine izin vermez. Tellal da getirir, hayvanın yularını Hoca'ya teslim eder:
– Senin hayvanın çok huysuz, kimse bu hayvanı satın alamaz, der.
Eşeğini satamayacağını anlayan Hoca hiç bozuntuya vermeden şöyle der:
– Esasında ben de onu satmak için getirmiş değilim, maksadım Ümmet‑i Muhammed'in benim ondan neler çekmekte olduğumu görüp anlamasıdır!…
958– Tarifi bende
Hoca'nın canı çekmiş ya, bir gün evine ciğer götürmeye karar vermiş. Eve doğru giderken yolda bir ahbabına rastlamış. Boğazına düşkünlüğüyle bilinen ahbabı ciğeri görünce:
– Hocam, sizinkiler bunun nasıl pişirileceğini bilmezler. Dur ben sana bir usûl vereyim, demiş.
Hoca:
– Hatırımda kalmaz, bir kağıda yaz da ver, demiş. Ahbabı ciğer pişirme tarifini yazıp uzatmış. Hoca tekrar yoluna devam etmiş. Tam o sırada bir çaylak peyda olmuş. Kıpkırmızı ciğeri görünce; Hocanın etrafında bir kaç kez dolandıktan sonra kurşun gibi dalarak ciğeri elinden kaptığı gibi havalanmış.
Hoca, ciğeri kapıp gökyüzünde uzaklaşan çaylağa bakmış ve gülmüş:
– Nafile, demiş. Sen onu ağız tadıyla yiyemezsin, tarifi bende!
959– Hoca'ya oynanan oyun
Nasreddin Hoca nın eşeği ölür. Tabii yeni bir eşek alması gerek. Bu niyetle pazar yerine gider. Bakar ki birisi eşeğini satıyor. Gözden geçirir, hayvanı beğenir. Pazarlıkta uyuşurlar, böylece eşeği satın alır. Yularından çekerek evinin yolunu tutar.
Durumu gözden kaçırmayan iki uyanık, Hoca'ya bir oyun oynamaya karar vererek aralarında sözleşirler. Sessizce Hoca'nın peşine düşerler. Biri eşeğin boynundaki ipi Hoca'ya sezdirmeden kendi boynuna bağlar. Diğeri de eşeği aldığı gibi yeniden satmak üzere pazarın yolunu tutar.
Hoca tam evinin önüne gelince, bir de bakar ki eşek kaybolmuş. Yerinde bir genç var.
– Kimsin sen? diye sorar. Genç boynunu bükerek:
– Ah, hiç sorma Hoca Efendi, der. Geçenlerde annemin kalbini kıracak bir eşeklik yaptım. Annem de bana:"İnşaallah eşek olursun!"diye beddua etti. Hemen insanlıktan çıkarak eşek haline geldim. Şimdi öyle sanıyorum ki annem hasretime dayanamayarak bedduasını geri aldı. Ben de yeniden insan haline geldim. Bunda şüphe yok ki kerametli varlığınızın da tesiri olmalı!
Hoca, bu durum karşısında gencin boynundaki ipi çözer:
– Peki, git de, bir daha annenin gönlünü kırma, der.
Ertesi sabah yine bir yerden biraz para temin eder. Pazara giderek yeni bir eşek aramaya başlar.
Bir de ne görsün? Dün aldığı eşek yine satılmıyor mu? Hemen eşeğe yaklaşır, kulağına eğilir:
– Seni gidi çapkın! der. Annene karşı yine nasıl bir eşeklik yaptın?!
960– Hayal
Evde yalnız bulunduğu bir gün Hoca'nın canı şöyle mis gibi bir çorba çeker. Kendi kendine söylenir:
– Şöyle tavuk suyu ile yapılmış, bol limonlu bir şehriye çorbası olsaydı, der.
Tam bu sırada kapı çalınır, elinde boş bir kâse ile gelen komşu çocuğu:
– Annem çok hasta da sizden biraz çorba istedi hocam, der.
