357– Ucunu arıyor
Elinde, iri bir sicim destesi olan bir deli, geziniyordu. Sicim sağa, sola saçıldıkça da, çığlığı basıyordu! O sırada başka bir deli yaklaştı ve sordu:
– Ne arıyorsun be?
– Ucunu arıyorum.
Öteki deli kahkahalarla gülmeye başladı:
– Onun ucunu hiçbir zaman bulamayacaksın. Çünkü ben az önce kestim!…
358– Sadece artistlere
Ruh doktoru, gedikli hastasını iyice muayene ettikten sonra:
– Sizi daha iyi görüyorum, dedi.
– Evet, teşekkür ederim, dedi hasta.
– Nasıl, yine radyoda anons yapan spikerlerle konuşuyor musunuz?
– Hayır doktorcuğum, radyoyu sattım kurtuldum. Onun yerine bir televizyon satın aldım. Sadece oradaki artistlere dilimi çıkarıyorum.
359– Yazar
Deliye"yaz"demişler. Almış eline kalemi başlamış yazmaya, daha doğrusu karalamaya.
– Oku yazdığını demişler.
– Okuyamam, demiş:
– Neden? diye sorunca:
– Benim yazmam var, okumam yoktur, demiş.
360– Pahalı tedavi
Kadının biri, ruh doktoruna:
– Doktor bey, kocam kendini at zannediyor ve bütün gün kişniyor, dedi.
– Oooo, güç bir durum olsa gerek. Yalnız tedavisi size bir hayli pahalıya patlar.
– Hiç önemi yok doktor bey. Kocam nasıl olsa bütün yarışları kazanıyor…
361– Masraf
İki deli hastane parkında dolaşırken gökte olağanüstü güzellikte bir gökkuşağı görüyorlar. Biri kızıyor:
– Hükümet böyle şeylere para buluyor da, bizi iyi etmeye bulamıyor.
362– Marifet
Biı gün tımarhaneden kaçan bir deli, tam müezzin ezanı okurken minareye çıktı ve müezzinin ezanını yarıda bıraktırarak adamcağızı:
– Hadi buradan aşağı atlayalım! diye zorlamaya başladı. Müezzin bir çare düşündü:
– Dostum dedi, buradan aşağıya atlamak da iş mi? Beş yaşında bir çocuk bile yapar bunu. Asıl iş, aşağıdan yukarı atlamak. Gel seninle inelim de oradan buraya atlaylalım, dedi.
Deli:
– Sahi, doğru söylüyorsun! diye razı oldu.
363– Tamir
Tımarhanenin baştabibi bir gazeteciye hastahaneyi gezdiriyordu. Bir koğuşa girdiler. Doktor izahat verdi:
– Burası, otomobille aklını bozmuş olanların koğuşudur. Gazeteci:
– İyi ama koğuşta kimse yok…
– Göremezsin, dedi doktor."Zira bütün deliler ranzaların altında arabalarını tamir ediyorlar…"
364– Direğin sonu
Deliler, akıl hastanesinin yüksek bayrak direğine, birer birer tırmanıyorlar. Her çıkan deli, tepedeki bir noktaya bakıp kahkahalarla gülüyor ve aşağı iniyor.
Bu durumu gören asistan doktor da sonunda merak etmiş, tırmanmış ve direğin tepesine yapıştırılmış bir kâğıt üzerine yazılı şu iki kelimeyi okumuş:
"Direğin sonu."
365– Yüzme bilmiyorum da…
Doktor, beş akıl hastasını, boş havuzun önüne götürdü ve emretti:
– Haydi girin suya ve yüzmeye başlayın.
Bir tanesi hariç hepsi doktorun emrine uydular, boş havuzun içine doldular, kulaç atmaya başladılar…
Doktor havuza girmeyen delinin yanına yaklaştı. Gülümseyerek:
– Galiba sen iyileştin, söyle bakalım niye yüzmedin? Deli boynunu bükerek:
– Belki kızacaksınız ama doktor bey, ben yüzme bilmiyorum da ondan…
366– Nasıl seversiniz?
