480– Palavranın bu kadarı…
Avcı anlatıyormuş:
– Çalılıkların arasında ilerlerken bir baktım 50 metre ötemde bir aslan…
– Ee ne yaptın?
– Yaklaşmasını bekledim… 20 metreye geldi, 10 metreye geldi…
–Eee…
– 5 metre, 2 metre, l metre…
– Bas artık tetiğe…
– Bastım tetiğe… Ama namluya kurşun koymayı unutmamış mıyım?
– Eee ne oldu sonra?
– Hiiiç aslan beni yedi!…
481– İstatistikçiler avda…
Üç istatistikçi ava çıkmış. Birden karşılarına bir fil çıkmış. İstatistikçilerden biri hemen tüfeğim doğrultup ateşlemiş; fakat mermi filin 10 metre solundan geçmiş. Hemen ikinci istatistikçi tüfeğini ateşlemiş; fakat o da filin 10 metre sağından ıskalamış. Bunu gören üçüncü istatistikçi sevinç çığlıkları atmaya başlamış:
– Vurduk! Vurduk!…
482– Sürekli atıyorum
Birkaç avcı toplanmış, başarı dolu anılarından söz ediyorlardı. Bu arada içlerinden biri anlatmaya başladı:
– Geçenlerde kırdaydım. Baktım, havadan müthiş kalabalık bir yaban ördeği sürüsü geçiyor. Hemen çifteye davrandım. Atıyorum, düşüyorlar, atıyorum düşüyorlar, atıyorum…
Dinleyenlerden biri kaygıyla sözünü kesti:
– İyi ama kardeşim, sen hiç durmadan atıyorsun, hiç indirip çifteyi doldurmuyor musun?
Beriki anlatışının coşkusu ile doluydu, o coşku ile cevapladı:
– Çifteyi doldurmaya vakit mi var? Kuşlar geçip gitmeden ne kadar vurursam kârdır diye ben sürekli atıyorum…
483– Gözlerine kıyamadım
Acemi avcının karşısına birden bir tilki çıkmış. Tilki ile acemi avcı bir an korku içinde birbirlerine bakışmışlar, neden sonra tilki avcının harekete geçmesini beklemeden usulca oradan sıvışmış. Durumu gören arkadaşları sormuşlar:
– Ne yaptın?… Niye ateş etmedin?
Acemi avcı üzgün bir gülümsemeyle cevaplamış:
– O kadar güzel gözleri vardı ki mübareğin kıyamadım.
484– Bir enayi bulunur
Adamın biri, deniz kıyısında balık tutan bir adamla bir müddet konuştuktan sonra sordu:
– Balık tutmak iyi ama, burada saatlerce yalnız başına insanın canı sıkılmaz mı?
Avcı cevap verir:
– İnsan burada hiç yalnız kalmaz… Nasıl olsa konuşacak bir enayi bulunur.
485– Mateme bürünmüş
İki avcı akşama kadar dağ bayır dolaşıp köye elleri boş dönerlerken biri ağaçtaki kargaya ateş edip vurur ve böbürlenmeye baslar:
– Gördün mü, bıldırcın vurdum. Arkadaşı güler:
– Hiç kapkara bıldırcın olur mu? Bu karganın ta kendisi… Ötekinin palavrası hazırdır:
– Geçen hafta bunun eşini vurmuştum. Mateminden karalara bürünmüştür.
486– Tuzlu fişekler
İki avcı dertleşiyorlardı. Birisi:
– Avı çok uzaklarda vurduğum zaman eve gelene kadar etleri kokuşuyor…
Diğeri çaresini söyledi:
– Bunun kolayı var. Ben fişeklere koyduğum saçmaları tuzluyorum. Avı vurduğumda tuzlandığı için kolay kolay kokuşmuyor…
487– Mucize
Adamın biri, elinde olta ile deniz kenarında oturan yaşlı bir adama yaklaştı sordu:
– Burada balık tutmak yasak değildir, değil mi?
– Yasak değil ama balık tutmak mucizedir.
488– Daha önce kesmişler
Avcı arkadaşlarına övünüyordu:
– Bir vuruşta aslanın kuyruğunu kopardım, dedi.