Hoca başını sallayarak söylenir:
– Fesubhanallah! Bizim komşular hayalin bile kokusunu alıyorlar…
961– Arada bir bize uğrar
Nasrettin Hocaya dert yanıyorlar:
– Yahu Hoca senin karı çok geziyor. Hoca:
– Aslı olmasa gerek, demiş. O kadar gezse arada bir bizim eve de uğrardı.
962– Allah versin
Bahar mevsimi yaklaşırken Hoca, dama çıkmış, kardan, ''ağmurdan hasar gören yerleri onarıp duruyormuş. Tam bu ı snada çat demiş kapı çalınmış; eğilip bakınca biraz gözleri ısırır gibi olmuş ama, doğrusu kim olduğunu pek çıkaramamış. Daha ne istediğini sormaya kalmamış, adam:
– Hoca efendi, demiş; biraz aşağı kadar inebilir misin? Hoca'nin başım kaşımaya vakti yok:
– Ne söyleyeceksen söyle, kulağım sende, demiş.
Ama aşağıdaki ne ettiyse, Hoca kırk basamak merdiveni nefes nefese inmiş aşağı: Kapıyı çalan:
– Efendi, başın, gözün sadakası için… diye bir dilenci ağzına başlamasın mı? Rahmetli hoca şöyle bir bakmış:
– Gel öyleyse benimle, deyip, dilenciyi kırk basamak merdivene tırmandırmış. En üst basamağa gelinde adama dönüp:
– Haydi Allah versin baba! demiş.
963– Bir de horoz lazım
Akşehirli gençler bir gün Hoca'ya şöyle bir teklifte bulunurlar:
– Hocam, hamama gidip bir güzel yunup yıkanacağız bizimle gelir misin?
– Gelirim ya…
Gençlerin niyeti hocaya muziplik yapmaktır. Aralarında anlaşırlar, hepsi hamama gizlice birer yumurta götürürler. Hamamda bütün gençler soyunurlar ve göbek taşına oturarak beraberlerinde getirdikleri yumurtaları gizlice peştemallarının altına saklarlar:
– Haydi Hoca Efendi, hep beraber yumurtlayacağız. Kim yumurtlayamazsa bütün hamam masraflarını o verecek.
Gençler hep bir ağızdan gıdaklamaya başlarlar. Biraz sonra da yumurtaları çıkarıp Hoca'ya gösterirler. Bir dümene geldiğini anlayan hoca hemen horoz gibi çırpınarak"ü ürü üüü"diye ötmeye başlar. Gençler:
– Hoca ne yapıyorsun? derler.
– Ee çocuklar, bu kadar tavuğa bir de horoz lazım değil mi?
964– Nerelere kadar…
Nasreddin Hoca, kırda sesinin yettiğince bağırarak ezan okuyor ve olanca hızıyla koşuyormuş.
Bu durumu gören birkaç kişi, Hocaya bir şey olduğunu düşünerek yanına yaklaşıp sormuşlar:
– Ne oldu sana Hoca efendi? Bu ne iştir? Hoca, koşmasını sürdürerek:
– Sesimin nerelere kadar gittiğini merak ettim de… Onun için arkasından koşuyorum! demiş.
965– Açlıktan mı uykusuzluktan mı
Hoca, bir cimriye misafir olmuş. Vakit hayli geçtiği halde ev sahibi bir ikramda bulunmayınca hoca esnemeye koyulmuş. Ev sahibi sormuş:
– Hocam insan neden esner? Hoca hemen taşı gediğine koymuş:
– Ya uykusuzluktan ya da açlıktan esner. Fakat benim hiç uykum da yok hani…
966– Neden yemezsin?
Nasreddin Hoca Akşehir'e yeni geldiği sıralar parasız kalmış. Karnı aç… Sokaklarda dolaşırken bir fırın görmüş. Yeni çıkan ekmeklerin kokusuna dayanamayıp fırına girmiş, tezgâhın başındaki adama sormuş:
– Bu ekmeklerin hepsi senin mi?
– Benim.
– Be adam, mademki bu kadar mis gibi kokan ekmeğin var, ne diye oturup da yemezsin!