Başhekim akıl hastanesini gezerken bir köşede, hareketleri son derece normal bir hasta görmüş. Yanına yaklaşmış ve sormuş:
– Siz neden buradasınız? diye sormuş:
– Pamuklu çorapları yünlülere tercih ettiğim için! Başhekim şaşırmış:
– Bunda ne var ki, ben de pamuklu çorapları tercih ederim. Hasta sevinmiş:
– Yaa! Peki siz limonlu mu yoksa sirkeli mi yersiniz?
367– Söndürüverirsen…
Elindeki cep fenerini karanlıkta havaya doğru tutarak, kendisi gibi akıl hastası olan arkadaşına döndü:
– Hişşt, bak, aynen direk gibi göğe doğru yükseliyor; ucuna tırmanır mısın bunun?
– Sen beni deli mi sandın be!… Ben onun ucuna vardığım zaman sen cep fenerini söndürüverirsen ben nasıl düşerim yere biliyor musun? Ya kafam kırılır, ya da bacağım…
368– Nasıl da utangaç
Bir deli hastanenin bahçesinde dolaşırken bir ağacın dibinde bir şişe şarap bulur ve:
– Oh ne güzel… Bir şişe süt buldum, diye bağırır.
Sonra şişe ile birlikte bir köşeye çekilir. Şişenin mantarını çıkarır. İçindeki sıvının kırmızı olduğunu görünce kendi kendine:
– Aman Allahım!.. Beni görünce mahcubiyetinden nasıl da kızardı… diye söylenir.
369– Kralın gücü
Dünyanın her iki ucuna, doğusuna ve batısına egemen olan Büyük İskender bir deliye rastlayıp sormuştu:
– Dile benden ne dilersen?
Akıl hastası:
– Sinekler beni çok rahatsız ediyorlar, söyle de rahatsız etmesinler! dedi.
Büyük Kral gülümsedi ve:
– Öyle bir şey dile ki yapmak elimden gelsin, cevabım verdi.
Deli ona baktı ve:
– Sineklere bile sözünü dinletemeyen adamdan ne isteyebilirim? dedi.
370– Şekerini karıştırmalıydın
Akıl hastanesinin bahçesinde geziyorlardı. Biri durakladı, havuza eğilip ağzına biraz su aldı, doğrulup püskürttü. Yanındaki arkadaşı sordu:
– Hayrola ne oldu?
– Sabah iki şeker atmıştım, su hâlâ tatlanmamış.
– Elbet tatsız olacak. Karıştırdın mı ki?!
371– Mektup
Delinin biri tımarhanede mektup yazıyordu. Arkadaşları sordular:
– Kime yazıyorsun?
– Kendime, diye cevap verdi.
– Peki, oku bakalım.
– Okuyamam.
– Neden?
– Daha göndermedim ki!
372– Kurusun diye
Sık sık intihara teşebbüs eden bir deli bir gün yine kendim havuza atıp intihar etmek ister. Diğer bir arkadaşı derhal peşinden havuza atlayarak arkadaşını kurtarır. Fakat ertesi sabah aynı deliyi ağaçta asılı bulurlar. Doktor onu kurtaran deliye:
– Bak gördün mü? Sen onu kurtardın ama o yine kendini astı. Kurtarışın bir işe yaramadı, dedi.
Deli de doktora:
– Yok canım. O kendini asmadı ki. Kurusun diye onu ağaca ben astım, diye cevap verdi.
373– Önce kaçanlar
Sabah kahvaltısında delilere ufak bir muziplik düşünüldü. Zeytin tabağının içine biraz zeytin biraz da, zeytine benzediği için hamam böceği konup kapağı kapatıldı. Kahvaltı sırasında kapak açılınca bir taraftan böcekler kaçarlarken diğer taraftan deli zeytinleri yiyordu. Bunu gören yanındaki:
– Ulan enayi, dedi. Onlar nasıl olsa duruyor. Sen evvelâ kaçan zeytinleri yesene…
374– Centilmenlik
Akıl hastanesinin başhekimi, delilerden birine:
– Şu dolabı ikinci kata çıkarabilir misin? dedi. Yardım etmesi için de, yanına bir arkadaşını al…
Yarım saat sonra deli, kan ter içinde ve yüzü kıpkırmızı bir halde dolabı ikinci kata çıkardı. Başhekim sordu:
– Arkadaşın nerede?