– Başını niye kesmedin, diye sordular.
– Daha önce kesmişlerdi… dedi.
489– Hakkı da yok değil
Adam heyecanla anlatıyordu:
– Bir de ne göreyim, karşımda kocaman bir arslan durmuyor mu? Geri döneyim dedim, bir arslan da arkamda belirivermez mi? Bir yanım uçurum bir yanım sarp kaya…
Dinleyenlerden biri merakla sordu:
– İyi ama nasıl oluyor da halâ yaşıyorsunuz?
Adam ihmalkâr bir ifadeyle cevap verdi:
– Hadi canım, bu da yaşamak mı?
490– Post
Avdan elinde bir tilki postuyla döndüğünü gören arkadaşları avcının etrafını sarıp sorarlar:
– Bu tilkinin derisini ne zaman yüzdün? Avcı umursamaz bir eda ile omuz silker:
– Ben onun derisini filan yüzmedim, attığım kurşun, tilkiyi kuyruğundan kayaya çaktı. Tilki can havliyle kaçtı, postu da orada kaldı.
491– Hâlâ kovalar
Avcının biri köy kahvesinde anlatıyordu:
– Benim tazı bir tavşanın peşine takıldı, iki gündür köye dönmedi…
Köyün tecrübeli ve yaşlı avcısı söze karıştı:
– İnanırım buna, dedi. Evlendiğim gün ava çıkmıştım. Köpeğim bir tavşanın peşine takıldı, aradan kırk yıl geçti hâlâ dönmedi. Arada sırada Toros Dağlarından, Erzurum'dan, Karadeniz yaylalarından haber gelir. Hâlâ kovalarmış tavşanı!…
492– Nereden tanıyorlar?
Ayının biri ormanda bir avcı grubuyla karşılaşmış. Avcılar bir ağızdan"Ayı, ayı"diye bağırıp ayıyı kovalamaya başlamışlar. Ayı da kaçmaya… Ayı koşmuş, avcılar kovalamış. Ormanı iyi bildiği için ayı gözden kaybolmayı başarmış. Soluk soluğa inine geldiğinde, kendi kendine sormuş:
– Ben bu adamların hiçbirini tanımıyorum da… Onlar beni nereden tanıyor acaba?
493– Daha küçüktünüz
Afrika'da her yaz vahşi hayvan avına çıkan bir adam, çocuklarına sık sık anlattığı bir av serüvenini tekrarlıyordu:
– Onbeş panter! Tam onbeş panter vardı karşımda! Bastım tetiğe, hepsini vurdum!
Çocuklarından biri:
– Babacığım, geçen yıl on panteı demiştimiz, dedi.
Baba kızdı:
– Geçen yıl henüz küçüktünüz. Sizi korkutmamak için öyle dedim!…
494– Meşru müdafaa
Avlanmanın yasak olduğu bir bölgede, iki bekçi adamın birini çantasında tavşanla yakalamışlardı. Avcı kendim savundu:
– Ne yapayım? Üzerime saldırdı, ben de kendimi korumak zorunda kaldım.
495– Balıkçı
Önlerinden geçen cenazeye yol vermek için duran iki kişi, tabutun üstünde zokası, misinası ile bir kamış gördüler.
– Ölen bir balıkçıydı herhalde, dedi biri."Güzel bir buluş doğrusu."
Öbürü tasdik etti:
– Evet, muhakkak bir balıkçıydı, gerçekten iyi akıl etmişler bunu…
Bu konuşmaları duyan bir üçüncü kişi:
– Yanılıyorsunuz beyler, dedi."Tabuttaki bayan Fadime'dir. Kocası cenazeden sonra balığa gidecek de…"
496– Bakkal köpek
Üç avcı arkadaş köpeklerini övüyorlardı. Birisi:
– Benim köpeğime listeyi veririm, bakkaldan malları alır getirir… dedi.