967– Ölmüş eşek
Hoca'nın eşeği ölmüş. Kapının eşiğine oturmuş, hüngür hüngür ağlıyor. Bir komşusu yaklaşarak sormuş:
– A Hoca, geçende karın öldü ağlamadın. Bir eşek için ağlamak sana yakışır mı? demiş.
Hoca cevabı yapıştırmış:
– Nasıl ağlamam! Karım ölünce eş–dost hepiniz etrafımı sardınız;"Üzülme hoca, biz sana daha iyisini buluruz"dediniz. Ama şimdi bir müslüman çıkıp da:"Hoca ağlama, sana daha iyi bir eşek alırız"demedi.
968– Dünyanın ortası
Köylülerden bir kaç münasebetsiz kişi Nasreddin Hocaya sormuşlar:
– Hoca efendi, dünyanın ortası neresidir?
– Şu bizim eşeğin sağ ön ayağının bastığı yerdir., İçlerinden biri:
– Amma yaptın Hocam… diye söze başlayacak olmuş. Hoca hemen sözünü kesmiş:
– İnanmazsanız ölçün!…
969– Ramazan'ın 49'u
Nasreddin Hoca, Ramazan'da günleri şaşırmamak içn çömleğe her gün bir taş atarmış. Ayın kaçıncı günü olduğunu öğrenmek isteyince bu taşları sayarmış.
Bunu öğrenen muzip bir komşusu, gizlice çömleğe taş doldurmuş. Ertesi gün de:
– Hocam, bugün Ramazanın kaçı? diye sormuş.
Hoca gidip çömlekteki taşları saymış. Taş sayısı, 349."Bu kadarı da fazla"demiş kendi kendine… Adamın karşısına geri gelince:
– Bugün ramazan ayının 49'u, demiş.
– Aman Hocam, demiş, hiç Ramazanın 49'u olur mu? Hoca gülmüş:
– Sen 49'una şükret! Çömlek hesabına bakılırsa, bugün Ramazanın 349'u…
970– Kırk yıllık sirke
Bir dostu, Hocaya sormuş:
– Sende kırk yıllık sirke varmış?
– Var.
– Biraz versene. İlaç yapacağım.
– Yoo… Her isteyene verseydim kırk yıldır durur muydu?
971– Cübbe ile kavuk
Bir İranlı, memleketinden gelen mektubu Nasreddin Hocaya getirerek:
– Hocam, demiş, şunu okuyuver.
Hoca bakmış, hem yazı okunaksız, hem Farsça.
– Bunu başkasına okut, diyerek geri uzatmış.
Adam ısrar edince açıklamış:
– Ben Farsça bilmem. Türkçe de olsa, yazı okunaklı olmadığı için, yine okuyamazdım.
Bu kez İranlı kızıp köpürmüş:
– Başında değirmen taşı kadar kavuk, üstünde koskoca cübbenle şu mektubu okuyamazsın, bir de hocayım diye geçinirsin…
Hoca, kavuğunu cübbesini çıkarıp İranlının önüne koymuş:
– İş kavukla cübbedeyse, buyur sen giy, mektubu da sen oku!
972– Altüst
Nasreddin Hoca:
– Beni, öldüğüm zaman tepeüstü, dikine gömün, diye vasiyette bulunmuş:
– Neden, diye sormuşlar.
– Nasıl olsa, kıyamet koptuğunda dünyanın altı üstüne gelecek. O zaman güçlük çekmeden dosdoğru kalkarım!
973– Sızdırmayan küp
Nasreddin Hoca, evindeki çatlak su küpünü pazara götürüp satışa çıkarmış.
Küpün çatlak olduğunu gören alıcılar:
– Bu çatlak Hoca, işe yaramaz, demişler.
– Allah Allah… demiş Hoca. Anlaşılan sizin almaya niyetiniz yok Bari elalemin malını açık açık kötülemeyin. Bunun içindeki pamuğu karım az önce boşalttı. Bir parçası bile sızmamıştı!…
974– İçinde ben de vardım
Komşusu, Nasreddin Hocaya sormuş:
– Hocam, neydi sizin evdeki gürültü? Dün gece evinizin önünden geçerken sizin merdivenden gümbür gümbür bir şeyler yuvarlanıyordu.