– Dolabın içinde efendim, rafları taşıyor…
375– Yalan atıyorsun
İki deli tımarhane bahçesinde konuşuyordu. Birisi:
– Dün gece seni rüyamda gördüm, dedi. Öteki:
– Atıyorsun ulan! Ben seni görmedim.
376– Karıncalanmanın tedavisi
Her gece yatmadan önce ayaklarını haşerat ilacı ile yıkayan deliye başhekim sordu:
– Neden her gece böyle yapıyorsun? Deli kurnaz bir eda ile cevap verdi:
– Ayaklarımda karıncalanma var da doktor bey, haşerat ilacı ile karıncaları öldürüyorum.
377– Zır deli
Polis, bir İskoçyalı ile bir Yahudiyi"zırdeli"diye yakalayıp akıl hastanesine getirdi. Doktor, polise sordu:
– Niçin getirdiniz bunları? Polis:
– Efendim şu İskoçyalı köşede durmuş cebindeki tüm paraları sokağa saçıyordu.
– Peki yahudi?
– O da paraları toplayıp toplayıp İskoçyalı'ya geri veriyordu.
378– Midemize dokunursa…
Ruh doktoruna giden kadın:
– Kendim için gelmedim doktor bey, oğlum kaç gündür çamurlar içinde oynuyor, çamurdan küçücük pastalar yapıp fırında pişiriyor…
– Merak etmeyin hanımefendi. Dünyanın bütün çocukları bu çeşit oyunlar oynamaya bayılırlar.
Kadın doktorun eline sarıldı:
– Oh, çok şükür. Beni büyük bir üzüntüden kurtardınız doktor. Biz de oğlumun karısı ile başbaşa verip"ya midemize dokunursa"diye boşuna üzülüyormuşuz.
379– Pilot
Uçak doluydu. Açık, berrak bir havaya rağmen gayet rahatsız bir seyahat yapıyordu yolcular. Taklalar atılıyor, aniden pikeler, yükselişler… Nihayet dayanamadı bir yolcu ve pilot kabininden içeri girdi. Bir baktı pilot kahkahalarla gülmekte. Sinirlendi:
– İçerdeki kişiler heyecandan çırpınırken siz burada gülüyorsunuz. Ayıp doğrusu!
Adam kafasını çevirdi, gayet mütebessim.
– Siz benim niye güldüğümü biliyor musunuz?
– Hayır.
– Tımarhaneden kaçtığımı öğrendikleri zaman ki suratları gözümün önüne geliyor da…
380– Ağaç ve köpek
Biri kendini ağaç zanneden, diğeri de kendini köpek zanneden iki deli aynı hastane odasında kalıyorlardı. Biri doktora şikayette bulundu:
– Oda arkadaşımdan kurtarın beni. Kendini köpek zannediyor çünkü…
Doktor:
– Zannetse ne çıkar? Seni ısırmak mı istiyor yoksa?
– Keşke ısırsa… Ağaç olduğuma göre, ne yazık ki ağaç olduğumu o da biliyor, gelip gelip dibime işiyor.
381– Hastaya göre tedavi
Ruh doktoru, tedaviye gelen hastaya sordu:
– Mesleğiniz nedir?
– Otomobil tamircisiyim.
– Öyleyse yat bakalım şu kanepenin altına…
382– Yirmiüçüncü
Delinin biri pencereye oturmuş. Elindeki oltanın ucunu da sokağa sarkıtmış… Yoldan geçen soruyor:
– Orada balık mı tutuyorsun sen?
– Hayır, alık tutuyorum.