Öbür avcı ondan baskın çıktı:
– Benim ki yalnız malları almakla kalmaz, paranın üstünü de kuruşu kuruşuna getirir…
Üçüncü avcı arkadaşlarına gülen gözlerle baktı:
– Sizin köpeklerin alış–veriş ettiği dükkânın sahibinin benim köpeğim olduğunu bilmiyor muydunuz yoksa?… Benim köpeğim bakkallık yapar da…
4
97– Attığımı vururum
Meşhur bir avcının karşısına bir gün ünlü bir pehlivan çıktı:
– Yiğit isen tut da beni yere vur! dedi. Avcı:
– Dostum, ben nişancıyım, tuttuğumu değil, attığımı vururum.
498– Giyinemedi bile…
Avcının biri ava gider, fakat hiç bir şey vuramadan döner… Daha doğrusu dönerken eli boş dönmesin diye kasaptan bir tavşan alır. Eve geldiğinde karısı sorar:
– Bu da ne, derisi soyulmuş bir tavşan mı avladın?
– Ne sandın ya! Elbette… Çalıların ardına saklanmıştım. Bir de ne göreyim; iki tavşan aşk yapmıyorlar mı? Tüfeği doğrultup ateş ettiğim gibi… Görüyorsun ya, giyinmeye bile fırsat bulamadı zavallı…
499– Uzun atlama
Avcının biri anlatıyordu:
– Düşün bir kere, bizim Rüştü atı ile 4.5 metre atladı. Sabri pişkin pişkin güldü:
– O da bir şey mi? Bizim alt komşuyu tanırsın değil mi?
– Tanırım elbet.
– İşte o, beş saat doludizgin koştuktan sonra 5 metre 20 santim atladı.
– Bunda şaşılacak ne var? O kadar geriden hız aldıktan sonra babam da atlar.
500– Toz duman
İki avcı ormanda ayı avına çıkmışlardı. Bir süre dolaştıktan sonra bir ayı ini ile karşılaştılar. İnde sadece iki yavru ayı vardı. Anlaşılan ana ayı yiyecek bulmak için çıkmıştı.
– Yaşadık, dedi biri. Sen burada bekle, ben yavruları alıp geleyim, hemen kaçarız.
Ve girdi ine. Daha adam ine yeni girmişti ki homurtularla ana ayı çıkageldi. Avcıların kokusunu almıştı. Yavrularını merak ediyordu ki doğruca inine yürüdü.
Dışardaki avcı çaresizlik içindeydi. Çünkü silah içeri girende kalmıştı. Sonunda ayıyı ine girerken kuyruğundan yakaladı. Var gücüyle asılıyor, ayı ise ine girmek için patinaj yapıyordu.
– Tozutma yahu, diye bağırdı içerdeki.
– Dua et kuyruğu sağlam olsun, bir koparsa sen o zaman tuzu dumanı görürsün.
501– İşsiz
Fransızm biri Paris'te, bir kaç kuruş işsizlik maaşı almak için işsizler bürosuna başvurur. Oradaki memur, usulen"Ananın adı, babanın adı, doğum yeri, doğum tarihi"gibi. klasik sorulardan sonra sorar:
– Mesleğiniz?
– Bendeniz avcıyım efendim.
– Pek güzel, ne avlarsınız peki…
– Efendim bendeniz gergedan, timsah, fil, balina, aslan gibi şeyler avlarım.
– Ya öyle mi, ne kadar ilginç? Peki bunları nerede avlarsınız?
– Burada efendim, Paris'te Sen Nehri kıyılarında… İşsizlik bürosu memuru biraz şaşalar:
– Fakat bu hayvanlar bizim Sen Nehri civarında ne arar? • Avcının cevabı:
– Hakkınız var efendim, ben de onun için işsizim ya…
502– Tepeden inme tehlike
Bir gün anne balık etrafına yavrularını toplamış, onlara nasihat ediyor ve karşılaşabilecekleri tehlikeleri anlatıyormuş:
– İşte yavrularım! Buna olta derler, sakın ucundaki yeme aldanıp da ağzınıza almayın. Sonra kendinizi yukarıda bulursunuz. Buna zoka derler sakın yutmayın. Buna ağ derler, sakın içine düşmeyin. Buraya dalyan derler, sakın semtine uğramayın.
Fakat bu sırada balıkçının birisi ani olarak serpme ağı yukarıdan aşağıya giydirmiş.