– Hiç canım, demiş Hoca. Karı benim cübbeyi merdivenden aşağı attı da…
– Amma yaptın be Hocam. Cübbe o kadar gürültü çıkarır mı?
– Sen de uzun ettin birader… İçinde ben de vardım!
975– Görenler ne sanır?
Nasreddin Hocaya münasebetsiz birkaç kişi sormuşlar:
– Hocam, helada sakız çiğnemek haram mıdır?
Hoca, biraz düşündükten sonra bu münasebetsiz soruya uygun bir cevap bulur:
– Kara kaplı, bu konuda bir şey demez. Ama çiğnememek iyidir.
–Neden?
– Eee, ağzında sakızla heladan çıktığını görenler b…k yediğini sanırlar da ondan.
976– Yanında eşek bulundursun!
Nasreddin Hoca, eşeğini mahkeme kapısına bağlayıp pazara gitmiş. O sırada kadı, bir yalancı tanığı yargılamış ve merkebe ters bindirilerek kentte dolaştırılma cezası vermiş. Suçluyu, Hoca'nın kapı önündeki eşeğine bindirip gezdirmeye başlamışlar. Hoca gelince eşeğini bulamamış; uzun süre beklemek zorunda kalmış.
Bir süre sonra aynı adam, aynı suçtan dolayı aynı cezaya çarptırılmış. Bindirecek eşek arayıp bulamamışlar. Hoca'nın eşeği akıllarına gelmiş. Hoca'nın evine bir adam gönderip eşeğini istetmişler. Hoca:
– Ben eşeğimi vermem! demiş. Siz gidin o herife söyleyin: Ya bu sanattan vazgeçsin, ya da her ihtimale karşı yanında bir eşek bulundursun!..
977– Baklava tepsisi
Akşehir'e yabancı bir bilgin gelmiş, kentin en bilgili ki–şisiyle atışmak istediğini söylemiş. Nasreddin Hoca'yı çağırmışlar…
Yabancı bilgin, değnekle yere bir daire çizmiş. Hoca değneği alıp bu daireyi çizgiyle ortadan ikiye bölmüş.
Adam, Hoca'nın çizdiğine dik bir çizgi daha çekmiş, daire dörde bölünmüş. Hoca, dairenin üç bölümünü alır gibi yapmış; dördüncü bölümü karşısındakine verir gibi itelemiş.
Yabancı, parmaklarını biraraya getirerek elini yere doğru sallamış. Hoca, bunun tam tersini yapmış.
Karşılaşma sona erince yabancı bilgin açıklamış;
– Sizin Hoca pek yaman! Dünyanın yuvarlak olduğunu gösterdim."Ortasında ekvator var"dedi. Dörde böldüm,"dörtte üçü su, dörtte biri kara"dedi."Yağmur neden yağar?"dedim,"sular buharlaşmca göğe yükselip bulut olur, sonra da yağmura dönüşür"cevabını verdi.
Akşehirliler Hoca'ya da sormuşlar bu karşılaşmanın anlamını. Hoca da şunları söylemiş:
– Obur herif,"bir tepsi baklava olsa"dedi."Tek başına yiyemezsin, yarısı benim"dedim."Dörde bölsek n'aparsın?"dedi,"üçte birini yerim"dedim."Üstüne ceviz, fıstık filan eksek…"dedi."İyi olur ama, küllü ateşte olmaz, harlı ateş gerek"dedim. Altolup gitti!…
978– Eski mezar
Nasreddin Hoca:
– Beni eski bir mezara gömüverin! diye vasiyet etmiş.
– Neden hocam? demişler.
– Sorgu melekleri gelince,"Siz uykuda mıydınız?"derim onlara."Arkadaşlarınız geldi, beni sorguya çekip gereken cevapları aldılar. Görmüyor musunuz, mezarım epey eskidir."Onlar çeker giderler, ben de paçayı kurtarırım.
979– Tersyüz ederler!
Nasreddin Hoca Konya'ya giderken yolda bir köylüsüyle karşılaşır. Selamlaşırlar, birlikte yol alırlar.