– Tutabildin mi bari?
– Çook… Seninle yirmiüç oldu!
383– Tanrı söyledi
Hastanenin hekimi bir deliye sorar:
– Peki bugün kimsiniz?
– Papa.
– Ooo! İyi size bunu kim söyledi?
– Tanrı söyledi.
Tam o sırada, ak sakallı zır deli bir ihtiyar söze karışır:
– Bu doğru değil, ben onunla zaten küsüm, konuşmuyorum, dedi.
384– Ruh hastası
Asabi hallerinden ürken bir ruh hastası doktora gider. Sıkı bir muayeneden sonra doktora yalvarır:
– Lütfen doktor bey doğruyu söyleyin, yaşayacak mıyım?
– Evet yaşayacaksınız, diye cevap verir doktor. Ama hiç tavsiye etmem.
385– Geri kalmış saat
Akıl hastanesinin bahçesinde bir deli sürekli iki yana doğru sallanıp duruyordu. Doktorlardan biri yanına vak‑laşip:
– Niye sallanıyorsun? diye sordu.
– Ben saatim de ondan.
– Peki saat kaç?
– Sekize beş var.
– Ama benimki dokuza beş var.
– Ya demek öyle. Saatleri bir saat ileri aldılar anlaşılan. Hiç haberim olmadı, diyerek daha hızlı sallanmaya başladı…
386– Tahterevalli
İki deli, pencereden dışarı bir kalas sarkıtmış, kalasın bir ucuna biri, öteki ucuna biri binmiş, tahterevalli oynuyorlardı.
Bir ara, dışardaki:
– Yahu, dedi, kapı çalınıyor galiba? Odanın içerisindeki:
– Sen dur, dedi, gidip ben bakarım!
Gidip kapıyı açtı. Az sonra arkadaşı yüzü gözü kan içinde kapıya geldi tabii. Omuzuna dokunarak:
– Yahu, dedi, kusura bakma… Kapıyı senin çaldığını bilseydim vallahi açmazdım!
387– Öksürük
Akıl hastanesinin avlusunda bir alay neşeli deli trencilik oynuyordu. Arka arkaya dizilmişler, ellerini birbirlerinin omuzlarına koymuşlar,"Çuf… çuf…"diye sesler çıkararak ilerliyorlardı. Oyun saatlerce devam etti. Nihayet gardiyanlardan biri, diğer bir arkadaşının yanına sokulup sordu:
– Yahu, bu oyun çok sürmedi mi? Durdursak şunları artık?
– Bağırmalarından mı sıkıldın?
– Yok be kardeşim, duman öksürtmeye başladı da.
388– Bir kedi daha…
Akıl hastanesinden kaçan iki deli, karşıdan gelen bekçiyi görünce iri gövdeli bir çınarın arkasına saklandılar. Bekçi, onların ayak seslerim işitmişti. Sordu:
– Kim o?
İçlerinden biri kedi gibi miyavladı.
Bu başarılı miyavlamadan sonra bekçi yürüyüp gidiyordu ki, delilerin ayakları altındaki yapraklar tekrar cıtırdadı. Bekçi geri dönüp yine seslendi:
– Kim var orada? İkinci deli cevap verdi:
– Bir kedi daha!
389– Sinir hastaları
Bir sinir doktorunun muayenehanesinde hastalar sıra beklerken telâşla içeri giren bir adam, doğruca muayene odasına yönelir.
Ama bir hasta yolunu keserek:
– Buraya, sizden önce gelmiş bir sürü insan var. İçeriye değil, sıraya girmemiz gerekiyor beyefendi…
– Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?
– Ya Napolyon'sunuz, ya da Büyük İskender…
– Hayır sadece doktorum. Şimdi müsaade buyurun ben içeriye gireyim, siz de yerinize oturun… Sıranız gelince sizi de muayene ederim…
390– Şekerler eridi
Tımarhaneden kaçan bir deli, bir kahvehaneye girmiş çay içiyordu.