Ana balık ortada, yavrular etrafında, hepsi de ağın içinde kalınca şaşırmışlar. Yavrular analarının yüzüne bakarak hayretle sormuşlar:
– Peki ama sen bize bu tehlikeden hiç bahsetmedin. Bu ağdan nasıl kurtulacağız?
– Yavrularım, buna tepeden inme tehlike derler. Hiç ama hiç çaresi yoktur.
503– Gözler zayıflayınca
İki arkadaş sokakta karşılaşmışlardı. Bir tanesi ötekine:
– Haftaya Afrika'ya fil avlamaya gidiyorum, dedi. Arkadaşı şaşkındı:
– Sahi fil mi dedin? Bense yalnız kelebek avladığını sandırdım.
– Öyleydi ama, son zamanlarda gözlerim zayıflamaya başladı da…
504– Allah korumasaydı…
Yılların avcısıydı. Hiç bir av mevsimim kaçırmaz, tam teçhizat ava giderdi. Ama bütün bu yıllar içinde hiç bir şey vuramadığım bilmeyen de yoktu. Atıcılığındaki bu acemilik arkadaşları arasında alay konusu idi…
Yine bir gün avdan dönmüştü. Yorgun argın gelip avcılar kahvesine girdi. Arkadaşlarından biri:
– Anlat bakalım, bugün şansın nasıldı? Avcı dudak büktü:
– Fevkalâde, dedi. Allah acıyıp korumasaydı, attıklarımın hepsini vurmuştum.
505– Alicenaplık
Kralın biri maiyeti ile birlikte avlanmaya çıkmıştı. Av uşakları, çevredeki ördekleri ürkütüp, kralın önünden geçirtiyorlar. Bir ara kral, önünden geçen bir ördeği nişan alıp ateş ediyor, merakla yanındaki dalkavuğuna soruyor:
– Vurdum mu? Dalkavuk:
– Majesteleri, zavallı ördeğin hayatını bağışlamak âlicenaplığında bulundular.
506– Öğüt
Bir arslan yavrusu yorgun bir avcıyı kovalıyarak eğleniyordu. Derken anne arslan çıkageldi:
– Oğlum, yiyecekle oynanmaz diye sana kaç kez söyledim.
507– Bozacının şahidi şerbetçi
Avdan dönen avcı arkadaşlarına anlatıyordu:
Bugün bir yaban güvercini vurdum. Bir de baktım, saçmanın biri hayvanın tırnağından girip gözünden çıkmış… Dinleyenler:
– Amma attın ha, olacak şey mi bu? derler. Avcının arkadaşı onu destekler:
– Ben de şahidim… Ateş ettiğinde güvercin gözünü kaşıyordu…
508– Hayvanat bahçesinde
Afrika'dan yeni dönen adam, arkadaşlarına izlenimlerini anlatıyordu:
– Bir gün müthiş iri bir arslanla karşı karşıya geldim. Elimde silah da yoktu. Yaklaştı yaklaştı, neredeyse burun buruna geldik. Sonra birdenbire kükreyerek üzerime atıldı. Ben hiç yerimden kıpırdamadım bile…
– Sonra… diye merakla sordular. Sakin bir tavırla:
– Sonrası hiç… Onu bırakıp maymunlann kafesinin önüne geçtim.
509– Dört tavşan
Avcı kahvede heyecanla anlatıyordu:
– Yeni tüfeğimi denemek için ava gittim. Karşıma bir tavşan çıktı. Tüfeği doğrultup ateş ettim. Bir de ne göreyim, dört tane tavşan vurmamış mıyım?
Dinleyenlerden biri dayanamadı:
– Palavranın bu kadarını duymamıştım… Avcı pişkin:
– Kesinlikle yalanım yok. Çünkü vurduğum tavşanın karnında üç tane de yavru vardı…
510– Kabak
İki avcı sohbet ediyorlardı. Biri anlattı:
– Geçen gün köye giderken bir bostanda kocaman bir kabak gördüm. Karşıdan bir deve kervanı geliyordu. Devenin biri, kabağın kenarından ısırdı ve delik açtı. Az sonra yiye yiye deliği büyüttü, derken kabağın içine daldı. Arkasından da öteki develer.