Hiç minare görmemiş olan köylü, Konya'ya yaklaşırlarken, minareleri görür ve nasıl yapıldıklarına akıl erdiremez. Hoca'ya sorar:
– Hocaefendi, şu sivri sivri yüksek şeyleri nasıl yaparlar? Hoca bıyık altından güler:
– Kuyuların içini dışına çevirirler, olur biter!
980– Taşları bağlamışlar
Bir kış günü Hoca'nın Konya'ya gitmesi icab eder. Hava soğuk ve her taraf kar içinde. Böyle bir havada, uzun bir yolculuk sonrası Hoca akşam karanlığında Konya'ya ulaşabilir. Sokaklar boş, herkes evine çekilmiş. Birden etrafını başıboş köpekler sarar. Can havliyle köpekleri kovalamak için yerdeki taşlara sarılır. Hocanın devrinde mamur ve bayındır bir şehir olan Konya'da kaldırım taşları muntazam betonlanmıştır. Çaresiz kalan Hoca, üzerine doğru gelen köpeklere bakarak ellerini açar ve şöyle söylenir:
– Allah'ım bu nasıl memleket? Bütün taşları bağlayıp, köpekleri salıvermişler.
981– Tabut
Hoca'ya sormuşlar:
– Cenaze götürülürken tabutun önünde mi yürümeli, ardında mı, yoksa sağından mı gitmek daha sevap, solun da mı?
Cevap vermiş:
– İçinde gitmeyin de neresinde giderseniz gidin.
982– Kıyamet
Hoca'ya sormuşlar:.
– Kıyamet ne vakit kopacak?
– Hangi kıyamet demiş.
– Hangi kıyamet mi, kaç kıyamet var ki? demişler. Hoca: /
– İki kıyamet var demiş, karım ölürse küçük kıyamet kopar, ben ölürsem büyük kıyamet.
983– Keramet
Hoca, bir gün erenlerden olduğunu söylerken biri der ki:
– Bir keramet göster öyleyse. Hoca,
– Ne istersin? der. Adam:
– Şu karşıki dağı çağır, ayağına gelsin, der. Hoca, üç kere:
– Gel yâ mübarek, gel yâ mübarek, gel yâ mübarek diye seslenir.
Tabiatıyla dağda herhangi bir kıpırtı olmaz. Hoca derhal dağa doğru yürümeye başlar. Adam:
– Ne yapıyorsun Hoca der, hani dağ gelecekti, sen mi gidiyorsun?
Hoca hem yürür, hem de cevap verir:
– Bizde gönül, kibir olmaz, dağ yürümezse abdal yürür.
984– İş çatallaştı
Hoca, bir aralık kadılık makamında bulunmuştu. Bu sıralarda bir gün, yanına birisi gelip der ki:
– Yayılırken sizin alaca inek, bizim ineği karnından susmuş, öldürmüş.
Hoca:
– Sahibinin suçu yoksa nesne gerekmez. İnekten kan pahası alınmaz ya, der.
Gelen adam, bu sözü duyunca:
– Yanlış söyledim kadı efendi der, ölen sizin inek, öldüren bizimki.
Hoca, daha adamın sözü tamamlanmadan:
– İş çatallaştı şimdi, indirin raftaki şu kara kaplı kitabı, der.
985– Kazan
Hoca bir gün, komşusundan bir kazan ister. İşini bitirdikten sonra kazanın içine bir tencere koyup komşusuna götürür. Komşu, tencereyi görünce:
– Hoca, bu ne? der. Hoca:
– Kazan gebeymiş komşu, bizim evde doğurdu, der. Adam, pekâlâ der, kazanı, tencereyle beraber alır.
Bir zaman sonra Hoca, kazanı tekrar ister. Fakat bu sefer, geri vermez. Bir hayli gün geçer, komşusu, Hoca'nın evine gidip kazanı ister. Hoca, müteessir bir surette:
– Ah komşum der, basın sağ olsun, kazan sizlere ömür. Komşu:
– A hocam der, hiç kazan ölür mü? Hoca:
– Komşucuğum, doğurduğuna inandın da öldüğüne inanmıyor musun? der.