Bir ara garsona seslendi:
– Garson, biraz şeker getirsene. Garson şaşkınlıkla:
– İyi ama efendim, tam yedi tane şeker attınız şimdiye kadar bardağınıza!
Deli:
– Evet ama onların hepsi eridi, erimeyenden getirin.
391– Gördün!
İki deli tımarhanede konuşuyorlardı:
– Yahu, bizi burada hâlâ niçin tutuyorlar? Biz artık akıllanmadık mı? Gidip başhekime söyleyelim de bizi salıversinler.
– Pekâla, haydi git söyle.
– Hayır sen söyle.
Gel birbirimizi imtihan edelim, hangimiz daha akıllı ise o gitsin söylesin.
– Güzel fikir!
Delilerden biri yerden aldığı taşı avucunun içinde saklayarak ötekine sorar:
– Bil bakalım, avucumda ne var?
– Tramvay!
Öbürü hiddetle bağırır:
– Saymam; gördün de söyledin!
392– Ampul
Akıl hastanesinde bir deli kendini ayağından tavana asmıştı. Doktor nedenini sorunca:
– Arkadaşımız kendini ampul sanıyor, dediler. Doktor indirilmesini isteyince deliler söylendiler: – İyi ama karanlıkta kalırız…
393– Olgunlaşsın ki
Tımarhanenin bahçesinde bir deli, ağaca tutunmuş sallanıyor, bir başkası da ağacın dibinde oturuyordu. Oradan geçmekte olan nöbetçi doktor, oturana sordu:
– O ne yapıyor orada öyle?
– Boş verin doktor bey, kendini armut sanan delinin biridir o!
Doktor bu kez merakla:
– Peki sen niye bekliyorsun burada? diye sordu. Kurnazca gülümsedi oturan deli:
– Ben mi? Olgunlaşmasını bekliyorum…
394– Başhekimi sevenler
Akıl hastanesi başhekimi öldü. Hastalardan iki temsilci de cenaze törenine katıldı. Hastaneye döndükleri zaman izlenimlerini anlattılar:
– Bizim başhekimi kimse sevmiyormuş!
Öbür deliler merakla sordular:
– Nereden bildiniz? Cenazeye katılan deliler:
– Tabut mezara indirilirken, ikimizden başka alkışlayan olmadı.
395– İade şişeler
Akıl hastanesinde delinin biri, gardiyana:
– Çok susadım, bana iki şişe içecek bir şey veriver, dedi. Gardiyan delinin suratına iki tokat patlattı:
– Al bakalım, sana iki şişe içecek bir şeyler. Şimdi usluca odana git.
Deli bu iki tokadı bir türlü gururuna yediremedi, sabaha kadar uyuyamadı. Sabah doğruca gardiyana gitti ve iki tokat attı:
Gardiyan:
– Bu ne demek oluyor? Deli:
– Hiç, şişeleri geri getirdim.
396– Öyle bir oğlum yok
Akıl hastanesinin yeni atanan başhekimine, hastalan ta‑nıtılıyormuş:
– Efendim, bu eski bir memurdur!
– Efendim, bu da sanatçıydı…
– Bu gazeteciydi…
Başhekim, bir köşeye çekilmiş neredeyse dövüşecek halde olan iki hastayı merak etmiş sormuş:
– Peki bunlar kim?
– Bunlar politikacıydı efendim.
Başhekim yanlanna sokularak birine sormuş:
– Merhaba, sizin adınız ne?
– Şemsettin!
– Soyadınız ne?
– Tanrıoğlu!
– Allah Allah, hiç böyle soyadı duymamıştım. Eski politikacı diğer deli hemen atılmış:
– İnanma doktor bey, benim Şemsettin adında bir oğlum yok!
397– Karşıki duvarın çivisi
Delinin biri, çiviyi tersine çevirerek sivri tarafına vura vura duvara çakmaya başlamış.
Onun bu halini gören başka bir deli işe karışmış:
– Baksana yahu! Sen yanlış iş görüyorsun. Bu çivi karşıki duvarın çivisi olacak galiba… demiş.
