IX. Nazik bir mesele

Nihayet akşam... Pazar bozulmuş., eşek ve katır kafileleri çoktan dağın yolunu tutmuş., meydan bomboş... Hacı Hafız tükenmez bir can sıkıntısına benziyen sesile her akşamki ezanını okuyor...

Kadm sesleri çocukları çağırıyor. Birkaç çocuk bir ağızdan «evli evine, köylü köyüne, evi olmıyan sıçan deliğine» tekerlemesini tekrar ediyor.

Koşar gibi meydanı geçenler hep geç kalanlardır. Büyük camide sıvalar döküldüğü ve minarenin külahında biraz çarpıklık iddia edildiği için Hacı Hafız öğle ve ikindi ezanlarını cami. önündeki musalla taşı üzerinde okumuştur. Fakat bu ona bir mevkiinden düşme hüzünü verdiği için akşama tekrar minareye çıkmaktan alıkoyamamişlardı. Allah kimseyi gördüğünden yad etmesin. Yetmişlik Hacı Hafızın ezanı artık zelzelenin sonunu, tabiî hayatın döndüğünü ilân etmektedir. Bir akşam evvelki vakadan yalnız etrafa giden telgraflardan başka bir iz kalmamıştı.

Kaymakam yeni odasında nihayet yalnızdır; hamamdan çıkmış gibi vücudu ezgin, kafası uğultular içindedir. Belediye reisinin evinden gelen tavuklu hasta çorbasını içerken gözleri kapanmaktadır. Akşam ve yalnızlıktan cesaret alarak odanın karanlık köşelerinde dolaşmıya ve hafiften zillerini öttürmiye başhyan Bulgar kızı da ona uyurken belki bir parça arkadaşlık edecektir.

Fakat aksiliğe bakın ki, tavuklu çorbasından biraz sonra belediye reisinin kendisi de tekrar geliyor; elinde mutasarrıflığın uzun ve acele bir telgrafı var...

* Zelzele haberi bütün vilâyette derin bir teessür uyandırmıştır. Bir sıhhî imdat heyeti yola çıkarılmak üzeredir. Telgraf havalesile para gönderilmiş ve icabı kadar avans vermesi için malmüdürlüğüne de ayrıca emir verilmiştir. Açıkta kalan halka yardım edilecek, yaralılara bakılacak, fakir cenazeleri hükümet hesabına kaldırılacaktır. Ayrıca kaymakamın sıhhati da sorulmaktadır.

Halil Hilmi Efendinin zihni yeniden allak bullak olmuştu. Vilâyet telâş ve heyecan içinde. Acele bir imdat heyeti geliyor. Neye ve kime imdat için?!. Ya gönderilen paralar! Sonra niçin telgraf kendisine değil de belediyeye? Tutalım ki, kendi şahsı yaralı farzedüiyor. Fakat makamda cevap vermiyecek kadar yaralı mıdır? Ah o Rıfat serserisi ile et kafalı Niyazi Efendi... Bu işi başına onlar açtılar. Tevekkeli dememişler, bir deli bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz diye...

Belediye reisi çatkın bir çehre ile cevap beklemekte. Halil

Hilmi Efendinin gırtalağı inip çıkıyor; ağzı açılıp kapanıyor, fakat ses yok; çünkü söylenecek şey yok. Nihayet yükü üstünden atmak ister gibi bir tavırla:

— Telgraf makammızadır, diyor; ne münasipse bildirirsiniz.

Bunun çıkar yol olmadığını ikisi de bildikleri için susuyor¬lar ve Hurşidin fitilini temizlemiye uğraştığı lâmbadan bir ilham bekliyorlar.

Daha sonra kaymakam canlanıyor ve evvelki cümlesini tamamlar gibi:

— Ben de tabiî ayrı bir telgrafla hakikat hali bildireceğim, diyor.

Bu, kendi kendine işin içinden çıkamıyacağını bildiği belediye reisine karşı bir nevi tehdittir. Eline bir kâğıt alıyor, bir şeyler karalıyor: Sıhhatma gösterilen alâka için teşekkür... Kendisi çok şükür sapsağlamdır., kasaba da öyle...

Telgrafın bu ilk şekli ile gitmiyeceğini, Belediye reisine karşı bir gösterişten ibaret kalacağını bildiği için yüksek sesle okuduğu kelimeler sert ve cesurdur. Fakat biraz sonra bunun reiste umduğu tesiri yapmadığını görerek, yine kendi cevap veriyor:

— O halde yirmi dört saattenberi neden sustun, ortalığı telâşa verdin derlerse? Belki bu saatte yolda olan heyet; devlet tarihinde bir misli daha görülmemiş bir süratle gönderilen para... Ah o Rıfat mel'unu, koyunlarında besledikleri yılan...