Dağa odun kesmeye giden bir oduncu da kabağın sapını kesmeye başladı, fakat balta sapından çıktığı gibi, kabağın içine düşüp kayboldu. Oduncu da içeri girip baltasını ararken deveciye rastladı. Deveci:"Ne arıyorsun burada?"diye sordu. O da"Baltam kayboldu, onu arıyorum"cevabım verdi. Bunun üzerine deveci:"Yahu, ben koca deve katarını kaybettim, sabahtan beri arıyorum bulamıyorum da, sen ufacık baltayı nereden bulacaksın"dedi.
İkinci palavracı bu sözler üzerine dayanamadı, başladı sıkmaya:
– Ben de geçen gün demirci dükkânında bir kazan gördüm. Kazanın iki kulpunda iki usta çalışıyordu. Ama arası o kadar uzaktı ki, birinin çekiç sesini öteki duymuyordu… diye anlatmaya başlayınca, birincisi:
– Amma yaptın ha! dedi. Hiç bu kadar büyük kazan olur mu?
Öteki cevap verdi:
– Benim kazan olmazsa senin kabağı nerede pişireceğiz?
511– Deveyi düze indir.
İki palavracı yârenlik ediyorlarmış. Birincisi:
– Dün akşam bir şimşek çaktı… diye söze başlamış. Ortalık gündüz gibi oldu. Dağın eteğinde tam beş bin çakal saydım.
İkincisi:
– Şimşek çakınca ben de dağın tepesinde bir deve gördüm. Başını uzattı, ovadaki dereden su içti.
Birincisi dayanamamış:
– Hadi hadi, deveyi düze indir! Öteki de hemen atılmış:
– Sen de çakalı yüze indir!
512– Antika
İki arkadaş konuşuyorlardı:
– Bu tüfek eşsizdir azizim. Taa Hz. Nuh devrinden kalmadır.'
–Atıyorsun, o zaman daha tüfek icad edilmemişti ki…
– Tamam işte, onun için eşsizdir ya…
513– Patlıcan
Adamın biri, ünlü bir zenginin sofrasından eksik olmaz, onun gönlünü edip bahşiş koparmak için yapmadığı şaklabanlık kalmazdı. Zengin adam, bir gün onu sınamak için patlıcanı övmeye başladı:
– Bayılırım şu patlıcana, her yemeği lezzetlidir.
– Öyledir efendimiz, sebzelerin şahıdır. – Hele karnıyarığına doyum olmaz.
– Olmaz efendimiz, ah, nasıl da burnumda tüttü… Yarım saat sonra, zengin olanı yine sözü patlıcana getirdi:
– Bu mendeburun da nesini beğenirler bilmem ki?
– Hakkınız var efendimiz, beğenilecek bir tarafı yoktur.
– Sebzelerin en berbatı patlıcandır herhalde…
– Şüphesiz efendimiz, ağıza konacak nesne değildir. Bunun sözlerden sonra zengin adam dayanamamış:
– Yahu demiş, daha demin patlıcanı göklere çıkarıyordun. Şimdi yerin dibine batırıyorsun? Bu ne iş…
Öteki boynunu bükmüş:
– I en efendimizin dalkavuğuyum, patlıcanın değil…
514– Marifetli hayvanlar
Peşinde bir köpek, omuzunda bir papağanla sirk müdürünün karşısına gelen adam:
– İki hayvanım da çok iyi eğitilmiştir. Şahane bir numaraları var. Köpeğim nefis saksafon çalar. Bütün popüler parçalan, notalarına bakarak çalar.
– Peki papağanınız ne iş yapar?
– O da sayfaları çevirir.
515– Palavranın daniskası
Palavracılardan üçü bir araya gelmiş sohbet ediyorlardı: Birincisi sıkmaya başladı:
– Ben, o kadar iyi boya yaparım ki anlatamam. Geçen gün elime bir tahta aldım boyadım. Mermere öylesine müthiş benzetmiştim ki, suya koyunca battı!
İkincisi lafa karıştı:
– O da bir şey mi? Ben o kadar ustaca resimler yaparım ki şaşarsınız. Geçen hafta bir adam portresi yaptım, o kadar canlı oldu ki, her gün sakalı uzuyor.