398– Delinin akıllısı
Adam sırtında gübre çuvalı tımarhanenin önünden geçiyordu. Bahçedeki delilerden biri merakla sordu:
– O çuvalda ne var? –Gübre…
– Ne yapacaksın?
– Çileklerime koyacağım…
Deli, olumsuz anlamda başını iki yana salladı.
– Hayret bişey yani, biz çileği şekerle yeriz, yine adımız delidir…
399– Çok büyük plaj
Sahranın göbeğinde tam teçhizat balık adam kılığında, delinin biri dolaşmaktaydı. Onu kızgın güneşin altında, kum tepeleri arasında bulan jipli bir petrol şirketi işçisine adam, sakin sakin sordu:
– Bakar mısınız? Deniz buraya ne kadar mesafede acaba?
– Deniz mi? En azından 400 km vardır…
– Vay anasına, amma da büyük plâjmış bu!…
400– Deli aklı
Tımarhaneye yeni gelen deliyi başhekimin odasına götürmüşlerdi. Delinin gözüne birdenbire masanın üzerine yanlışlıkla ters konmuş bir vazo ilişti. Hemen vazoyu eline alarak:
– Aaa, ağzı olmayan bir vazo! diye bağırdı. Vazoyu ters çevirince ilave etti: Bak hele, dibi de yokmuş.
401– Hatırlatma
Müteahhidin biri, Bakırköy Akıl Hastanesinde bir yakınını ziyarete gitmiş. Bahçede ilerlerken bakmış işçinin biri duvar örüyor. Fakat alelade bir duvar değil… Fevkalede güzel örüyor… Yanına yaklaşmış:
– Kaç yıllık duvar ustasısmız?
– Ben hastayım, demiş adam,"duvar örmeyi burada öğrendim…"
– Ya öyle mi?
– Evet hastayım… Ama önümüzdeki hafta taburcu oluyorum…
Müteahhit çok sevinmiş bu habere… Cebinden kartını çıkartmış uzatmış. Eğer isterse kendisine gayet iyi ücretle duvar işi vereceğini söylemiş. Hasta da memnuniyetle kabul etmiş bu öneriyi… Bir hafta sonraki perşembe günü için ran‑devulaşmışlar. Müteahhit, hastanın elini sıkmış. Ve arkasını dönmüş tam uzaklaşırken kafasına"gümmm"diye bir şey inmiş…
Müteahhit bir an öyle kalakalmış. Sonra güçlükle kendine gelmiş. Ve farketmiş ki, biraz önce konuştuğu hasta, kafasına bir tuğla fırlatmış… Ona doğru dönmüş, bunu neden yaptığını sorar gibi bakmış. Hasta, duvarın üstünden müteahhidi ikaz etmiş:
– Perşembeyi unutma…
402– Neden yollasın?
İki arkadaş sokakta karşılaştılar. Birincisi dert yanmaya başladı:
– Ne yapacağımı bilmiyorum, karım çıldırdı. Kendisini tebrik kartı sanıyor.
– Fazla üzme kendini, en iyisi onu senin ruh doktoruna yollayıver.
– Niye yollayacakmışım sanki? O bana geçen yılbaşında tebrik kartı yolladı mı ki?
403– Kim o?
Akıl hastanesinin kapısı sabaha karşı, tekme yumruk gü–rültüsüyle vuruldu. Kapıcı kızgınlıkla fırlayıp bağırdı:
– Bu saatte ne bu gürültü be? Deli misin sen?
– Ya ne olacaktım?
404– Ben de böyle başlamıştım
İngilizlerin ünlü devlet adamı Churchil, başbakanken bir akıl hastanesini geziyormuş, hastanın birinin gözünü, kendisine dikip baktığını görünce, yanına yanaşmış:
– Beni tanıdın mı?
– Hayır tanımadım, kimsin sen?
– Nasıl tanımazsın, ben haşmetlu İngiliz İmparatorluğunun başbakanıyım.