Belediye reisinin arasıra kalkmıya hazırlanır gibi hareketler yapması da Halil Hilmi Efendiyi ayrıca kuşkulandırmaktadır. Bu adamın kendiliğinden bir telgraf sureti yazamıyacağı muhakkak. Şu halde buradan çıkar çıkmaz kendini yine o Rıfat habisinin kucağına atacak. Dün akşam muhabir telgrafı olarak îstanbula giden o abuk sabuk yazılar, bu akşam da belediye mührü ile damgalanarak ve bir resmî tahrirat şekli alarak merkeze gidecek. Ayıkla bakalım pirincin taşını.

Nihayet yumuşıyarak:

— Birader, biz yine seninle başkaşa verelim, diyor, evvelâ senin telgrafa cevap vermek lâzım. Benimki sonra çıkar. -Hur-şit bize kahve yapsın da salim kafa ile esas metni hazırlıyalım. Bir kere tahribat

hakkında bir şey söylemek lâzım. Görünürde yok maşallah fazla bir şey ama, rakam veremiyeceğiz. Yaralananlar ve hele ölenler hakkında da henüz bir şey yok diyemeyiz. Çünkü hem bilmiyoruz, hem de ortalığı ayağa kaldırdık, imdat heyeti geliyor; para geldi. Hay Allah belâsını versin.

Kazanın hafif geçiştirildiğini, daha doğrusu zarar ve ziyanın ilk saatte korkulduğu kadar olmadığını söylesek!..

Bu mesele, kaymakamla belediye reisi arasında hakikaten içinden çıkılamaz bir mesele oldu. O kadar sıkıntı içindeydiler ki, arasıra odaya girip çıkan Hurşidi bile müzakereye karıştırıyorlar, fakat biraz sonra saçmaladığını görerek tekrar dışarı kovmıya mecbur oluyorlardı.

Bununla beraber neticede aşağı yukarı jandarmanın söyledikleri telgrafa girdi: Biraz zarar vardır, derecesi tahkik edilmek üzeredir.

Kaymakamın sıhhatma gelince, onun çok şükür bir şeyi yoktur. Fakat büsbütün bir şeyi yoktur da denemez. Çünkü bütün gün yatmıştır. Etıafını alan bir alay herzevekil ona yaptığını, yapacağını şaşırtmıştır. Koca gün lâklâkıyat ile ziyan olmuştur. Mutasarrıfa iki satırlık bir telgraf ile halden haber verememiş olması onun biraz yaralı ve hasta olmasından başka neyle izah edilebilir?

Kaymakamla belediye reisi telgrafı gece yarısına doğru bitirdiler ve tekrar tekrar okuyarak ancak hiç bir kat'î şey söylenmediğine ve hattâ cümlelerden açık mâna çıkmadığına kanaat getirdikten sonra postaya gönderdiler.

Telgraf havalesile gelen ve görülecek lüzuma göre ayrıct Malmüdürlüğünden de alınacak olan paraların sarfına gelince bunun doğrudan doğruya belediyeye verilmiş bir vazife olmasına göre Halil Hilmi Efendi kolayca ellerini yıkıyabüirdi Ancak kaymakama ait olması lâzım gelen bir işi belediye reisinin kendi kendine yapması hükümet makamını küçük düşürürdü bir., paranın sarfında bir karışıklık ve şikâyet olursa kabak döner dolaşır yine kaymakamın başında patlardı iki., vesaire vesaire. Onun için Halil Hilmi Efendi hem bu işi az çok elinde tutmak, hem de icabında «sayım suyum yok» diyebilmek üzere biraz alarga durmayı kendisi için faydalı gördü ve belediye reisine üç kişilik bir komisyon kurmayı kabul ettirdi. Malmüdürü ile Evkaf müdürü bu iş için biçilmiş kaftandı. Üçüncü âza olarak da mühendis Kâzımın şahsında ittifak ettiler. Oğlan deli doluydu, fakat işe yarardı. Böyle bir zamanda onu

dişarda bırakmak tehlikeli idi. Gerçi içerde olmadığı zaman da yine gürültü eksik olmıyacaktı ama ne olsa bu daha az zararlı idi. Sonra aralarında Deli Kâzımın bulunması usul meseleleri üzerinde çatışmaları mümkün olan Evkaf ve Malmüdürlerini su sızmaz şekilde biribirine yaklaştıracaktı. Kaymakam belediye reisini savdığı zaman saat ikiye geliyordu. Adamcağılz, ellerile ikafasının ötesini berisini yokladi. Bu saatte bu biçare kafanın içi dışmdan ziyade acıyordu. Şimdi de kendi telgrafını yazmıya başlasa meselenin içinden çika-mıyacağını anladı ve bu işi daha salim bir kafa ile sabahleyin yapmıya karar verdi. Zaten nasıl olsa yirmi dört saat geçmişti; bunu otuz altıya çıkarmakta büyük zarar yoktu.

Загрузка...