Üçüncü palavracı dayanamadı:
– Yahu, bunlar da marifet mi? Ben bir gün oltayla balık avlıyordum. Oltama ağırca bir şey takıldı. Çektim, bir de baktım ki, bir köpek balığı. Eve götürüp ehlileştirdim. Ne zaman sokağa çıksam arkamdan gelirdi.
Diğer iki palavracı meraklanmışlar:
– Eee!?
Üçüncü palavracı devam etmiş:
– Eeesi bir gün deniz kenarında yürüyorduk, benim köpek balığının aniden ayağı kaydı, denize düştü ve boğuldu!
516– Soru biçimi
Arnavut'un biri, günün birinde tesadüfen bir fare öldürmüş. Yanında kahraman edasıyla beklemeye başlamış. Gelip geçenler fareyi gördükçe sorarmış:
– More kim öldürdü bu fareyi? Arnavut cevap vermezmiş.
– More kim öldürdü bu sıçanı? Yine ses yok…
Derken bir yolcu geçerken sormuş:
– More kim öldürdü bu aslanı?
– Arnavut göğsünü kabartmış:
– More, ben öldürdüm…
517– Palavracılara kızarım
Gemi demir almış, kalkacak, fakat üç tayfa kaptanla kavga edip ayrılmışlar. Kaptana tayfa lazım. Rıhtımın kenarında oturup ayaklarını denize sallandıran üç kişiyi gören kaptan, haber göndermiş:
– Eğer işleri yoksa gelip tayfa olsunlar! Üçü de işsiz, güçsüz; gelmişler.
Gemi denize açılmış, karadan uzaklaşmış, uçsuz bucaksız deniz, kaptan yeni tayfaları çağırmış:
– Gelin bakalım buraya siz ne iş yaparsanız? Biri öne çıkmış:
– Ben çok iyi görürüm!
– Neyi görürsün?
Adam elini kaslarının üserine, alnına götürmüş, bası, sonu görünmeyen denize bakmış ve anlatmış.
– Karşıda Hint padişahının sarayı var. Sarayın üçüncü katında soldan ikinci pencere açık. Padişahın kızı elindeki altın iğne ile atlas yorgana ipek ibrişimle nakış işliyor…
Kaptan"lahavle"deyip öbürüne dönmüş:
– Sen ne iş yaparsın?
– Ben de çok iyi duyarım.
– Neyi duyarsın?
– Hani biraz önce arkadaşım, Hint Padişahının sarayında altın iğne ile atlas yorgana nakış işleyen padişahın kızım görmüştü ya!
– Evet görmüştü!
Adam elini kulağına götürmüş, bir süre dinlemiş:
– Tamam duydum!
– Neyi duydun?
– Padişahın kızı var ya! Hani altın iğne ile nakış işleyen..! Elindeki o altın iğne, atlas üzerine düştü ve"tmnn!"diye biıf ses çıkardı. İşte onu duydum.
Kaptan hırsından herifleri denize atacak, ama bir de üçüncüye sorayım demiş:
– Sen ne iş yaparsın?
– Ben kızarım efendim!
– Neye kızarsın yahu?
Adam iki arkadaşını göstermiş:
– İşte böyle münasebetsiz palavracılara!
518– Hasat
Boş zamanlarında avcılık da yapan iki ziraat mühendisi,! aralarında konuşuyorlardı. Birisi:
– Batıda hasat o kadar az oldu ki, yok gibi bir şey. Diğeri hemen atıldı:
– Bizim doğuda hasat bir felâketti. Öyle ki, buğdayların' kısalığından kuşlar diz çöküp taneleri yemek zorunda kalıyorlar.
519– Kuyruk uzunluğu
Adamın huyu kötüydü. Palavra sıktı mı insafsız atardı. O yüzden pek alaya alındığını bildiği için uşağına tembih etmişti. Ne zaman bir palavra söyleyecek olsa, öksürerek, kendisine ihtar edecekti. Bir gün yemekten sonra, davet ettiği arkadaşlarıyla yenilip içilip hoş–beş edilirken anlatmaya başladı:
– Dün avdan bir arslan getirdiler. Abartma sayılmasın kuyruğu 2 metreye yakındı, deyince uşağı öksürdü. Kendine gelen bey:
– Yani, işte şöyle böyle 1,5 metre vardı. Yine bir öksürük sesi işitince:
– Belki o kadar değil ama, l metre kadar vardı diyebilirim.