Hasta, Churchil'e acıyarak bakmış:
– Vah vah! Ben de böyle başlamıştım, sonra buraya getirdiler…
405– Yutturmaca…
Adamın biri ipe bağlı diş fırçasına"köpeğim"diyor, ardı sıra sürükleyip duruyordu. Artık doktor bile"köpeğin nasıl"diye sormaya başlamıştı. Bir gün doktor aynı soruyu yöneltince:
– Köpek değil o doktor bey, görmüyor musunuz işte, düpedüz diş fırçası! dedi.
Doktor kendi kendine"iyileşiyor"diye düşünürken, adam arkasından yavaşça seslendi: –Yutturduk be!
406– O biliyor mu?
Adamın biri karakola müracat ederek hayatından endişe ettiğini söyler. Komiser:
– Sizi kim tehdit ediyor?
– Kümes hayvanları.
– Kümes hayvanları mı? Anlayamadım.
– Anlamayacak ne var komiser bey, görmüyor musunuz ben bir mısır tanesiyim.
Bir akıl hastası ile karşı karşıya olduğunu anlayan komiser, iki polis çağırarak adamı akıl hastanesine gönderir. Uzun bir tedaviden sonra adamı mısır tanesi olmadığına ikna edip taburcu ederler. Adam, akıl hastanesinin kapısından çıkar çıkmaz tekrar geri döner ve doktorun karşısına çıkar, rengi uçmuş sapsarıdır. Doktor:
– Hayrola neyiniz var, diye sorar. Adam korku ile:
– Doktor bey kapıdan dışarı çıkar çıkmaz bir horozla karşılaştım, ödüm patladı.
– Neden?
– Neden mi, beni yiyeceğinden korktum.
– Fakat beyefendi biz sizi bir mısır tanesi olmadığınıza ikna etmemiş miydik?
– Evet…
– Yani şimdi siz bir mısır tanesi olmadığınızı biliyorsunuz.
– Evet ben biliyorum, hattâ eminim ama horoz biliyor mu bakalım?
407– Saat
Delinin birisi saatini hastane bahçesindeki havuza atmış. Bunu gören arkadaşı yanma yanaşmış ve konuşmaya başlamışlar:
– Niye attın saati havuza?
– Nasıl yüzdüğünü görmek için.
– Peki, saati kurdun mu?
– Hayır.
– Enayi, hiç kurmadan yüzer mi?
408– İlk bakışta mı göreceksin?
Adamın biri akıl hastanesini gezmeye gitmiş. Bakmış deliler kapıdaki bir delikten içeri doğru bakıyorlar. Bir müddet bakan tekrar sıraya geçiyor. Sürekli bu olay yineleniyor. Adam merak etmiş çaktırmadan sıraya girmiş. Sıra kendisine gelmiş. Eğilip kapının deliğinden bakmış. Bir de ne görsün, zifiri karanlık, hiç birşey görünmüyor. – Bir tanesini durdurup sormuş:
– Yahu ben hiç birşey göremedim? Deli şaşırmış:.
– Ulan biz iki yıldır bakıyoruz birşey göremiyoruz. Sen ilk bakışta mı göreceksin?
409– Sen de mi?
Memur müdüre gitti:
– İstifa ediyorum efendim, arkadaşlar benimle durmadan 'şempanze, maymun' diye alay ediyorlar, dedi.
– Olmaz, dedi müdür,"çalışkan ve dürüst bir mursunuz. Sizin dairenizi değiştireyim."
Birlikte şirketin çeşitli dairelerini gösteren büyük şemanın önüne geçtiler. Müdür sordu:
– Evet, hangi dalı seçiyorsunuz?
– Aşkolsun, dedi memur,"siz de mi müdür bey!"
410– Sağırmış
Akıl hastanesinde arkadaşının çok büyük harflerle mektup yazdığını görünce, dayanamadı:
– Neden böyle büyük harflerle yazıyorsun? Beriki güldü:
– Annem biraz ağır işitir de. Harfler gürültülü olmazsa okuyamaz diye…
411– Korku
Psikiyatriste gelen hasta yana yakıla derdini anlatmaya başladı:
– Doktor bey, lütfen bana yardım edin, yalvarırım bu dertten kurtarın beni.