986– Eşeği bulana
Hoca bir gün merkebini kaybetmiş. Çarşıda, pazarda şöyle ilan etmiş:
– Merkebi bulana yularıyla, semeriyle müjde olarak vereceğim.
Biri demiş ki:
– Hoca, mademki bulan kişiye eşeğini vereceksin, ne diye bulmak istersin.
Hoca:
– Bre câhil demiş, bulma zevkini tatmayayım mı?
987– Umut
Hoca, merkebini kaybetmiş, aramaya başlamış. Hem arar, hem türkü söylermiş. Görenler:
– Hayrola hoca demişler, ne yapıyorsun?
– Eşeğim kayboldu da, onu arıyorum.
– Peki ama, bu ne biçim eşek arayış? Hoca:
– Bir umudum, şu dağın ardında demiş, orda da bu‑lamazsam seyreyleyin feryadı bende.
988– Senin gibiler
Hasisin biri güya hocaya takılır:
– Hocam, demek parayı sen de seviyorsun ha, fakat neden?
Hoca, hemen cevap verir:
– Adamı, senin gibilere muhtaç etmez de ondan.
989– Elin eşeği
Subaşmın eşeği kaybolmuş. Adamları, kol kol ayrılıp aramaya çıkmışlar. Yolda Hocaya rastlamışlar. Hoca'nın bağların olduğu tarafa gittiğini anlamışlar ve ricada bulunmuşlar:
– Hocam sen de o taraflarda arayıver, demişler. Hoca hem türkü söyler, hem gidermiş. Birisi:
– Hoca ne yapıyorsun? demiş.
– Subaşinın eşeğini arıyorum.
– Bu nasıl eşek arayış böyle, deyince Hoca şu cevabı vermiş:
– El elin eşeğini türkü çağıra çağıra arar.
990– Bana görünme de…
Hocayı kandırmışlar, çirkin bir kadınla evlendirmişler. Sabahleyin Hoca sokağa çıkarken kadıncağız sormuş:
– Efendi demiş, akrabanızdan kimlere görüneyim, kimlere görünmeyeyim?
Hoca:
– Bana görünme de kime görünürsen görün, demiş.
991– Burun
Komşuları münasebetsizlik olsun diye Hoca'ya sormuşlar:
– Hocam burnun nerde? Hoca ensesini göstermiş.
– Tam aksini gösterdin, demişler.
– Bir şeyin aksi anlaşılmaz, bilinmezse kendi hiç bilinmez, demiş.
992– Göç etmedik mi?
Hoca'nın evine hırsız girmiş. Ne var, ne yok, toplayıp denk yapmış. Tam bu esnada hoca uyanmış ve hırsızın farkına varmış, ancak hiç sesini çıkarmamış. Hırsız çıkıp giderken Hoca da yatağını, yorganını sırtına vurup peşine düşmüş. Hırsız, evine varınca arkasına dönmüş, bakmış ki Hoca da geliyor.
– Be adam demiş, senin burada ne işin var? Hoca:
– Bu eve göç etmedik mi ki? demiş.
993– Benim sözüme inanmıyorsun da
Komşulardan birinin bir işi olur, Hoca'ya baş vurup eşeğini ister. Hoca:
– Eşek burda değil, değirmene buğday yolladım, der. Tam o sırada eşek, ahırda anırmaya başlar. Komşusu:
– Hani eşek burda değildi, bak anırıyor. Hoca, eliyle sakalını tutup:
– Sübhânallah der, bu yaşta, ak sakalımla benim sözüme inanmıyorsun da eşeğin sözüne inanıyorsun ha?
994– Kara kara düşünür
Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken şaşkınlıkla bir papağanın 3 altına satıldığına şahit olmuş.
Çünkü bir hindinin fiyatı o zaman iki ya da üç kuruşmuş. Hızla eve yönelip hindisini aldığı gibi pazara gelerek:
– Hadi millet, dört altın, dört altına hindi! diye bağırmış. Bu sefer çevredekiler şaşkınlıkla:
– Nasıl olur Hoca, bir hindi bu kadar para eder mi? diye takılmışlar. Hoca papağanı kastederek:
– El kadar kuş o kadar ediyor da bu neden etmesin? demiş.