Uşak tekrar öksürünce dayanamayarak uşağa döndü:
– Behey imansız! Ne yani… Aslanın hiç mi kuyruğu yoktu?
520– İki soğuk ülke
Atmayı seven iki arkadaş konuşuyorlardı.
– Bizim ülke çok soğuktur. Kış tam 11 ay sürer.
– Sizinki yine iyisi. Bizde kış tam tamına 12 ay sürer. Hatta bazı seneler gelecek seneden de bir ay avans alır…
521– Boksörler
İki eski boksör konuşuyorlardı. Biri:
– Sen beni bilmezsin… Bir maçımda rakibime bir sol kroşe indirdim. O maçtan sonra rakibim malulen emekli oldu, dedi.
Beriki lafın altında kalacak cinsten değildi, gülerek:
– Ben de bir maçımı hiç unutmam… Karşımdaki iri yarı zenciye bir direk çıktım. Adam ikinci raunda yetişebilmek için tekrar bilet almak zorunda kaldı…
522– Kararma
Arkadaşının biraz palavracı olduğunu bilirdi:
– Afedersin ama, konuşurken niçin gözlerini kapatıyorsun?
– O kadar yüksek şeylerden bahsediyorum ki gözlerim kararıyor.
523– Bir tane daha vursaydı
Kabadayılığıyla tanınmış bir adamın karşısına bir gün başka bir bıçkın çıkmış, kapışmışlar, eşek sudan gelinceve kadar dayak yemiş. Az sonra, olay yerine yetişen ahbapları etrafını sarmışlar:
– Yahu ne oldu? Nedir bu hal?
– Hiç, demiş, az kalsın kafam kızıyordu. Bereket tam zamanında bırakıp gitti. Bir tane daha vursaydı ayağımın altına alacaktım deyyusu.
524– Soğuktan
İki kişi kışın soğuktan şikayet ederek aralarında konuşuyorlarmış: Erzurum'lu:
– Bizde soğuklar çok şiddetlidir. Kışın bir horoz damdan dama uçsa havadayken buz kesilir, deyince karşısındaki İranlı:
– O da soğuk mu ki, kışın Tahran'da iki kişi sokakta konuşsa kelimeler buz kesilir, karşısındakinin suratına küt küt vurur… demiş.
525– Hayat şurubu
Şarlatanın biri, sokakta büyük bir kalabalığı etrafına toplamış, bangır bangır anlatıyordu:
– Hanımlar, beyler! Gördüğünüz bu hayat şurubu, torunların torunlarını görmenize yarar. Bakın, aynı şurubu ben de kullanıyorum, çelik gibi sağlamım. Daha geçen gün 150 yaşıma bastım.
O sözlerini bitirince yardımcısı kalabalığın arasına karışıp, elli bin lira karşılığında isteyenlere bir şişe hayat şurubu satmaya başladı. Alıcılardan biri yardımcısının kolunu tutup sordu:
– Baksana yahu, bu adam gerçekten 150 yaşında mı?
– Bilmem ki kardeşim, ben ancak 100 yıldır yanında çalışıyorum.
526– İsabet
Acemiliğiyle meşhur bir avtı, arkadaşlarını çağırıp bir kapı üzerine çizilmiş hedefe tam isabet etmiş olan bir kurşunu göstererek:
– Bir de beni beğenmezsiniz. Bu kursunu tam ücvüz adım mesafeden ben attım, der.
Arkadaşları inanmazlar:
– İmkanı yok, olmaz.
– Şahit gösterirsem…
Arkadaşları bu teklifi kabul ederler. Komşular çağrılır, bu kurşunun üçyüz adım mesafeden kendisi tarafından atıldığına şehadet ederler.
Arkadaşları hayretler içinde sorarlar:
– Peki nasıl oldu da bu kadar kati bir isabet elde edebildin?
– Bundan kolay ne var? Ben evvela kurşunu attım. Sonra da hedefi çizdim.