– Derdiniz nedir? dedi doktor."Şuraya uzanın da anlatın bakalım."
Adam divana uzandı ve anlattı derdini:
– Her gece yatağa yatıyorum ve gözlerimi kapıyorum, ancak birdenbire bir tarantamoncolos görüyorum.
– Tarantamoncolos mu? O da ne?
– Ya doktorcuğum, ben de bilmiyorum!
412– Şemsiye‑paraşüt
Delinin biri uçağın kapısını açmış, tam atlayacakken vazgeçip içeriye seslenmiş:
– Hay Allah, yağmur yağıyor, çabuk bana bir paraşüt verin.
413– Sağlam kibrit
Delinin biri kibrit kutusunu açtı. İçinden bir kibrit çekti, çaktı, yanmadı. Attı onu, bir yenisini çıkardı, çaktı, yanmadı. Onu da attı. Sonunda üçüncü kibrit ateş aldı.
Deli:
– İyi, bu yanıyor, saklayayım onu…
414– İddia
İki deli, denizde yüzerlerken her nasılsa bir ara iddiaya tutuşmuşlar. Kim denizin dibinde daha fazla kalırsa diğeri ona gıcır gıcır ayakkabılarını verecek…
Anlaşmışlar ikisi birden dalmışlar ve hâlâ çıkmamışlar…
415– Roman
Akı. hastanesinin bahçesinde oturan iki delinin yanına bir üçüncüsü yaklaşıp elindeki kalın kitabı uzatır:
– Şunu okur musunuz? Bir roman yazdım. Oturmakta olan iki deli kitabı alıp uzun uzun okurlar.
– Vallahi güzel, ama içinde çok isim var.
Romanı yazan deli daha başkalarından da aynı değerlendirmeyi aldığı için, kitabını koltuğuna kıstırıp doktorun odasına gider:
– Doktor bey! Bir roman yazdım, arkadaşlar incelediler, bir de siz okur musunuz?
Doktor kitabı eline alır almaz bağırır:
– Hay Allah! Ben de telefon rehberini arıyordum sabahtan beri…
416– Karıştırmış
Bir akıl hastasını yıllardan beri tedavi etmekteler. Her altı ayda bir, ruh hastalıkları hekimi onu testlerden geçirir. Doktor ona elini gösterip sorar:
– Bu nedir?
– Bir diz.
Bu kez dirseğim gösterir ve sorar:
– Bu nedir?
– Bir kulak.
Ve her seferinde tedaviye devam etmek zorunda kalırlar. Yedi sekiz yıl sonra, birden her şey değişir. Psikiyatrisi elini gence gösterip, sorar:
– Bu nedir?
– Bir eldir.
– Ya bu nedir?
– Bir dirsek. Ayağını gösterip, sorar:
– Ya bu?
– Bir ayak.
– Oldu, der ruh doktoru."Bu olağanüstü bir şey! İyileştiniz. Bundan böyle normal bir yaşam sürebileceksiniz…"
– Oh, çok teşekkür ederim doktor bey, der hasta, büyük bir sevinç içinde ve alnına vurarak ilave eder:"Bir bilseydiniz benim ne kadar zamanımı aldı bunu kıçıma yerleştirebilmek."
417– Güç olan
Tımarhaneyi ziyarete giden gazeteci odaların birinde bir akıl hastasının amuda kalkmış, iki eli üzerinde dengede durmaya çalıştığını gördü.
– Çok marifetlisiniz, dedi deliye."Uzun zamandır bu durumdasınız. Hayli güç ve yorucu bir numara olsa gerek."
Deli bu sözler üzerine başını gazeteciye çevirerek:
– Hayır, güç olan bu halde durmak değil. Böyle başaşağı dururken, dünyayı parmaklarının ucunda tutmak, dedi.