– Ama o kuş konuşuyor, demişler.
Hoca:
– Bu da kara kara düşünüyor, demiş!
995– Büyümüşsün
Nasreddin Hoca bir gün köyünün dışına çıkarken, yıllar önce büyük şehirlere gitmiş olan bir çocukluk arkadaşıyla karşılaşınca:
– Vay eşek herif! Sen ha! diyerek özlemini belirtir. Arkadaşı kızarak:
– Ayıp yahu! Onca yıldır görüşmüyoruz, bu söylenecek laf mı yani? diye kızar.
Hoca:
– Ne kızıyorsun. Sana küçükken 'sıpa' diyorduk. Bak, şimdi büyümüş eşek olmuşsun maşallah!
996– Ya içinde olsaydım
Hoca bir gece ay ışığında, bahçede beyazlar giymiş, kollarını açmış bir adam görür ve karısına seslenir:
– Karı, ver şu oku, yayı, hırsız var.
Karısı yayı, oku getirir, hoca nişan alıp adamı vurur.
– Leşini yarın kaldırırız der, yatalım şimdi. Ve öylece yatarlar.
Sabah olunca küreği, kazmayı alıp bahçeye çıkar bir de ne görsün, vurduğu, kendi gömleğiymiş. Karısı gündüz yıkayıp kurusun diye ipe asmış.
Hoca, hemen secdeye kapanır, şükreder. Karısı:
– Neye şükrediyorsun efendi deyince,
– Nasıl şükretmeyeyim der, bak, tam göğsünden vurmuşum ya içinde ben olaydım!
997– Acemi berber
Hoca bir gün berberde tıraş oluyormuş. Berber acemiymiş, boyuna Hoca'nın başını keser, çenter, pamuk ya‑pıştırırmış. Başının yarısı tıraş edilince Hoca kalkmış, gidiyor. Berber:
– Nereye Hoca, yarısı kaldı deyince, Hoca:
– Sen yarısına pamuk ektin, ben de öbür yarısına keten ektireceğim demiş.
998– Parayı veren düdüğü çalar
Hoca, bir gün pazara gidiyormuş. Çocuklar başına üşüşüp
hepsi bir ağızdan:
– Hoca"bana düdük al"demeye başlamış. Hoca hepsine:
– Olur, olur, demiş.
Ancak içlerinden biri, Hocaya para vermiş:
– Hoca bununla bana düdük al, demiş.
Hoca, ona da"olur"demiş. Akşam pazardan dönünce parayı verene düdüğü uzatmış. Öbür çocuklar:
– Hani bizim düdükler? deyince, hoca cevabı yapıştırmış:
– Parayı veren, düdüğü çalar.
999– Sen de haklısın
Adamın biri, Hocaya gelir, hasmından şikâyet eder, derdim uzun uzun anlatır:
– Haklı değil miyim amma Hocam, der. Hoca:
– Haklısın komşucuğum haklısın, der.
O adam gider, bu defa onun hasmı gelir. O da dert yanar, sonunda:
– Haklı değil miyim amma hocam, der. Hoca ona da:
– Haklısın, yerden göğe kadar haklısın, der. O da gidince, karısı hocaya:
– Hoca Efendi der, biri geldi şikayetini anlattı,"haklısın"dedin. O gitti, öbürü geldi, ona da"haklısın"dedin. Bu ne biçim iş? Elbette bunların biri haklı, öbürü haksız.
Hoca, kansına:
– Sen de haklısın karıcığım der, sen de haklısın.
1000– Ya tutarsa
Hoca bir gün, biraz yoğurt mayası almış. Akşehir gölüne gitmiş, mayayı göle atmış. Biri görmüş:
– Ne yapıyorsun Hoca? demiş. Hoca:
– Göle yoğurt mayası katıyorum demiş. Adamcağız şaşırmış:
– Tutar mı hoca? demiş.
– Ben de biliyorum, tutmaz amma demiş, ya tutarsa!